Gazze’ye yönelik başlayan saldırılar, neredeyse kırk beş günü geride bıraktı. İnsani, siyasi, ekonomik, askeri ve demografik sonuçlar, bölgedeki dengeleri etkiledi. Yerel, bölgesel ve küresel yansımalarının devam ettiği ve devam edeceği bu dönem, Gazze’nin geleceğine dair soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir. Soru işaretleri muğlaklığını korurken, geleceğe dair ipuçları da sunmaktadır.
Gazze’deki direniş, İsrail’e dair algıları zıddına çevirme konusunda önemli bir adım attı. İsrail’in oluşturduğu güvenlik algısı ve Yahudilerin iskanına yönelik yıllar içerisinde büyüyen yerleşik düşünceler, kısa bir zaman içerisinde değişim gösterdi. Elbette bu değişimin sürecin taraflarını etkileyen sonuçları oldu.
İsrail adına burada üzerinde ilk durulması gereken sonuçlardan biri demografi olmalıdır. Filistinlilerin tahliye edildiği bir Gazze, bölgenin geleceğine dair oluşturulmak istenen senaryolarda öncelikli konu haline gelmiştir. İsrail’in kurulduğu günden bu yana öncelikli amacı, demografik bir çoğunluğu sağlamak olmuştur. 2023 yılı, İsrail’e yapılan göçlerin (Aliyah), ciddi oranda azalmaya başladığı bir yıl oldu. 7 Ekim süreci başlamadan önce, geçen senenin aynı dönemine göre dışarıdan İsrail’e göçler yüzde elli oranında azalmıştı. Bunun üzerine bir de Aksa Tufanı harekatının İsrail’in güvenlik imajını etkilemiş olması, bu bölgeyi artık İsrail için kolayca kolonileşebilir olmaktan çıkarmış ve göçleri tersi istikametine çevirmiştir.
7 Ekim’de başlayan süreç, İsrail’in demografik planlarının en azından şimdilik istediği gibi ilerlemediğini gösteriyor. Gazze’ye coğrafi olarak yakın olan başta Aşdod ve Aşkelon gibi bölgeler olmak üzere İsrail’in pek çok farklı bölgesinden sayıları on binlere varan İsraillinin başka ülkelere göç etmesi bunun en büyük göstergesidir.
İsrail’e demografik açıdan temas eden kısmın ardından Gazze’ye baktığımızda buradaki demografik değişim senaryoları, Batı ve İsrail’in, krizin ilk gününden bu yana temel gündemi olmuştur. İsrail, Gazze halkını Sina bölgesine tahliye edebilmek için 7 Ekim’in ardındaki süreci kendisi adına bir fırsat olarak görmüş ve yoğun saldırılara başlamıştır. Ağır bombardımanların Gazze’nin kuzeyinde yoğunlaştırılarak insanların güneye göçe zorlanması ve kara harekatının izlediği rota bu durumun göstergesi olmuştur.
Mısır’ın tüm dış borçlarının kapatılmasının taahhüt edilmesi, ABD tarafından Mısır’a Filistinlilerin tahliye edilmesi için yapılan baskı, ABD’nin askeri varlığını Akdeniz’e getirmesi, yerinden etme politikalarının yalnızca birkaç örneği. Bununla beraber Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler için Ürdün senaryosunun ortaya konmuş olması, Gazze’nin ardından hedefin Batı Şeria olacağına işaret etmektedir.
Uluslararası bir koalisyon tarafından Gazze’nin yönetilmesi, şu aşamada üzerinde en fazla durulan konulardan biri. Mısır ve Batı Şeria’daki Filistin Otoritesi’ne Gazze’yi devretmek de uygulanmak istenen senaryonun farklı alternatifleri olmuştur. Bu senaryolar, bölgede yeni aktörleri ön plana çıkarabileceği gibi, uygulandığı durumda nasıl sonuçlanabileceğine dair de ipuçları sunuyor.
ABD’nin sürecin hemen ardından dış politika turlarında önce tahliye için bir konsensüs sağlamak istemesi, şimdilik karşılık bulmamış gibi gözüküyor. ABD bu politikaları uygularken, bölgedeki geleceğinin olumsuz yönde nasıl etkileneceğini de unutmamak gerekir. Zira ABD artık bölgenin geleceğini yalnızca İsrail üzerinden çözümleyemeyerek bölgede bizzat varlık göstermek zorunda kalmıştır. ABD’nin İslam dünyası üzerindeki itibar kaybı, güç merkezinin değişmesi, Çin ve Rusya’ya önemli avantajlar sağlamıştır.
İlerleyen dönemde Gazze’nin Filistin otoritesinden ayrıştırılarak farklı bir yönetim bağlamında ele alınması gündeme gelecektir. Ancak 2021 yılında da benzeri hadiseler ile gündemimizde yer alan krizin, bizlere verdiği önemli bir mesaj vardır. Filistin halkı coğrafi olarak farklı parçalara ayrılarak birbirinden koparılmak istense de, bu parçalı coğrafya Filistinlilik üst kimliğinde buluşabilmektedir. İsrail, Gazze’yi ortadan kaldırmak isterken coğrafi olarak kendine daha yakın topraklarda, birden fazla Gazze’nin oluşmasına sebep olabilir. Nitekim Batı Şeria’da kurulan ve İsrail’e karşı mücadele eden grupların son yıllardaki değişimine baktığımızda, Filistinlilerin ya da “Filistinli”liğin ortadan kaldırılamayacağını kabul etmek gerekmektedir.
Gazze’den direnişi ayırmak mümkün olmadığı gibi, Gazze halkının da bu realiteden ayrıştırılacak bir sosyolojide olmadığını bilmek gerekir. Nitekim, 7 Ekim süreci esas itibarıyla mücadelenin merkezine yeniden direnişi yerleştirerek, bir anlamda Filistin halkının beklentilerini de yerine getirmiştir. 7 Ekim sürecini yalnızca askeri bir değerlendirme kapsamında ele almak; bu mekanizmaların askeri güçlerinden bağımsız siyasi ve sosyal oluşumlar olduğunu ve siyasi, sosyal gerçekliklerin ışığında hareket ettiği gerçeğini gözden kaçırılabilir.
Bölgedeki gerçeklik, Gazze’nin geleceği hakkında bizlere bilgi veriyor. Gazze halkının kararlılık ile burada kalmaya devam etmesi, işgal gerçekliğine rağmen sonucu Gazze’de aradığını gösteriyor. Filistin meselesinin özündeki konulardan birinin geri dönüş yani kendi toprakları dışında yaşayan Filistinliler olduğunu düşündüğümüzde, Gazze halkının tüm sonuçlara rağmen burada yaşama isteği, Filistinsizleştirilen bir Gazze’nin gerçekleşmesinin düşük bir ihtimal olduğunu ortaya koyuyor.
Gazze’deki direniş, bölgeye yaklaşımlarda yapılan bir temel eksikliği de yeniden hatırlatmıştır. O eksiklik, bölgeye teorik ve uzaktan mercek tutarken, saha gerçekliği ile teorik yaklaşım arasındaki makasın açıldığını farketmemektir. Başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin yer aldığı çözüm teorisi, saha gerçekliği ile uygun düşerken; Filistinlilerin otonom alanlara sıkıştırıldığı ve yerinden edilmeyi öngören çift devletli çözüm önerilerinin bugün gerçekleşme şansı kalmamıştır. Gazze halkı özelinde Filistin, uzun yıllardır olduğu gibi 7 Ekim’in ardından da toprak ile olan bağlılığını ortaya koymuştur.