
Türkiye’nin bölgedeki yükselen gücü, uluslararası arenadaki sözü ve itibarı her geçen gün artıyor. Silah sanayiindeki gelişmelerse caydırıcılık gücünü artırıyor. Dolayısıyla bu konjonktürde PKK’nın birtakım çevrelerle ittifak içine girerek faaliyetlerine devam etmesi çok daha zor olacaktır.
Bir yıl önce başlayan “Terörsüz Türkiye” süreci hem dahili hem harici anlamda Cumhuriyet Türkiye’sinin en önemli projelerinden biridir. Böyle olmasının sebebi 2025’in Türkiye’si ve bölge şartlarının yeni bir gelecek tahayyülünü icbar etmesidir. Kabul edelim ki, siyasi ve toplumsal anlamda 2000’lerden sonra her şey çok hızlı değişmeye başladı. Bu değişim siyasî stratejileri, araçları ve en nihayetinde ulaşılmak istenen gayeleri de yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Nitekim Stalinist bir örgüt olarak Kürt devleti kurma hayaliyle ortaya çıkan PKK’nın, kuruluşundaki birçok gayesini bizzat Öcalan eliyle revize etmesi ve hemen hepsinden vazgeçmiş olması bu değişimin PKK nezdindeki izdüşümleri olarak okunabilir.
Yeni konjonktürel şartlar gözetilerek Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’teki çağrısıyla başlayan süreç MİT ve güvenlik bürokrasisi eliyle devam etti. Daha sonra Şubat ve Mayıs aylarındaki irade beyanlarından ve Temmuz ayındaki silah yakma töreninden en nihayetinde bugünlerde devam etmekte olan Meclis komisyonu aşamasına gelinmiş oldu. Bundan sonra sürecin nasıl devam edeceği hem yapılması düşünülen yasal düzenlemeler hem de örgütün birtakım güvenceler vermesine bağlı olarak ilerleyecektir. Elbette Suriye’nin kuzeyinin nasıl şekilleneceği de sürecin adeta bir ön şartına dönüşmüş durumda.
İSTEKSİZ DEĞİL İHTİYATLI
Hiç kuşkusuz, bu tür süreçler yürütücüleri adına siyaseten ciddi risk barındırırlar. Nitekim 2013-2015 dönemindeki süreç sonunda Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti oylarında düşüş yaşanmış ve MHP tarihinin en yüksek oylarından birini almıştı. 1 yıldır devam eden sürecin bu sefer hem MHP hem de AK Parti için riskli tarafları elbette vardır. Fakat bu sefer durumu farklı kılan husus MHP’nin işin içinde olması zira MHP, hâlâ Türk milliyetçiliğinin en köklü ve kurumsal partisi durumunda. Bu sürecin bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla kamuoyuna mâl edilmiş olması riskleri iktidar kanadı adına bir nebze azaltmaktadır.
Fakat, aradan geçen 1 yılda bile zaman zaman süreçte tıkanmalar oldu. Mayıs ayındaki PKK kongresi ve sonrası yapılan açıklamanın gecikmesi sürece dair en kritik dönemeçlerden biriydi. Bundan sonrası için de son derece pürüzlü bir yol bizi bekliyor. Bu yüzden tüm tarafların itidalli olması ve dikkatli bir üslup kullanması gerekiyor. Şunu unutmamak gerekir; hiç kimse istemese de, sürecin olası bir çöküş senaryosunda siyaseten birtakım maliyetler oluşabilir. Daha önceki süreçte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti bu maliyetleri göğüslemek zorunda kalmıştı. Bu yüzden de Erdoğan’ın temkinli ama destekleyici duruşu zaman zaman “isteksiz” şeklinde yorumlanmaktadır. Fakat şunu unutmamak gerek; devletin tüm kurum ve aygıtlarının içerisinde olduğu bir süreçte yaşanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “rağmen” gerçekleştirilemez. Erdoğan’ın izni ve bilgisi olmadan bir şey yapılabileceğini düşünmek abes olur. Belki şu söylenebilir; geçmiş tecrübeler ışığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürece ilişkin duruşu isteksiz değil ama ihtiyatlı bir duruştur.
Diğer yandan olası bir çöküş senaryosunda DEM Parti temsilindeki Kürt siyaseti ve PKK için bu çöküşün maliyeti çok daha ağır olacaktır. Yeni dönemin dinamiklerinde PKK gibi yapıların hem varlığını devam ettirmesi ve hem de sözüm ona kendine meşruiyet devşirmesi daha zor olacaktır. Çünkü haddizatında PKK onlarca yıl içinde Kürt halkı üzerinde bile tam bir meşruiyet kazanamadı. Bugüne kadar varlığını birtakım odaklarla çıkar ilişkisine girerek, onların Türkiye’ye karşı kendilerini araçsallaştırmasına razı olarak varlığını devam ettirebildi. Bu odaklar kimi zaman Rusya, kimi zaman ABD kimi zaman İran oldu. Fakat Türkiye’nin bölgedeki yükselen gücü, uluslararası arenadaki sözü ve itibarı her geçen gün artıyor. Silah sanayiindeki gelişmelerse caydırıcılık gücünü artırıyor. Dolayısıyla bu konjonktürde PKK’nın birtakım çevrelerle ittifak içine girerek faaliyetlerine devam etmesi çok daha zor olacaktır. Terörsüz Türkiye sürecinde PKK yönetici kadrosunun ikna edilmesinde bu dinamiklerin belirleyici olduğunu düşünüyorum.
TARİHİ HAKİKATLER
Benzeri durum Suriye’nin kuzeyi için de geçerli. Şayet örgüt süreci istismar eder ve Suriye’nin kuzeyinde kendine de facto bir alan açmaya çalışırsa bu stratejinin de orta ve uzun vadede Türkiye’nin tepkisinden kurtulması mümkün değil. Kürtleri birtakım odakların taşeronu yapma pahasına siyasi kazanımlar elde etme stratejisi, bu coğrafyada daha önce de çok kez denenmiş ama sonu hep hüsran olmuştur. Mustafa Barzani’nin önce Sovyetler’e ardından ABD’ye güvenerek Irak’a karşı kendine alan açmaya çalıştığı 1960’lardan günümüze bu strateji işlememiştir. Mustafa Barzani isyanlar sonunda canını zor kurtarmış ve sürgünde ölmüştür. Son örneğini 10 yıl öncesinde Suriye’deki gelişmelerde gördük. Elde edileceği düşünülen kazanımlar uğruna Türkiye’deki sürecin bitirilmesi bu minvaldeki son örnekti. Suriye’yi de facto bir kazanım alanı olarak görüp, kendi partisiyle bile görüşmeden kürsüye çıkarak “Seni başkan yaptırmayacağız” diyenler aslında açık bir irade beyanında bulunuyordu. Bu açıklama, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsıyla özdeşleştirilse de açıkçası DEM (o zamanki adıyla HDP) siyasetini ve önceliklerini Türkiye’yle değil, Türkiye’nin aleyhine uluslararası odaklarla belirleme stratejisinin açık edilmesiydi.
Bugün de İsrail’e güvenerek Türkiye’ye rağmen Suriye’nin kuzeyinde girişilecek teşebbüslere karşı Türkiye’nin yakın geçmişteki reaksiyonları hatırlanmalıdır. Türkiye, kendi üslerine, operasyon yememek için ABD bayrağı çeken PYD’ye operasyon yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’ye seslenmiş ve o bayrakları indirme çağrısında bulunmuştu. Aksi takdirde “o bayrakların dibine gömeriz” diyerek de bu konudaki Türkiye’nin kararlığını tescil etmişti. Kaldı ki Türkiye askerî, siyasî ve diplomatik anlamda 10 yıl öncesine göre çok daha güçlüdür. Bu yüzden de müzakere ve görüşmeler biter de hendekler yerine tüneller gündeme gelirse, hendeklerde yapılanın daha da fazlasının tünelleri beklediğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.
POPÜLİST VE SUNİ TAHRİKLERE DİKKAT
O halde yeni dönemde hem siyasetin hem de Meclis’in başat gündemi Terörsüz Türkiye süreci ve bu sürecin ilerletilmesi için yapılacak düzenlemeler olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği ve MGK bildirilerinde de belirtildiği gibi temel amaç terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge inşa etmektir. Zira Terörsüz Türkiye terörsüz bir bölge inşa etmenin ön şartıdır. Terörsüz Türkiye sürecinin sıhhatli bir şekilde ilerlemesi de toplumsal hassasiyetlerin gözetilmesiyle mümkün olabilir. Yapılan araştırmalar sürece yönelik toplumsal desteğin yüzde 60’ların altına düşmediğini ancak bu sürecin çözümle neticeleneceğine dair güvenin yüzde 50’nin altında olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla sürece toplumsal destek var ve fakat sonuç alınacağına dair güven konusunda birtakım tereddütler söz konusudur. Meclis çatısı altında toplumun kahir ekseriyetini irrite eden sloganlar atmak gibi toplumsal hassasiyetleri provoke eden girişimler bu süreci baltalamaktan başka sonuç doğurmayacaktır. Var olan toplumsal güveni daha da azaltacaktır. Unutulmaması gerekir ki, bu süreç başarıya ulaşırsa hem Türkiye hem de tüm bölge halkları için bir kazanım olacaktır. Bu yüzden birtakım popülist ve suni tahriklerle süreci akamete uğratacak girişimlerden uzak durmak gerekir.








