Myanmar’da Rohingya’nın vahim durumu varoluşsal bir meseledir. Onlar, gerçekten de, hâlen devam etmekte olan bir soykırıma katlanıyorlar. Onlarca yıl süren zulüm; kasti olan terör, şiddet, cinayet ve tecavüz kampanyaları sonrasında belki de bugün Arakan (Rakhine) eyaletinde Rohingya’nın orijinal nüfusunun yalnızca yüzde 15’i kaldı. Ağustos 2017’den bu yana yaklaşık 750 bini ülkeden ayrıldı, bunların çoğu ise Bangladeş’in sefil yaşam koşullarına kaçtı. Myanmar’da kalanların üçte biri (yaklaşık 140 bin insan) toplama kamplarına kapatılmışken, diğerlerinin kaderi en iyi ihtimalle belirsiz. Durumu araştıran bütün güvenilir ve bağımsız kaynaklar, BM Bağımsız Gerçekleri Bulma Komisyonu, BM raportörleri ve birçok STK dâhil, soykırım suçlamasıyla ilgili yeterli delil bulunduğuna karar verdiler.
Böylesi bir hamle, bireysel cezai sorumluluğu kaçınılmaz olarak gerektirir. Aslında birkaç rapor, suça dâhil olan sivil liderlerle birlikte adalete teslim edilmesi gereken askeri komutanları ilan etti bile. Bununla birlikte, uzak bir gelecekteki uluslararası ceza yargı talebi, inandırıcı bir soykırım suçlaması karşısında BM üyesi devletlerden talep edilen öteki eylemlere yönelik dikkati engellemekte ve zedelemektedir. “Hesap verebilirlik” bireysel teşebbüslerle sınırlı olmamalıdır. Myanmar devletinin bizzat kendisi sorumluluğa dâhil edilebilmeli ve edilmelidir.
Sadece bireysel ceza sorumluluğuna odaklanmak soykırımın temel doğasını yanlış yorumlar. Soykırım Sözleşmesi, her şeyden önce ihlallerin devlet sorumluluğuna bağlandığı bir devlet yükümlülükleri meselesidir. Bireysel sorumluluktan farkı budur (kusurlu insan bireylerinin cezalandırılmasını gerektirir). Devletin eşsiz güçte bir aktör olduğunu fark etmek çok önemlidir. Uluslararası hukuk uyarınca devlet, egemen güç politikaları ve kanun yapma ile yetkilendirilmiştir. Bireyler bazı soykırım eylemleri gerçekleştirebilse de soykırım, mahiyetçe, mizacen, birbirinden farklı bireysel eylemlerin birleşimi değildir sadece. Mesele şu ki, bazı eylemler bireyler tarafından gerçekleştirilemez. Örneğin, hiçbir birey vatandaşlığı kabul etmez veya geri çekmez. Bu, yalnızca devletin bir imtiyazıdır. Devam eden Rohingya vatandaşlığı reddi yanı sıra oradakilerin maruz kaldıkları bariz ayrımcılık ve şiddet, soykırım suçunu sürdürenlerin sistematik zulmünün apaçık kanıtıdır ve devletin niyetini de gösterir.
Ayrıca, Tatmadaw, hususi bir devlet otoritesine sahip ve muazzam kamu araçları ile donatılmış, Myanmar Birliği Silahlı Kuvvetleridir. Tatmadaw bir çete veya milis değildir. Devletten ayrı değildir, ancak devlet tarafından ve devlet içinde etkili bir kontrol aracıdır (meşru gücün tekeli). Bu yüzden, komut ile koordine eylemler, yalnızca çeşitli araştırmalarda zikredilen generallerin değil, devletin sorumluluğundadır. Kesin konuşmak gerekirse, 2017 Ağustos’unda, yüzlerce köy ve farklı bölgede, aynı anda gerçekleşen kitle tecavüzleri, askerlerin birey olarak, ayrı ayrı ve tesadüfi kararları ile gerçekleşen bireysel cinsel saldırı neticesi değildi. Bu binlerce eylem, -askerlerine hem izin hem de cezasızlık bahşeden- Myanmar devletinin güvencesi altında devam etti ve bu tecavüzlerin (aynı anda, vahşice, üstelik zoraki gebe bırakmak suretiyle) amacı, bir grup olarak, hiç olmazsa kısmen Rohingya’yı devlet kastı ve eliyle yok etmekti. Soykırımın tanımı tam da budur.
Myanmar devleti -başka türlü bir ölçekte mümkün olmayacak ve bugün hâlâ sürmekte olan- bu eylemlerin talimatını verdi. Çok sayıda devlet, bir soykırımın gerçekleştirildiği görüşünü çoktan dile getirdi. Şu anda Soykırım Sözleşmesinde, Burma/Myanmar da dâhil olmak üzere, 150 devlet, dünyanın dörtte üçü yer alıyor. Soykırım Sözleşmesinin IX. maddesi, zorunlu dilde başvuruyu salık verir: Bir anlaşmazlık durumunda mesele “Uluslararası Adalet Divanı’nın görüşüne sunulacaktır” [UAD]. Çeşitli devletlerin -geniş çapta temsili bir grup olarak- birlikte hareket etmesi için Myanmar devletine karşı bir dava dosyanın UAD’ye getirilmesi, makul ve makbul olacaktır. Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki davalar UAD’ye getirilmiştir ve soykırımın önlenmesi zorunluluğuna karar verilmiştir.
UAD’den önce bir eylem, hem siyasi hem de yasal açıdan çok etkili olacaktır.
Siyasi olarak bu, devam eden soykırımın açık ve kapsamlı bir şekilde ele alınması için acil bir forum oluşturacaktır. Eylemin başlatılması tek başına itibar riski oluşturacaktır ve böylece yabancı yatırımcılar için kaygı yaratacaktır ve bağlayıcı bir yargı ve potansiyel olarak büyük tazminatları da içeren emirler verildiğinde bu “aynı tas aynı hamam işleri” etkileyecektir. Bazı “kötü elmalar”a ilişkin kovuşturmalar yatırımcılar tarafından kolayca göz ardı edilebilir, ancak muhtemelen yasa dışı olduğuna hükmedilen (ve düzeltilmesi emredilen) devlet kanun ve uygulamalarının geniş kapsamlı sonuçları vardır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu nedenle, UAD kararlarına genellikle saygı duyulur.
Bu tür bir eylemin bilhassa Mahkeme Geçici Önlemlerinden araştırılma olasılığının faydaları gecikmesiz olacaktır. Myanmar, daha büyük sonuçlar doğuracak daha büyük bir ihlal ile hatalı bir yanıt verme ihtimalini de barındıran, bir karşılık vermeye zorlanacaktır. Bir dava ayrıca, dünya ifşa etmeden önce Myanmar’ın resmî pozisyonunun yasalara göre irdelenmesine hizmet edecektir. Tazminat konusunda, Rohingyalıların eve dönmeyi, mallarının iadesini ve diğer ziyanlarının tazminini talep etme hakları vardır. Bunlar bir UAD hamlesini takip edebilir. Onlar, bireylerin (UAD’de veya başka yerlerde) kovuşturmalarını takip etmezler; bu, en iyi ihtimalle –yıllar sonra, belki hiçbir zaman- yetersiz güçte bazı kişilerin hapsedilmesiyle sonuçlanabilir. Son zamanlar hayal kırıklığı yaratan UAD kararlarından yola çıkarak bu ince olasılık bile başarısızlığa uğrama şansı barındırıyor.
Özet olarak, UAD hemen ulaşılabilir, kolay erişilebilir, son derece uygun ve güçlü bir kaynaktır. Meseleyi dolandırmayı laf ebeliğini bırakmalıyız, kaçınılmaz gerçekleri görmezden gelmeyi bırakmalıyız ve basit bir şekilde mevcut yasaları işletmek tek yapmamız gereken şey. Rohingya için sadece varoluşsal bir mesele değil bu –harekete geçmek için yeterli bir gerekçe de olmalıdır. Aynı zamanda, belki de, uluslararası hukukun üstünlüğü ve evrensel insan haklarının esas değeri için varoluşsal bir meseledir. Bundan şüphe duyamayız veya bu soykırım karşısında harekete geçmekte tereddüt edemeyiz.
Çeviri: Manolya Gürocak