1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beklentilerin aksine küreselleşme idealini gerçekleştiremeyen, 2019 yılında ise jeopolitik ortamın tekinsiz hale gelmesiyle dümeni kaptansız kalmış gemi misali savrulan uluslararası toplumun içerisine yuvarlandığı kaos süreci, daha büyük bir kaosla noktalandı. 30 Aralık 2019’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan kentinden sefere çıkan COVID19 virüsü, yalnızca iki buçuk ay gibi bir sürede dünyayı fethetti. Büyük İskender, Jules Cesar, Cengiz Han, Napolyon ve Hitler’in gerçekleştiremediği bu hayali mümkün kılmak normal bir mikroskopla dahi görülemeyen bir virüse nasip oldu.
Salgının henüz Avrupa ve ABD’de etkili olmadığı günlerde küresel ekonomiye verdiği zarar 375 milyar dolar olarak tahmin ediliyordu. Üstelik, Rusya da henüz petrol arzını kısarak fiyatları yükseltme hedefiyle Suudi Arabistan ve OPEC ile yaptığı anlaşmadan çekilmemişti. Ancak Mart ayının ortasına gelinmesiyle küresel ekonomideki yavaşlamanın durgunluğa dönüşmesi, COVID19 ile beraber enerji savaşlarında da yeni bir cephe açtı. Rusya’nın arzı kısıtlayan anlaşmadan çekilmesi Kremlin Sarayı’nın beklentilerinin aksine etki yaptı ve ham petrolün varil fiyatı 30 doların altını gördü. Aynı süreçte New York Borsası tarihinin en kötü ikinci kapanış değerlerine ulaştı. 20 Mart’ta Bank of America’nın içerisine girilen girdabı küresel resesyon olarak nitelemesiyle tablo yalnızca bir sağlık ve kısa vadeli ekonomik mücadele olmaktan çıktı. Dünya şu anda bir virüs tarafından tetiklenen bir dizi asimetrik ve doğrudan, jeopolitik düzlemdeki dengeleri kökünden değiştirecek tehditlerle karşı karşıya.
2003 yılında ortaya çıkan SARS salgını dünya genelinde 8 bin kişiye bulaşmış ve can kaybı 774 ile sınırlı kalmıştı. Ancak bu salgın dahi küresel ekonomiye 50 milyar dolar zarar verebilmişti. Bugün karşı karşıya kaldığımız COVID19 ise hala tam anlamıyla tanımlanabilmiş bir virüs değil ve dünya üzerinde daha ne kadar hüküm süreceğini tahmin etmek için erken. Bu konuda ABD ve vaka sayısını zamana yayarak can kaybını en düşük seviyede tutma stratejisini başarıyla uygulayan Almanya’nın söylemlerine yakından baktığımızda, her iki ülkenin Mart ayından itibaren yaklaşık 18 ay devam edecek bir kriz süreci için hazırlık yaptığı görülüyor. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 16 Mart Pazartesi gecesi ulusa sesleniş konuşmasında, salgın ile mücadeleyi bir “savaş” diye niteleyerek Fransız ordusunu sağlık ekipleri ile beraber ön saflara sürmesi, uzun soluklu bir mücadelenin yaşanacağının sinyaliydi. Silahlı kuvvetlerin devreye girmesi şıkkı, kriz yönetimine pek de iyi bir başlangıç yapmayan İngiltere tarafından da takip edilirken, ABD’de Ulusal Muhafızlar sokağa indi.
Çin Halk Cumhuriyeti, salgının başlangıç noktası olarak işaret edilen Wuhan’da 18 Mart’tan itibaren yeni vaka çıkmadığı iddiasıyla övünmekte. Ancak, Pekin yönetiminin inşa etmeye çalıştığı başarı hikayesinde hala boşluklar var. Salgını durdurmuş görünen Çin, üretime, eğitime ve ülke içerisinde yeniden seyahatlere izin vermeye hazır değil. Mevsimsel olarak Wuhan çevresindeki yerleşim birimlerinde kilometre kareye 24 bin kişinin düştüğü yönündeki bilgiler doğruysa, Pekin yönetiminin salgını durdurduktan sonra ucuz iş gücü uğruna kırsaldaki kitleleri metropollerin etrafına toplama politikasından vazgeçmesi gerekecek. Bunun bir daha çarkları ne zaman tam kapasite ile işleyeceği belli olmayan Çin’in sanayi üretimini nasıl etkileyeceği ise şu anki soru işaretlerinden yalnızca biri. Salgının gidişatına dair sağlıklı bilgi sıkıntısı yaşanan bir ülke de Rusya. Sahip olduğu nüfus ve coğrafi büyüklüğe oranla son derece az sayıda COVID19 vakası bildiren Kremlin yönetimi için “Yeni bir Çernobil skandalına zemin hazırlayıp hazırlamadıkları” sorusu soruluyor. 19 Mart tarihi itibarıyla Rusya resmi makamlarının bildirdiği vaka sayısı 147, can kaybı ise 1 oldu. Salgına dair bir kara delik izlenimi veren Kremlin’deki karar vericilerin seleflerinin 1986’da Çernobil Nükleer Santrali’ndeki patlamayı örtbas etme çabaları uzun ömürlü olmamıştı. Ancak gerek Moskova gerekse Pekin’in Mart ayının ikinci yarısından itibaren COVID19 virüsünün gerçek kaynağının ABD olduğuna dair internet üzerinden yoğun bir enformasyon operasyonu başlattıklarını izliyoruz. ABD’nin bu enformasyon operasyonuna yanıtı ise uygun zaman geldiğinde, Çin’den salgının yayılması sürecindeki umursamazlıklarının hesabının sorulacağı şeklinde geldi. Görünen o ki Çin’in, Avrupa ülkelerine tıbbı malzeme ve personel yardımı yaparak yürüttüğü günah çıkarma ve gönül alma amaçlı halkla ilişkiler operasyonları Washington’daki karar vericiler nezdinde pek etki yaratmıyor. Salgın sonuçlandığında birilerinin küresel ekonomideki durgunluğun faturasını kesecek suçlu aramaya başlayacağı şimdiden görülüyor.
Salgın sürecinde ortaya çıkacak virüsün türevi asimetrik tehditler ise küresel ekonomiye yıkıcı darbeler vuracak diğer faktörler olacak. Halihazırda başta Afganistan ve Pakistan olmak üzere Güney Asya ve Afrika ülkelerinden Avrupa’ya yönelen göç hareketinin katlanarak artması kaçınılmaz olacak. Dahası, Çin’deki ekonomik durgunluğun sosyal patlamalara yol açması halinde bu ülkeden kaynaklanacak bir göç hareketinin de Batı’ya yönelmesi ihtimal dahilinde. Şüphesiz, işsiz ve umutsuz kitleler, küresel ve bölgesel terör hareketlerinin insan kaynağının beslenmesi için de uygun zemini yaratacaktır. Salgınla beraber daha derin ve ısrarla üzerinde durulması gereken bir konu ise gıda güvenliği. Türkiye 2018-2019 yıllarında et başta olmak üzere gıda ihtiyacını karşılamada karşılaştığı sıkıntılar nedeniyle bu alandaki güvenliğin önemini geç de olsa anlamıştı. Şimdi bu sorunun daha da boyut kazanmış bir haliyle küresel düzeyde sınav vereceğiz. Tarım alanlarında ürünler yetiştirilse bile bunların şehirlere ulaşmasını sağlayacak tedarik zincirinin, lojistik ağların işler halde tutulması mümkün olabilecek mi? İstanbul gibi, Tahran gibi nüfusu artık 10 milyonlar ile ölçülen metropolleri beslemek, üstelik turizm başta olmak üzere hizmet sektörlerinde çalışanların büyük kısmının krizdeki bir ekonomide işsiz kaldığı süreçte bu gıda akışını sağlamak mümkün olabilecek mi? Tahran demişken, zaten ABD’nin ekonomik ambargoları altında ezilirken, salgına karşı umursamaz tavrıyla kendi mezarını kazan İran’daki rejimin tek kurşun atmadan yıkılma ihtimali de COVID19 sürecinin olası jeopolitik yan etkilerinden biri olarak kapımızın eşiğinde bekliyor.
Bugün devlet aygıtı ile siyasetin temsilcilerini çok yönlü zorlu bir görevler dizisi bekliyor. Küresel bir krize karşı uluslararası dayanışmanın da yardımıyla ulusal düzeyde mücadele verirken, eş zamanlı doğacak tehditlere yanıt verme kapasitesini edinmek ve salgın sona erdiğinde değişecek dünyaya hazır olmak gibi iç içe geçmiş süreçlerin yönetimi daha önce benzeri görülmemiş sorumluluk alma özverisi ve liderlik kapasitesi gerektiriyor. COVID19 sona erdiğinde hayatta kalacak olanların kişisel yaşamları sosyal mesafe kavramı ile yeniden tasarlanırken, devletler, 1980’li yılların başında neo liberal politikaların etkisiyle sağlık ve gıda alanında ortaya konan özelleştirme modellerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklar. Salgının dayattığı şartlara uyum sağlayan ve bu şartları kendi lehine dönüştürebilenler güçlenerek hayatta kalırken, geçmişteki önceliklerinde ısrar edenler bertaraf olacaklar. Belki de ülkelerin refah seviyeleri 2022 yılına geldiğimizde kişi başına düşen dolar bazındaki milli gelirleri ile değil, 100 kişiye düşen yoğun bakım ünitesi, solunum cihazı ya da sağlık imkanları ile ölçülecek. Şüphesiz salgının getirdiği karantina sürecinde karar vericilerin iklim değişikliği ve gıda güvenliği konularını düşünmeye de ayıracak bol vakitleri olacaktır. Çin Halk Cumhuriyeti semalarındaki hava kalitesinin, sanayi üretiminin 2 ay durmasıyla tertemiz olmasının da Venedik kenti sularının turist akınının durmasıyla yeniden berraklaşması ve canlı yaşamının geri dönmesinin de bizlere anlatmaya çalıştığı pek çok şey olmalı. Düşen fiyatına rağmen petrolün içecek bir şey olmadığını anlamak için de bu salgın bize bir fırsat sunuyor. Salgının etkili olacağı ve bağışıklık için virüsün dünya nüfusunun en az yüzde 40’ına bulaşması beklenen bu süreç toplumların nasıl bir gelecek istediklerine dair de karar zamanı olacak. Bu süreci COVID19 salgınına karşı bir aşıyla ama birbirinden karmaşık jeopolitik krizlerle karşı karşıya kalmış olarak da noktalayabiliriz, aşının yardımıyla inşa edilen Soğuk Savaş’ın bitimiyle özlemi duyulan küresel bir topluluk haline de gelebiliriz. Her durumda COVID19 için bulunacak aşı, yalnızca virüsü değil insanlığın pek çok hastalığını tedavi etmeye aday olacak.