İsrail’in Gazze’yi işgaliyle birlikte İsrail ve ABD’nin Suriye’de İran hedeflerine yönelik saldırıları gözle görülür bir artış gösterdi. Buna karşılık İran ne İsrail’e ne de ABD’ye kendi kamuoyunu ve destekçilerini tatmin edici ve inandırıcı bir karşılık veremedi. Buna benzer şekilde İran, Devrim Muhafızları Ordusu’nun bünyesinde yer alan ve İran dışındaki askeri-istihbari operasyonlardan sorumlu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından 2020 yılında Badat’ta öldürülmesinin ardından da etkili bir karşılık verememişti. Zira, Devrim Muhafızları Ordusu, 8 Ocak’ta ABD’nin Irak’ın Enbar vilayetinde bulunan Ayn el-Esed Hava Üssü’nü balistik füzelerle vurmasına rağmen İran Rejim destekçileri bunu asla gerçekleşmiş bir intikam olarak görmedi.
Aynı şekilde, İran’ın Suriye’deki askeri varlığına yönelik İsrail tarafında yapılan saldırılara da İran etkili bir karşılık veremedi. İsrail’in 7 ve 22 Mart 2023 tarihlerinde Halep Hava Limanındaki İran Devrim Muhafazalarının Kudüs Gücü unsurları hedef alınmış çok sayıda İran askeri ve milisinin öldürüldüğü bu saldırılarda İran›ın Suriye’deki askeri bilirlikleri ile desteklediği terörist gruplara askeri sevkiyat yapmak için kullandığı Halep Havalimanı da kullanım dışı kalmıştı. İran bu saldırıya da mukabelede bulunamamıştı. Bu da İsrail ve ABD gibi geleneksel düşmanlarının saldırılarına karşılık İran’ın doğrudan çatışmadan neden kaçındığıyla ilgili akıllara önemli sorular getirmektedir.
İran’ın, İsrail ve ABD’ye karşı yetersiz askeri tepkisini, yapısal bir rejim isteksizliğiyle ifade etmek pek de yanlış olmaz. Bunu açıklayabilecek en önemli argümanın İran’ın duymuş olduğu rejim güvenliği endişesi olduğunu söyleyebiliriz. İran rejiminin, İsrail veya ABD ile açık çatışmaya girmenin, rejime varoluşsal bir tehdit oluşturabileceğinin tamamen farkında olduğu söylenebilir. İran'ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de kırmızı çizgilerini aşındıran saldırılara ideolojik söylem üretmesi ve mukabele yöntemini vekil aktörler üzerinden yaparak, var olan çatışmayı sınırlarının ötesinde düşük yoğunluklu bir düzeyde tutmaya çalışması da rejim güvenliğinin tehditleri önleyici parametreleriyle ilgilidir.
İsrail-Filistin Savaşı'nın başlamasının, İran açısından önemli bir fırsata dönüşeceği, bu savaşın İsrail karşıtlığı üzerinden Hizbullah’ın da savaşa dâhil olmasıyla birlikte bölgeselleşeceğine dair pek çok tartışma yapıldı. Filistin’in İran’ın geleneksel vekil aktörlerinden birine dönüşeceğine ve İran’ın rejim güvenliğini; Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak’ın yanı sıra Filistin’i de ekleyerek çoklu cephede düşük yoğunluklu bir çatışma süreciyle yönetmeye çalışacağı değerlendirildi. Hatta İran’ın Devrim Muhafazaları Kolordusu sözcülüğü, Hamas’ın Ekim ayında İsrail topraklarında gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı” hamlesini Süleymani suikastının intikamı olarak niteleyip Filistin’in özgürlük hareketiyle İran’ın rejim güvenliği arasında bir illiyet bağı kurmaya çalışmıştı. Bu değerlendirmeler yerinde ve doğru tespitlerdi. Ancak, İran’ın çatışmalara doğrudan katılıp katılmayacağı analizlerdeki gizemli yerini hep korudu.
Öyle ki İran geçtiğimiz Ekim ayından bu yana hem İsrail’in hem de ABD’nin saldırılarına yine anlamlı ve yeterli bir tepki gösteremedi. İsrail’in 12 Ekim’de Şam ve Halep uluslararası havalimanlarında İran askeri varlığına yönelik düzenlediği saldırılarında, İran hem insan zayiatına hem de Şam ve Halep havalimanlarının kullanım dışı kalmasına askeri bir cevap veremedi. Öte yandan ABD 27 Ekim’de Suriye-Irak sınırında İran Devrim Muhafızlarına ait iki hedefi vurmuş çok sayıda Kudüs Gücü mensubu ve İran destekli milisin öldürüldüğü duyurulmuştu. İran bu saldırılara da doğrudan bir cevap verememişti. 25 Aralık 2023’te İslam Devrimi Muhafızları Kolordusunun Kudüs Gücü komutanlarından Seyyid Razi Musavi Çaşmi İsrail’in Suriye’de düzenlediği hava saldırısında öldürülmüş, buna karşılık Devrim Muhafızları Sözcüsü Tuğgeneral Ramazan Şerif’in Musavi’ye düzenlenen suikasta doğrudan eylemle yanıt vereceklerini açıklamasına rağmen İran, İsrail’e karşı yine askeri bir aksiyon alamamıştı.
İran’ın, İsrail ve ABD’ye karşı verebildiği askeri yanıtlar ise vekil aktörleri üzerinden sınırlı ölçekte olabilmişti. Hizbullah, Lübnan-İsrail sınırındaki bazı askeri noktalara düşük riskli saldırılar düzenlemiştir. İran, ABD’nin saldırılarına ise Irak İslami direniş adı altında örgütlediği Ketayib Hizbullah ve Asaib el-Hak gibi vekil bileşenleriyle Suriye’nin Irak sınırı yakınlarındaki Malikiyye ilçesi, Haseke ili Şeddadi ilçesinde ve Deyrizor bölgesindeki ABD üsleri ile Irak'ın Enbar vilayetinde bulunan Ayn el-Esed Hava Üssü’ne etkisiz saldırılar düzenledi.
İsrail’in Suriye’de Halep ve Şam çevresi ile ABD’nin Deirzur ve Abu Kemal çevresindeki İran ve desteklediği vekil aktör hedeflerine saldırıların arttığı bir dönemde Kasım Süleymani’nin öldürüldüğü günün dördüncü yıldönümündeki anma etkinlikleri sırasında 3 Ocak’ta İran’ın Kirman şehrinde bir terör saldırısı gerçekleşti. İran, Kirman’da gerçekleşen terör saldırısının olağan şüphelisi olarak gördüğü İsrail ve ABD hedeflerine saldırmak yerine, angajmanlarıyla anlaşılmaz bir şekilde 16 Ocak’ta Irak, Suriye ve Pakistan’daki devlet-dışı aktörleri hedef aldı.
İran’ın, İsrail ve ABD’nin İran’ın Suriye’deki hedeflerine düzenlediği saldırılar ile kendi topraklarında gerçekleşen terör saldırısının ardından verdiği askeri cevabı ortaklaştıran bazı özellikler göze çarpıyor: Bunlardan birincisi İran’ın, İsrail ve ABD ile doğrudan çatışmaya girme konusunda isteksiz olmasıdır. Bu durum İran’ın İsrail-ABD eksenli olası bir askeri ittifak cephesi karşısında yalnızlaşma ve kapasite probleminin ortaya koyacağı risklerden kaçınma hamlesi olarak değerlendirilebilir. İran’ın kendi kışkırtıcı söyleminin rehinesi olduğuna dair değerlendirmeler rejimin siyasi servetini İsrail ve ABD’yi reddederek elde ettiği konusunda birleşmektedir. İran’ın servetini biriktirdiği İsrail ve ABD karşıtlığının fiili askeri şekil alması rejimin ideolojik servetini tüketmekle kalmayıp rejimin varlığına son verecek bir gerçek olarak durmaktadır. Bu yüzden İran, Filistin davasını da rejimin dünya görüşündeki bir yere oturtarak mezhepsel kuşatıcılığın ötesinde bölgesel bir sempatiye tahvil ederek rejim güvenliğinin önleyici parametrelerini esnetmeye çalışmaktadır. Bu duruş İslam dünyasının ilgisini çekmekle birlikte, İran’ın saha pratikleriyle uyuşmamaktadır. Zira Hamas, İran’ın beklentilerini karşılamamıştır.
İkinci özellik ise İran’ın angajmanları İsrail-ABD’ye mukabele etmek yerine Orta Doğu’daki devlet-dışı silahlı aktörleri cezalandırıcı bir maksatla gerçekleştiriyor olmasıdır. Bu ise İran’ın reaksiyonlarının çatışma dinamiği içindeki merkezi ve asıl hasımlar yerine çevresel aktörlere genişleterek çatışmanın bölgeselleştirilmesi niyetiyle değerlendirilebilir. İran’ın Irak’ta bölgesel yönetimin KDP kanadına, Suriye’de Türkistan İslam Partisine ve Pakistan’da Ceyş el-Adl’e karşı düzenlediği saldırıları hedef seçimi bakımından değerlendirildiğinde bu aktörleri açık bir şekilde koruyabilecek bölgesel bir aktörün olmadığı görülür. Zira, bölgesel aktörlerin neredeyse tamamı bu saldırıları sadece kınamakla yetindi, sadece Pakistan fiili bir durumsal karşılıkta bulundu. İran’ın bu aktörlere angajmanını terörle mücadele ve İsrail istihbaratı faaliyetleriyle ilişkilendirmesi bölgesel aktörler tarafından her ne kadar rasyonel bir gerekçe görülmemiş olsa da İran bu aktörler üzerinden doğrudan angajman modellemesi yapmış oldu. Ancak, bu modellemenin, İran’ın İsrail ve ABD hedeflerine karşı uyarlanamayacağıyla
ilgili kanaat geçerliliğini korumaktadır.
İran’ın askeri cevabının üçüncü özelliği ise yöntemselliği ile ilgilidir. İran; Suriye, Irak ve Pakistan’da konvansiyonel ve risk alıcı angajman yöntemleri yerine orta menzilli balistik füze ve insansız hava araçlarıyla saldırı gerçekleştirmiştir. İran’ın angajmanlarındaki düşük riskli ve insansız yöntemsel tercihinin ise teknolojik kapasiteyle
güç gösterisi yaparak caydırıcı etki yaratma ve sansasyonel insan/personel maliyetinden kaçınma niyeti olarak görülebilir. İran 16 Ocak’ta Suriye’nin İdlib kentinin batı kırsalında düzenlediği füze saldırısında Hayber Şekan (Kale Yıkıcı) orta menzilli balistik füzeyi kullandığını duydurdu. Sivil yerleşim yerinde can kaybına neden olan saldırıda kullanılan bu füze ilk olarak 2022 yılının Şubat ayında Devrim Muhafızları tarafından tanıtılmıştı. 1.450 km menzile sahip olduğu söylenen bu füzenin Tel Aviv’e 400 saniye uçuş mesafesinde olduğu şeklinde propaganda içerikli reklamlar da yapılmıştı. İlk defa bir çatışma çevresinde kullanılan bu füze ile bir tarafından İsrail’in vurulabileceği şeklinde mesajlar verilerek İran caydırıcı bir etki oluşturmaya çalışmaktadır.
İran bir taraftan hasımlarıyla doğrudan çatışma/savaştan kaçınırken bir taraftan da bölgesel etkisini çatışmanın çevresel aktörleri olan devlet-dışı silahlı gruplar üzerinden sunmaya çalışmaktadır. İran aynı zamanda çatışmayı orta menzilli silah sistemleri ve kendine müzahir vekil aktörlerle genişletebileceğine ve kendi topraklarından uzak tutabileceğine dair mesajlar vermektedir. Ne var ki İran bunu yaparken ve askeri kapasitesi ile siyasi çıkarları arasında sorunlu bir denge oluşturmaya çalışırken, ideolojik söylemi de bölgesel bir tehdit aracı olarak sık sık kullanmaktadır. İran rejimin İsrail ve ABD hedeflerine karşı doğrudan aksiyon alamaması, rejimin bu tehditlere karşı ideolojik gayreti konusunda İran’da hayal kırıklığı yarattığı söylenebilir. Zira İran rejimin güvenliğini, yayılmacı politikalarıyla vekil aktörler üzerinden düşük yoğunluklu çatışma ölçeğinde sınırlarının ötesinde inşa etmeye çalışırken, kendi toplumunda sosyal bir eleştirinin de konusu haline gelmiştir.
Bu da İran rejiminin güvenliğinin, düşünüldüğünün aksine kendi topraklarında giderek kırılganlaştığını işaret etmektedir. İran destekli Irak İslami Direniş Hareketinin 28 Ocak 2024 tarihinde ABD’nin Suriye-Ürdün sınırındaki geçici üs bölgesine düzenlediği ve üç ABD askerinin ölümü ile otuzdan fazlasının yaralanmasıyla sonuçlanan saldırıyı da İran’ın yapısal tepkisizliğini vekil aktörleri ile telafi etmeye çalıştığına bir örnek olarak değerlendirebiliriz.