İnsan çölü

04:0028/05/2025, Çarşamba
G: 28/05/2025, Çarşamba
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Bir baba evladını hak yemeye, dolandırıcılığa, yalancılığa teşvik ediyor, ona dünyada kazanmanın tek yolunun başkalarını aldatmaktan geçtiğini belletiyor, babasına bile güvenmemesi gerektiğini öğretiyorsa ve üstelik bundan gurur duyuyorsa sadece kendininkini değil çocuğunun ciğerini de çiğ çiğ yiyor ama doymuyor, doyamıyordur…

Numan Aka / Yazar

İnsanlık, kendisiyle ilgili en parlak lafların edildiği bir dönemde gitgide çölleşiyor. Helâka duçar toplumlarda görüldüğü gibi çocuklarını imanlı ve iyilik üzere yetiştirmeye çalışan “iyi”lerle alay edilen, helal ve haram kavramları arasındaki çizginin belirsizleşip izafileştiği bir çağda yaşıyoruz. Milyonlarca nesil geldi geçti bu dünyadan. Peki bu kadar insanın hayatını anlamlı kılan ne idi? Din bu soruya net cevap verir; insanları farklı, değerli ve özel kılan Allah’a imanları ve ahirete bağlılıklarıdır. Ne çoklukları, ne zenginlikleri ne de marifetleri fayda verir.

DERVİŞİN DUASI

Dervişin biri Allah’a “Ya Rab, günde üç öğün karnım doysun senden başka bir şey istemem” diye dua edermiş. Gün gelmiş bir sebeple hapse atılmış dönemin idarecilerince. Mahpusta günde üç öğün yemek veriliyormuş. Bu halk meselini anlattığı bir söyleşisinde mütefekkir İsmet Özel, dervişin arzusunu dile getirirken “Hayırlısıyla olsun” diye bitirmemesinden hareketle bugünün insanına dair bir tespitte bulunuyor. Kendimiz, çocuklarımız için çok şey istiyor ama hayırlısıyla veya hayırlısıysa olsun diyemiyoruz. Ne pahasına olursa olsun gerçekleşsin istiyoruz sadece…

Tarihi, içtimai ve iktisadi olarak ülkemizin kalbi, baş tacımız İstanbul’un şehremini, Cumhuriyet tarihimizin en büyük yolsuzluk davasının baş şüphelisi olarak yargılanıyor bilindiği üzere. Hatırladığım kadarıyla, 30 yıl önce İSKİ müdürünün yolsuzluğu ortaya çıktığında SHPliler bile utanmıştı olup bitenden. Nitekim parti olarak siyaset tarihinden silinip bugünkü CHP’ye varis oldular. Bir de şimdi bakalım durumumuza.

Bir cuma namazı çıkışı mikrofon tutulan sanık belediye başkanının babasının konu hakkındaki yorumu tüyleri diken diken eden derecede ürkütücüydü. Oğlunu yargılayanların kendi çocuklarının ciğerlerini (kalplerini) yeseler bile iyileşememelerini diliyordu Allah’tan. Bu öfkenin genel olarak sanık başkanın tüm yakınlarına ve taraftarlarına hakim olduğunu söylersek hata etmiş olmayız.

KENDİ ÇOCUKLARINI YİYEN KRONOS

Bu gayriinsani ve çarpık beddua karşısında ilk şaşkınlığını üzerinden atan bazı gazeteciler Yunan trajedilerindeki Promete’nin ebedi cezasına bir gönderme olduğunu iddia ettiler. Hikaye bu ya; Promete merakına yenik düşüp tanrılardan gizli ateşi çalar. Tanrılar da onu bir kayalıkta zincirlere bağlı olarak ebediyete kadar kuşların ziyafetine bırakırlar. Bedeni tekrar tekrar canlanır ve azabı sonsuza kadar devam eder. Promete’nin hikayesi bu duruma pek uymuyor bana kalırsa. Batılılara göre zorba tanrılara karşı asi bir kahramanın hikayesidir Prometeninki. İlla Yunan trajedilerinden misal getirilecekse, bu yavrularını yiyen Kronos (namıdiğer Satürn) olmalı.

Kendi babasını öldürerek tahta geçen Kronos, aynı korkuyu ömrü boyunca yaşayacak ve bu yüzden çocuklarını doğar doğmaz yiyecektir. Babalığın yüz karasıdır. İlk bakışta iktidarını kaybetme korkusu olarak yorumlanabilecek bu mecazi hikayenin meali nedir, mana aleminde neye tekabül eder; biraz düşünelim…

Bir baba evladını hak yemeye, dolandırıcılığa, yalancılığa teşvik ediyor, ona dünyada kazanmanın tek yolunun başkalarını aldatmaktan geçtiğini belletiyor, babasına bile güvenmemesi gerektiğini öğretiyorsa ve üstelik bundan gurur duyuyorsa sadece kendininkini değil çocuğunun ciğerini de çiğ çiğ yiyor ama gene de doymuyor demektir kanaatimce.

Bugün pek çok baba, çocuklarına piyasanın çakallıklarını, hakkı olmayanı elde etmeyi, fırsatını bulduğunda helal haram demeden “malı götürmeyi”, gücünü ve servetini korumak için “ne olursa olsun” gerekeni yapmayı öğretiyor. Herhangi bir suçluluk da hissetmiyor. Mezkur zanlının taraftarlarının bir çoğunun gerekçesinin “Herkes yapıyor, ne var canım bunda?” olması da ayrı bir garabet, manen bu zihniyetin çocuklarımızda ciğer, kalp, ruh namına bir şey bırakmayacağı ortada…

DANTE’NİN CEHENNEMİ

İtalyan yazar Dante’nin meşhur “İlahi Komedi” adlı eserinde cehennem dokuz kattan oluşur. Üstten aşağıya doğru tersine numaralandırılmıştır. İlk katların müdavimleri açgözlülüğüne ve hırsına yenik düşenlerdir. Cezaları ağır olmakla beraber alt katlardaki günahkarlara nazaran daha hafiftir. Cehennemin dibi ise katiller, sahtekarlar ve hainlere aittir. Cezaları sonsuza dek birbirlerini yiyerek açlıklarını bastırmak olan katiller, başkalarına yalan söyleyerek varlıklarını sürdüren sahtekarların bir kat üstündedir. Kendilerine verilen emanete, makama veya göreve hıyanet eden hainler ise en alt kattadırlar.

Kur'an-ı Kerim, “(Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!” diye tarif eder cehennemi. Cehennemlikler susuzluklarını asla gideremeyecek, içtikleri şey susuzluklarını daha da artıracaktır. Dünyadaki mal ve makam hırsına ne kadar benziyor değil mi?

HARAM VE HELALİ BİLMEK

Yazılı kaynaklara göre tarihin en eski şikayeti, yeni nesillerin anlayış ve ahlakının gittikçe bozulmasıymış. Lakin hakim neslin anlayışını eleştirerek gelecek nesilleri uyarmaya çalışmak bu kapsama girmese gerek.

Doğru ile yanlışın yeri, dinin rehberliği reddedildiğinden beri hızla değişti. Sadece rüşvet, irtikap, sahtekârlık meselelerinde değil her alanda. Tefecilik en gözde işlerden biri bugün, hayatımızda merkezi bir yer işgal ediyor. Zina her yönden ve her biçimiyle teşvik ediliyor. Taciz ve tecavüz, kimse görmüyorsa, yakalanma riski yoksa bir fırsat sayılıyor. Yalan, becerebiliyorsanız en üstün meziyet. İyi bir yalancıysanız siyasette ve ticarette en çok aranılan kişisiniz. Hırsızlık, gasp ve rüşvet “adi” suç sayılıyor. Toplum “ne olmuş canım alt tarafı biraz götürmüş” diye bakıyor bu tür suçları işleyenlere. Kendi başlarına gelmedikçe elbette. Böyle giderse, “ne olursa olsun” kazanmak hedefiyle yetiştirdiğimiz çocuklarımızın hayatı daha beter bir hal alacak.

İslam’la yoğrulmuş kültürümüz devlet malı yemeyi, yetim malı yemekle eş görmüştür. Çünkü devlet yetimin ve muhtacın velisidir. Kur'an-ı Kerim yetim malı yemeyi karnına ateş doldurmak olarak tarif eder. Genel olarak zayıfın hakkının yendiği tüm vakaları bu daireye dahil etmemiz mümkün. Hakeza Hz. Peygamber (sav) de insanın hakkı olmadığı halde konduğu malın, kıyamette o kişiye bir ateş parçası olarak geri döneceğini söylemiştir. Çocuklarımıza kazandıracağımız şuur ve bırakacağımız ahlaki miras işte bu olmalıdır…



#Toplum
#Aktüel
#Hayat