Yerküremiz 2020’ye üzerinde yaşayan 8 milyara yakın insanın daha önce şahit olmadığı büyük bir salgınla girdi. 2019 yılı sonunda Çin’de ortaya çıkan ve dünyayı saran COVID-19 Pandemisi, bu virüsün canlı bir organizmaya bağlı olmaksızın da uzun süre canlı kalabilmesinden kaynaklanan yüksek bulaş kabiliyeti ve öldürücü bir etkiye sahip olması sebebiyle 2020 başından itibaren dünyanın tek ve ortak gündemi hâline gelmiştir. Öyle ki, 2020 Haziran başı itibarıyla 165.000’i Türkiye’de olmak üzere dünyada 6.330.000 vaka ve yine 4.500’ü aşkın ülkemizde olmak üzere küresel çapta 378.000’den fazla ölüm gerçekleşmiştir. COVID-19’a karşı aşının henüz geliştirilememiş olması nedeniyle ülkelerin elinde pandemiye karşı tek mücadele aracı, insanların birbiriyle temasını kısıtlayıcı katı tedbirler olmuştur.
Bilimin ve teknolojinin bu kadar ilerlediği çağımızda çaresiz kalınan salgına karşı alınan hayatı kısıtlayıcı tedbirler neticesinde neredeyse bütün ülkelerde –hepimizin yakından bildiği üzere- hayat adeta durmuştur.
2020 yazına girerken pandemiyi belirli ölçüde kontrol altına almaya başlayan Türkiye dâhil birçok ülke, ekonomik olarak normalleşme gayreti içinde olup, sınırlı da olsa mağazaları, AVM’leri, kafeleri ve berberlerden spor salonlarına hizmet sektöründe faaliyet gösteren birçok işletmeyi, eğitim kurumlarını tedricen faaliyete geçirme sürecindedir. Şüphesiz bu gelişmeler COVID-19 pandemisinin seyrine ve ikinci bir dalganın gelip gelmeyeceğine bağlı olarak olumlu ya da olumsuz yönde gerçekleşebilecektir.
Dünya, daha önce hiç karşı karşılaşmadığı bir ekonomik krizin içinden geçmektedir. Krizin özelliklerine bakıldığında atipik olması ve pandemi kaynaklı olması bakımından diğer küresel krizlerden ayrılmaktadır. Ülkelerin sınırlarını kapatması ve uluslararası ticaretin de çok daraldığı pandemi sürecinde ülkelerin uluslararası ticari faaliyetlerinin oturduğu mutlak ya da mukayeseli üstünlüklere dayalı ticari sistemlerin işleyişi kökten sarsılmış olup, karşımıza artık “demode” olan kapalı ekonomiler yeniden çıkmaktadır.
Nitekim Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün, şu anda büyük bir durgunluk yaşayan dünya ticaretine ilişkin iyimser senaryolardaki tahminlerine göre, küresel ticaret 2020’de bir önceki yıla nazaran en az % 13, kötümser senaryoda ise minimum % 32 gerileyecektir.
Dünya ve Türkiye borsalarında birkaç ayda % 40’lara varan düşüşlere yol açan krizin ekonomik hayata etkileri, kuşkusuz doğrudan ekonomik büyüme rakamlarına yansıyacaktır. 2020 yılı Nisan başında IMF’in 2020’nin ilk aylarına ait verileri esas alarak yaptığı tahminlere göre; 2019’da %2,9 büyüyen küresel ekonominin 2020’de % 3 küçüleceği öngörülürken, dünya genelindeki bu küçülmenin gelişmiş ekonomilerde % 6,1 gibi yüksek bir oranda gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. IMF’in son tahminlerine göre, Türkiye’nin de arasında bulunduğu Yükselen Piyasalar ve Gelişmekte Olan Ülkeler grubundaki büyüme tahmini ise sadece % 1 olup, kategoriler arasında en düşük (en iyi) küçülme oranı tahminidir. Buna mukabil, Hindistan (% 1,9) ile salgının kaynağı olan Çin (% 1,2) 2020’de dahi pozitif büyüme göstereceği tahmin edilen ender ülkelerdendir. (Neyse ki, söz konusu tahminlere göre 2021 büyüme seyrinin pozitife döndüğü bir toparlanma yılı olacaktır.)
Diğer yandan, ülke grupları içinde en yüksek küçülme oranının % 7,5 ile Euro Bölgesi’nde öngörülmesi, Rusya’nın da % 5,5 bir daralma gösterecek olması (Rusya’ya pandeminin geç ulaşmasının, bu tahmini daha da kötüleştirme ihtimali de gözardı edilmemelidir) Türkiye’nin ihracatının ağırlıklı olarak bu ülkelere olması sebebiyle Türkiye’yi ayrıca olumsuz etkileyecek bir unsurdur. IMF’in son tahminlerine göre, 2020 yılı için Türkiye ekonomisi %5 oranında daralacak, buna mukabil 2021 yılı için ise %5 büyüme kaydedecektir. Turizm gelirlerindeki keskin düşüş hem GSMH, hem de cari açık üzerinde önemli bir olumsuz etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Küresel ölçekte yaşanan ekonomik büyüme kayıpları, durgunluk ve daralma, çalışma hayatı ve istihdamı da derinden etkilemektedir. 22 Nisan 2020 itibarıyla COVID-19 pandemisine karşı alınan tedbirler sebebiyle küresel ölçekte yaklaşık 2,26 milyar çalışan etkilenmiştir ki, bu da dünya işgücünün yaklaşık %70’ini oluşturmaktadır.
Nitekim ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)’nun son tahminlerine göre 2020 yılının ilk çeyreğinde dünyada toplam çalışma saati itibarıyla istihdam, kriz öncesine (2019’un son çeyreğine oranla) %4,5 azalmıştır. Bu da, haftalık azami çalışma süreleri 48 saat kabul edildiğinde 130 milyon “iş”e tekabül etmektedir.
Yine ILO’nun tahminlerine göre, istihdam kayıplarındaki olumsuz eğilimin 2020’nin ikinci çeyreğinde de devam etmesi beklenmektedir. Bu yılın ikinci çeyreğinde küresel ölçekte toplam çalışma saatlerinin kriz öncesi son çeyreğe oranla %10,5 oranında azalması beklenmektedir ki, bu da 300 milyondan fazla tam zamanlı “iş”e karşılık gelmektedir.
Küresel ekonomik büyüme tahminleri değerlendirildiğinde dünya ekonomisi 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel ekonominin gördüğü en büyük durgunluğu yaşamaktadır. Geçmişte yaşanan krizlerin çoğu talep yönlü olmasına karşın, mevcut krizin ekonomi üzerindeki etkileri hem arz hem de talep yönlüdür. Böylesine yaygın, derin ve atipik bir krizin aşılması da ekonomik ve finansal politikaların yanında toplum ve kesimler nezdinde kapsamlı ve katılımlı tedbirlerle mümkündür.
ILO ve tarafımızca yapılan hesaplamalara ve analizlere göre, gerek dünyada gerekse Türkiye’de salgına bağlı ekonomik krizin işsizlik riski olarak yüksek düzeyde görüldüğü sektörler; ekonomi ve istihdam içindeki ağırlığı yüksek olan imalat, toptan ve perakende ticaret, konaklama ve yiyecek hizmetleri gayrimenkul ile kültür, sanat, eğlence ve spor faaliyetleridir. Krizden orta-yüksek düzeyde etkilenen sektörler ise; inşaat, ulaştırma ve depolama, mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler, idari ve destek hizmet faaliyetleri ve diğer hizmet faaliyetleridir.
Krizin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin asgariye indirilmesi ve özellikle istihdam kaybının önüne geçilebilmesi amacıyla Türkiye’de bir dizi önlem alınmış ve uygulamaya konmuştur. Bunların bir kısmı, genel olarak ekonomiyi (dolayısıyla istihdamı) arz ve talep taraflarından güçlendirici tedbirler olup, bir kısmı da doğrudan, özellikle çalışma hayatına ve istihdama yönelik tedbirlerdir.
Bu minval üzere ülkemizde esnaf ve zanaatkârları, mikro işletmeleri, KOBİ’leri ve neredeyse tüm işletmeleri ilgilendiren vergi ve sigorta primi indirimleri sağlanmıştır. Ayrıca, işletmelerin ve bireylerin kamuya olan borç, aidat vb. yükümlükleri, vergi ve sigorta primleri başta olmak üzere kredi (Eximbank ya da KOSGEB kredileri vs.) geri ödemelerinin ötelenmesi sağlanmıştır.
İlâve olarak, pandemi sürecinde, başta kamu bankaları ve KOSGEB, TUBİTAK, İŞKUR, KGF gibi kamu kurumları tarafından olmak üzere uygun şartlarda sağlanan destekler, krediler ve finansman kolaylıkları KOBİ’leri ve işletmeleri desteklemeye yönelik önemli katkılar sağlamıştır. Son olarak Haziran başında üç kamu bankasının ortak olarak açıkladığı piyasadaki ortalama faizlerin önemli ölçüde altındaki oranlarla konut, taşıt, sosyal hayat ve tatil kredisi paketleri ekonomiyi kredilerle canlandırmayı yönelik ciddi tedbirlerdir.
İlâve olarak, krizin istihdam üzerindeki olumsuz etkilerine karşı da önemli tedbirler geliştirilmiştir. Bu tedbirlerin başında 17.04.2020’de çıkarılan 7244 sayılı Kanun’la getirilen “işten çıkarma yasağı” gelmektedir. Bu kanunla ücretsiz izin döneminde de çalışanlara İşsizlik Sigortası Fonu’ndan günlük 39,24 TL ödeme yapılması imkânı sağlanmıştır.
İstihdamın korunması bakımından getirilen en önemli tedbirlerden biri de, COVID-19 pandemisi nedeniyle faaliyetlerini yavaşlatan veya durduran tüm işletmelerin kısa çalışma ödeneğine başvurabilmesi imkânının sağlanması olmuştur. Kısa çalışma ödeneği tutarı; sigortalının son 12 aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %60’ı (üst sınırlar dâhilinde) olarak belirlenmektedir. Ayrıca, 26.03.2020 tarihli 7226 sayılı (kamuoyunda Torba Kanun olarak bilinen) Kanun’la getirilen asgari ücret desteği de, hem işverenler hem de çalışanlar açısından COVID-19 pandemisi sürecinde işverenleri ve çalışanları destekleyici bir düzenleme olmuştur.
Mayıs sonu itibarıyla daha önce açıklanan “Ekonomik İstikrar Paketi” kapsamında yaklaşık 5,5 milyon vatandaşımıza 1000’er TL’lik nakit destek, 4,5 milyonu aşkın vatandaşımıza da Kısmi Çalışma Ödeneği ve İşsizlik Ödeneği olarak yaklaşık 6 milyar TL ödeme fiilen yapılmıştır. Hükümet tarafından açıklanan paket kapsamında toplam olarak yaklaşık 10 milyon ihtiyaç sahibi kişiye 11,5 milyar TL’lik (1,67 milyar dolar) karşılıksız nakit desteği sağlanmıştır. Kamu bankaları tarafından açıklanan özel finansman imkânları ve diğer destekler de hesaba katıldığında karşımıza toplamda 260 milyar TL’lik bir meblağ çıkmaktadır. Tüm bu fonlar kullanıldığında, çarpan etkisi de dikkate alındığında bu meblağın ekonomi üzerindeki etkisinin 600 milyar TL’yi aşabileceği yetkililerce ifade edilmektedir. Bütün bu tedbirlerin önümüzdeki aylara ilişkin göstergelere olumlu tesir etmesi beklenmektedir.
COVİD-19 pandemisi, bilimin ve teknolojinin onca geliştiği çağımızda, insanları evine hapsedecek kadar, yolda birbirini uzaklaşması gereken adeta düşman gibi görecek kadar aciz bırakmış olup, şu anda adeta bir şok içine sokmuştur. Günümüzün insanı böyle bir salgını ilk defa yaşamış olup, hiç geçmeyeceği ve azalsa da devam edeceği şeklinde bir karamsarlık oldukça yaygındır. Oysa, dünyanın yaşadığı ilk salgın koronavirüs pandemisi olmayıp, büyük ihtimalle -maalesef- sonuncusu da olmayacaktır. Tarih boyunca, veba gibi insanların, kuş gribi gibi diğer canlıların ve bitkilerin maruz kaldığı salgınlar bulunmaktadır ve tamamı bir türlü (tabii ki salgınların bitmesinin izahı da var) sona ermiştir. On dördüncü yüzyılda bütün Avrupa’yı kasıp kavuran, yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüne neden olan ve kara ölüm diye bilinen veba salgını dahi, aşının olmadığı, tıp, kimya ve diğer alanlardaki bilimsel ve teknolojik imkânların günümüzle kıyaslanamayacak kadar geri olduğu o dönemde kısa sayılabilecek bir süre, sadece dört yıl sürmüştür. Dolayısıyla, COVİD-19 salgını da sona erecektir. Önemli olan husus ise, söz konusu salgını en çabuk ve en az tahribatla atlatmak; bu süreci sağlıktan ekonomik ve sosyal alanlara kadar her alanda iyi yönetmek ve geleceğe de iyi hazırlanmaktır.
Bu süreçte, içinde olduğumuz hayatı ve ekonomiyi kısıtlayıcı mahiyetteki tedbirlerin tedricen gevşetildiği geçiş döneminde ve akabinde oluşacak COVİD-19 pandemisi sonrası yapıya yönelik gerekli yapısal politika ve tedbirlerin alınması ise son derece önemlidir.
Bu kapsamda, kamunun (Sağlık Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve ilgili tüm bakanlıkların yanında KOSGEB, SGK, İŞKUR, TUBİTAK, KGF gibi kuruluşların), Türkiye Bankalar Birliği ve bankalar ve finans kuruluşları olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının tamamıyla birlikte tüm esnaf, sanayi ve ticaret odaları, meslek kuruluşları, sendikalar, üniversiteler, yerel yönetimler, ilgili sivil kuruluşların ve tabii ki doğrudan işverenlerin ve çalışanların üzerine düşen görevler bulunmaktadır.
Başlı başına bir makale konusu olmakla beraber, söz konusu politika ve tedbirleri üç grupta ele almak mümkündür: (1) düzenleyici (birincil ve ikincil mevzuat, standartlar, vs.) tedbirler; (2) denetleyici tedbirler; ve (3) eğitici tedbirler. “Yeni normal” olarak nitelenen önümüzdeki dönemde daha çok üzerinde durulması gereken hususlar bu politika alanları olacaktır.