Yirmi birinci yüzyıl, paradigmada kırılma yaşandığı bir yüzyıl olarak tarihe geçmeye başlıyor. Bir yandan aktörlerde değişim yaşanırken diğer yandan tehditler de dönüşüm yaşıyor. Bunun sonucunda da ittifaklar şekillenirken “tarafsız olan bertaraf olur” sözüne nazire olarak ‘tarafsız’ olma iddiasını taşıyan ülkeler de peşi sıra tarafını açıkça ortaya koymaya doğru itiliyor. Bunların arasında belki de en ilginci İsveç ve Finlandiya. Coğrafi konum olarak bugüne kadar ‘Nordik’, ‘İskandinav’ gibi sınıflamalarda yer alan bu ülkeler, 21. yüzyılın jeopolitik kırılmasının bir yansıması olarak bir başka betimleme ile de anılır oldu: Arktik.
Tabirin doğasında olduğu gibi ‘Arktik siyaseti’ de tam anlamıyla “Pandora’nın Kutusu”. Açıldığı noktada nelere yol açabileceği ile ilgili türlü senaryo mevcut. İklim krizi ile birlikte jeopolitik paylaşım mücadelesinde klasik coğrafyalar yerine görece daha az bilindik coğrafyalar gündemde daha fazla üst sıralarda yer alır hale geldi. Bunlar içinde en popüler olanı ise hiç kuşkusuz Arktik.
Peki neden sorusuna verilen cevaplar içinde yer alan bir unsur ise yine 21. yüzyılın paradigmasını değiştiren bir diğer unsur olan ‘değerli madenler’. Hidrokarbon kaynakların hükümranlığını sürdürmeye devam ettiği 21. yüzyılda, Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2021 yılı son aylarında yayınladığı Dünya Enerji Görünümü Raporu’nda ilk defa bu başlığı açmış olması, değişimin yönünü işaret etmesi açısından önem taşıyor (Dünya Enerji Konseyi Türkiye Milli Komitesi, 2021).
Arktik Okyanusu 14 milyon kilometrekarelik alanı ile her ne kadar dünyanın 5 okyanusu içinde en küçük okyanusu olsa da batıda Barents Denizi’nden Bering Boğazı’na kadar yer yer Kuzey Kutbu’na varması nedeniyle tüm okyanuslar arasında en geniş kıta sahanlığına sahip olması ile buz ve denizin iklim krizi neticesinde erime sonucu deniz ticaretine elverişli hale gelmesinin yarattığı kırılmaya ilaveten, dünyanın keşfedilmemiş petrol rezervlerinin yüzde 13’ü (90 milyar varil petrol) ve keşfedilmemiş gaz rezervlerinin yüzde 30’unu barındırması nedeniyle de oldukça stratejik.
Buna ilaveten uranyum, kömür, jeotermal, gaz hidrat, rüzgâr, güneş, dalga gibi görece daha az çalışma yapılmış rezervlerin varlığına da işaret ediliyor. Diğer taraftan kıyı şeridinin yüzde 53’ü ile Arktik Okyanusu’na en uzun sınırı ve en fazla buzkıran gemiye sahip olan Rusya’nın pek çok hava üssü ve sınır karakolları oluşturmasıyla Ağustos 2019’daki askeri tatbikatı, dengeleri değiştirme potansiyeli açısından önemli bir parametre.
Bu kadar rezerv ve deniz ticaret güzergahı olma perspektifiyle gelecek projeksiyonunda önemi daha da artacak olan bu okyanusa kıyısı olan ülkelere bakınca ‘Büyük Oyun’ daha da ortaya çıkıyor: Rusya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Norveç ve Danimarka. İlaveten topraklarının bir kısmı Arktik bölgede bulunan ülkeler ise İsveç, İzlanda ve Finlandiya. Bunlardan sadece ikisinin NATO üyeliğinin olmaması ise ne tesadüf dedirten cinsten. NATO’nun Arktik bölgeye yönelik son dönemde hız kazanan çalışmaları da bu açıdan bir diğer dikkate alınması gereken parametre…
‘1814 yılından beri savaşa katılmayan dünyanın en eski tarafsız ülkesi’ diye tabir edilen İsveç, Ukrayna meselesi sonrasında Finlandiya ile birlikte 18 Mayıs 2022’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e resmi başvuru mektuplarını ileterek NATO üyeliği alma iradesini beyan etmesiyle gündemde yer buldu. ‘Zamanlama manidar’ sözünü hatırlatan bu başvuru hem Arktik bölgeyi bir kere daha hatırlattı hem de terörizmle mücadele ve NATO 5. Madde’yi tekrar gündeme getirdi. Sebebi ise NATO üyesi Türkiye ile ilişkilerinde yıllardır mevcut olan konuydu: Terörizm.
NATO’nun 5. Maddesi üye ülkeler arasında ortak tehdit algısı ve ortak müdahaleye dayalı olduğu içi Türkiye haklı olarak NATO’ya üye olma iradesini beyan eden bu ülkelerden NATO tarafından terör örgütü olarak tanınan terör örgütleri ile hiçbir ilişkileri bulunmadığına dair de bir irade beyanında bulunmalarını talep etti.
O günden bugüne gündemde üst sıralarda yer alan Türkiye ile bu ülkeler arasında devam eden diplomasi trafiği sırasında eş zamanlı olarak provokatif eylemlere de sahne olan İsveç, tarihi bir dönemece girdi. Önde gelen iki siyasetçisini suikasta kurban veren bir ülke olarak İsveç’in içinden geçtiği süreç bir ‘turnusol kağıdı’ vasfı taşıyor. Bir yandan Avrupa Birliği (AB) üyesi olarak AB değerlerinin fiiliyatta ne kadar uygulandığını gösterirken diğer taraftan tercihleri için yapılması gerekenlerin ne kadarını yapma iradesini barındırdığını da ortaya koyacak bu süreç...
Provokatif eylemlerin dozunun giderek artması bir yandan önemli eşiklerin aşıldığını gösterirken hala müzakere etme çabası göstermesi açısından tezat da oluşturuyor. Son Türk öğrencinin staj talebine verilen red gerekçesi ise ironik. Terör örgütlerini desteklemenin sonuçlarını işaret etmesi açısından kullanılan ‘kendi Frankeştayn’ını yaratmak’ ifadesi İsveç örneğinde vücut bulmuş görünüyor. Şiddet ve siyasetin asla bir arada olamayacağına işaret eden Hannah Arendt’in o meşhur sözü durumu çok güzel özetliyor: ‘Şiddetin mutlak hüküm sürdüğü her yerde, herkes ve her şey sessiz kalmaya mahkumdur.’
Siyasi arenada bütün bunlar olurken Ocak 2023’te ajanslara düşen bir başka haber ise İsveç’in neden bu kadar önemli olduğunu bir kere daha ortaya koydu: ‘Avrupa’da bilinen en büyük nadir toprak elementleri yatağı. İsveç’in kamu maden şirketi LKAB CEO’su Jan Moström’ün ülkenin kuzeyindeki Lapland bölgesinde “önemli” nadir toprak elementleri rezervlerinin tespit edildiği açıklaması, hem İsveç’in önemine hem de 21. yüzyılın bir diğer paradigma değişikliğine işaret etmesi açısından dikkat çekici. ‘Değerli madenler’ veya diğer adıyla ‘nadir elementler’, 21. yüzyılın üretim çarkında en önemli hammadde.
Özellikle teknolojik ürünlerin üretiminde ihtiyaç duyulan bu kaynaklar çip, elektrikli araç motorları, rüzgar türbinleri, akıllı telefonlardan bilgisayarlara, asansör ve trenlerden yüksek teknolojili savaş uçaklarına ve uydulara gibi yüksek teknolojik ve bu asrın kaldıracı olan ürünlerin olmazsa olmazı. Başkent Stockholm’ün 960 kilometre kuzeyindeki Kiruna’da demir cevheri çıkaran şirketin 1 milyon tondan fazla nadir toprak oksitleri bulmasıyla ‘Büyük Güç Mücadelesi’nde bir başka paradigmayı daha değiştirme potansiyelini de taşıyor: Rusya ve Çin’e bağımlılık. Halihazırda 115,8 milyon tonluk nadir element rezervinin bulunduğu ülkeler ve miktarları oldukça dikkat çekici: Çin-44 milyon ton, Vietnam-22 milyon ton, Brezilya-22 milyon ton, Rusya-21 milyon ton, Hindistan-6,9 milyon ton, Avustralya-4 milyon ton, ABD-1,8 milyon ton, Grönland-1,5 milyon ton. Dünya siyasi gündeminde son dönemde en sık ismi geçen ülkelerle bu listedeki ülkelerin aynı olması ‘21. Yüzyıl: Yükleniyor’ başlığını atmaya itiyor.