Dış politikasında Türkiye ve Türk dünyası aleyhinde düşmanca bir tavır sergileyen ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Özellikle son dönemlerde İslamofobik bir politika izleyen Fransa’nın dış politikasında Türkofobi de kendisini belli ediyor. Önceki dönemlerde de Türkiye aleyhinde farklı stratejiler izleyen Fransız hükümetleri bunu daha “diplomatik” bir çerçevede belli ederken, Macron döneminde bu çizgi, diplomasiden uzak ve açıktan bir düşmanca yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Son yıllarda Fransa-Türkiye ikili ilişkilerine bakıldığında, olumsuz ve kırılgan ve her iki ülkenin dış politikasını direk olarak etkileyen söylemler üzerinden bir strateji izlendiği görünmektedir. Özellikle, 2020 yılı sonbaharında iki ülke liderlerinin karşılıklı söylemleri Paris ve Ankara arasında olumsuz seyreden ilişkileri daha da gerginleştirmişti. Bunun en önemli nedeni, Fransız öğretmen Samuel Paty’nin Hz. Muhammed (sav) karikatürleri ile ilgili konuşması sonrasında öldürülmesini Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İslam aleyhinde söylemleri takip etmiş; bu söylemleri iç politikada bir araç olarak kullanmak isteyen Macron’un Fransız toplumunda yükselişte olan İslamofobi’yi daha da tetiklemesi Türkiye’nin tepkisini çekmişti.
Fransa’nın İslam düşmanlığı üzerine kurulu politikaları ikili ilişkilerde gerginliği tırmandıran nedenlerden sadece biri. Bir diğer neden de bölgesel sorunlarda Fransa’nın devamlı olarak Türkiye karşıtı bir tavır izlemesi ve karşı safta yer alarak Türkiye’nin ulusal ve güvenlik çıkarlarını görmezden gelmesidir. Buna örnek olarak bölgesel sorunlar kapsamında ister Orta Doğu’da, Libya’da, AB-Türkiye ilişkilerinde ve Doğu Akdeniz’de Ankara-Paris arasında zaman-zaman yaşanan gerilimleri gösterebiliriz. Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının yanında Türkiye aleyhinde izlenen politika da ikili ilişkilerde ayrı bir sorun. Bunun üzerine Azerbaycan-Türkiye ikili ilişkilerinde olumlu gelişmeler ve 2020 sonbaharında Azerbaycan’ın İkinci Karabağ Savaşı sonrasında 30 seneye yakın Ermeni işgalinde olan toprakları üzerinde kontrolü sağlaması, Fransa’nın Türkiye aleyhinde izlediği politikalara bir yenisini daha eklemiş oldu. Tabii bunda Ermeni lobisinin Fransa’daki gücü de kendi etkisini göstermektedir. Fakat sonuç olarak bugün Macron iktidarındaki Fransa’nın Türkiye aleyhinde ve Azerbaycan-Türkiye ilişkileri aleyhinde izlediği politikalar Fransa dış politikasında bilinçli bir Türkofobi stratejisi olarak değerlendirilmelidir.
Ermeni konusu ve sözde soykırım iddiaları üzerinden Türkiye aleyhinde politikalar izlenmesi Fransa’nın geleneksel politikalarından biridir. Ayrıca, Fransa’nın uzun yıllardır Azerbaycan-Ermenistan arasında Karabağ sorununun çözümünde üstlendiği “arabulucu” misyonu da Paris’i, Azerbaycan ve Türkiye aleyhinde Ermeni yanlısı politikalarından vazgeçirmedi. İkinci Karabağ Savaşı devam ettiği süreçte ise bu politikalar hem Bakü hem de Ankara’nın kırmızı çizgilerini aşacak boyuta ulaştı. Fransa’da Türkofobi, Azerbaycan ve Türkiye aleyhindeki protestolarla sınırlı kalmadı. Karabağ Savaşı sırasında Türkiye’nin Bayraktar TB2 SİHA’larının Azerbaycan ordusu tarafından kullanılmasından rahatsız olduğunu Fransa üst düzey yetkilileri farklı mecralarda dillendirmekten kaçınmadılar. Türkiye’nin Azerbaycan’la geliştirdiği askeri iş birliğini eleştiren Fransa, Karabağ savaşı sırasında Ermenistan’a karşı savaşmaları için paralı askerlerin Türkiye’nin eliyle Azerbaycan’a gönderildiği gibi sahte haberleri propaganda aracı olarak kullandı.
Fransa’nın Ermeni yanlısı politikalarından sonra Macron’un yeniden Bakü-Erivan arasında arabulucu olma girişimlerinin Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından geri çevrilmesinden sonra Fransa, Azerbaycan karşıtı politikalarını daha da artırmış oldu. En son olarak, bu paranoyak Türkofobi yaklaşımı Fransa Senatosu’nun, Azerbaycan’ın Karabağ savaşından sonra kendi toprakları üzerinde kontrol sağlamasından duydukları rahatsızlık uluslararası hukuk ilkelerine aykırı olarak ayrılıkçı Karabağ Ermenilerinin bağımsızlığının tanınması ve Azerbaycan’a yaptırım uygulanması gibi Fransız hükümetine sundukları önerge ile kendisini gösterdi. Önergede, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin Güney Kafkasya’da “barış ve güvenliğe tehdit” olduğu yönünde paranoyak ifadelere de yer verildi.
Macron iktidarının Ankara karşıtı söylemlerinde bir farklı boyut da Türkiye’nin terörle mücadele politikaları ile ilişkilidir. Uzun yıllardır terör örgütü PKK’nın Fransız iktidarları ve istihbaratı tarafından Türkiye aleyhinde propaganda aracı olarak kullandığı bilinmektedir. Türkiye’nin Suriye’de PKK’nın uzantıları YPG/PYD terör örgütlerine karşı mücadelesi de, Fransa’nın Türkiye aleyhindeki eleştirilerine neden olmaktadır. Zaman-zaman Fransız üst düzey yetkililerinin terör örgütü YPG/PYD güdümündeki sözde Suriye Demokratik Konseyi ile görüşmeleri de Türkiye aleyhinde terör örgütlerinin Fransa tarafından desteklenmesi şeklinde yorumlanabilir. Zeytin Dalı Harekatı’ndan başlayarak günümüze kadar Türkiye tarafından terör örgütleri aleyhinde askeri operasyonlara en sert tepki gösteren ve endişesini gizlemeyen ülkelerin başında da Fransa gelmektedir. Fransa Senatosu’nun Barış Pınarı Harekatı sonrasında Türkiye aleyhinde kararlar alması ve terör örgütleri PYD/YPG’ye destek açıklaması da Fransa’nın Türkofobi politikalarına örnek olarak gösterilebilir.
Uluslararası sistemde etkisinin azaldığının farkında olan Fransa, 19. yüzyılda olduğu gibi kendisini yeniden dünyayı yönlendirebilecek büyük bir güç olarak kanıtlamak hayalleri kurmaktadır. Genel olarak değerlendirildiğinde, günümüz ikili ilişkilerinin kaybet-kaybet çizgisinde ilerlediği anlaşılıyor. Bu çizgiyi kazan-kazan olarak değiştirmek Fransa’nın Türkiye ile ilişkilerinde daha pragmatik ve akıllıca politikalar izlemesi halinde mümkün gözüküyor. Böyle bir durumda, Ermeni lobisinin rehinesine dönüşmüş Macron iktidarının, ikili ilişkileri geliştirmesi ve bölgesel güvenlik sorunlarının çözümünde Türkiye ile uluslararası hukuk ilkeleri çerçevesinde ilişkiler kurması gerekmektedir. Fakat, son dönemlerde yükselişte olan Fransız milliyetçiliği, Ermeni lobisinin etkisi, İslamofobi ve Türkofobi politikaları nedeniyle post-Macron döneminde de ikili ilişkilerin kolay kolay olumlu istikamette değişeceği ihtimali zor gözükmektedir.