
İslam NATO’su kurulması için öncelikle üye ülkelerin böyle bir birlikteliği gerçekleştirecek zihin dünyasına ve ortak çıkarlar etrafında bir araya gelebilme kültürüne sahip olmaları gerekiyor. Bölge ülkelerine baktığımızda her ülkenin kaygıları ve çıkarları farklılık gösteriyor. Tüm bu farklılıklara rağmen ortak bir güvenlik sistemi geliştirebilmek karşılıklı fedakârlıklar gerektiriyor.
Geçtiğimiz günlerde İsrail’in ABD askeri üssüne de ev sahipliği yapan ve önemli bir müttefiki olan Katar’a saldırması, ABD-Katar ilişkilerinde önemli bir güven bunalımına yol açarken aynı zamanda Körfez Ülkelerinin güvenlik endişelerini artırmış durumda.
İsrail’in Katar’da Hamas heyetini hedef alan saldırısının ardından toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri, Orta Doğu’da yıllardır tartışılan ancak hayata geçirilemeyen “İslam NATO’su” fikrini yeniden gündeme taşıdı. Peki, gerçekten İslam NATO’su kurulabilir mi?
GÜVENLİK GARANTİSİ RAFA KALKTI
İsrail’in Katar’da Hamas yetkililerine düzenlediği saldırı Orta Doğu tarihi açısından önemli bir milat olarak bölgedeki statükoyu değiştirme potansiyeline sahip bir olay. Çünkü İsrail ilk kez doğrudan düşman olarak tanımlamadığı ve ABD için önemli bir müttefik olan bir ülkeye saldırı gerçekleştirdi. Hiç şüphesiz ki bu saldırı hukuki ve diplomatik düzlemde bölgesel dengeleri sarsan tarihi bir gelişme oldu. Nitekim ABD’nin talebi doğrultusunda yürütülen ateşkes görüşmeleri sırasında Hamas heyetine saldırı düzenlenmesi Katar’ın egemenliğine olduğu kadar ABD’nin bölgedeki stratejik pozisyonuna da meydan okuma olduğunu ifade etmek gerekir.
Saldırının ABD Başkanı Donald Trump’a 400 milyon dolarlık uçak hediye eden ve ABD’ye en az 1,2 trilyon dolar yatırım yapacağını duyuran Katar’a karşı yapılması, ABD’nin dış politika önceliklerini de etkileyecek düzeydedir. Şu bir gerçek ki ABD, İsrail’in saldırganlığını ve yayılmacılığını durduramadığı her senaryoda, İsrail uğruna kendi dış politik önceliklerini dahi yitirebileceğini gösterdi.
ABD’nin Körfez ülkelerine verdiği güvenlik garantisi, İran Devrimi’nden bu yana Körfez ülkelerini sözde “İran tehdidi”ne karşı koruma vaadi üzerine inşa edildi. Bu bağlamda Körfez ülkelerinden trilyonlarca dolar ABD ekonomisine aktarıldı. Bölge ülkeleri siyasi rollerini ABD politikaları ile uyumlu hale getirdi. Ancak, İsrail’in Katar’ı bombalamasına ABD’nin sessiz kalması, saldırganlığın zımnen onaylandığı anlamına geliyor. Bu durum şunu göstermekte, İsrail dışında dünyadaki hiçbir ülke için ABD'nin güvenlik garantisi ve askeri koruma şemsiyesi yok diyebiliriz.
KÖRFEZ-ABD İLİŞKİLERİNDE KIRILMA
Katar’ın İsrail saldırganlığına karşı savunmasız kalması; BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Umman gibi ülkelerin de güvenlik kaygılarını artırdı. ABD ortaklığının İsrail karşısında kendilerine bir güvenlik garantisi oluşturmadığını bizzat tecrübe etmiş oldular. Bugün Arap liderleri kendi kendilerine muhtemelen şu soruyu soruyor olsa gerek: İsrail bu kadar pervasız hareket edebiliyorsa Amerikan güvenlik garantilerinin herhangi bir anlamı var mı?
Üç ay önce İran Katar'daki ABD üssüne saldırdığında, ABD üssünü koruyan savunma sistemleri Katar'ı İsrail saldırısından korumadı. Bu durum bize ABD menşeli savunma sistemlerinin, müttefik ülkelere karşı devreye girmeyecek şekilde kısıtlandığını yerli ve bağımsız hava savunma çözümlerinin ne kadar hayati önem taşıdığını gösterdi. Batılı ülkelerden alınan milyarlarca dolarlık silahların bir ülkenin savunma gücünü garanti altına almadığını bu olayda açıkça görüyoruz. Ayrıca, İsrail’in arabuluculuk rolü üstlenen bir ülkenin egemenlik haklarını ihlal ederek adeta “haydut devlet” gibi davranması, ABD yönetiminin de bunlara sessiz kalması, barış sürecine yönelik samimi bir iradenin bulunmadığını gösteriyor.
İTTİFAK İÇİN FEDAKARLIK ŞART
Amerika’dan aldığı destekle Orta Doğu’da terör estiren İsrail saldırganlığının BM dâhil hiçbir yapı tarafından durdurulamaması İslam dünyasında çare arayışlarını gündeme getirdi. Katar Başbakanı El-Sani’nin “İsrail'in saldırgan politikalarına karşı bölgedeki ülkelerin münferit tepkilerinin dışında koordineli ve kolektif bir bölgesel duruş sergilenmesi gerektiğini ifade etmesi acaba İslam NATO’su kurulabilir mi düşüncesini gündeme getirdi.
“İslam NATO”su fikri uzun yıllardır gündeme gelse de bugüne kadar NATO benzeri, kolektif güvenlik garantisine sahip bir askeri ittifak kurulması mümkün olmadı. İİT içinde farklı dönemlerde tartışılan bu fikir 1994’te dönemin Pakistan Başbakanı Benazir Butto tarafından, İslam ülkelerinin ortak savunma gücü kurması gerektiğini açıkça dile getirmesiyle somutlaştı.
İslam NATO’su kurulması tabii ki mümkün, fakat öncelikle üye ülkelerin böyle bir birlikteliği gerçekleştirecek zihin dünyasına ve ortak çıkarlar etrafında bir araya gelebilme kültürüne sahip olmaları gerekiyor. Bölge ülkelerine baktığımızda her ülkenin kaygıları ve çıkarları farklılık gösteriyor. Tüm bu farklılıklara rağmen ortak bir güvenlik sistemi geliştirebilmek karşılıklı fedakârlıklar gerektiriyor.
Bu birlikteliğin önündeki engellerin başında hiç şüphesiz ki bölgesel rekabetler gelmektedir. Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran arasında liderlik mücadelesi önemli bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Mezhepsel ayrılıklar: Sünni-Şii gerilimi ve jeopolitik farklılıklar ortak güvenlik vizyonunu zora sokuyor maalesef.
NATO’nun başarısı ABD’nin hegemonik gücünden ve üyeler arasında ortak düşman (SSCB) algısından kaynaklanırken İslam ülkelerinde böyle tek bir güvenlik şemsiyesi oluşturacak lider güç maalesef yok. Arap ülkelerinin birçoğu ABD ile güçlü ilişkilere sahipken İran-Pakistan Rusya ve Çin ile birlikte hareket ediyor. İslam dünyasında liderliği kabul görebilecek en önemli ülke olan Türkiye ise NATO üyesi ve askeri politik açıdan Batı blokunda yer alıyor. İslam dünyasındaki siyasi ve politik dağınıklık İsrail’in bölge ülkelerine yönelik operasyon yapmasını kolaylaştırıyor.
ARTIK BİR ŞEYLER DEĞİŞMELİ
NATO benzeri bir yapılanmanın ortaya çıkması kısa vadede mümkün gözükmese de bölgesel tehditlere karşı güvenlik blokları, ortak savunma paktları ve askeri ittifakların geliştirilmesi artık zorunlu hale geldi. Nitekim Türkiye ile Mısır arasında 13 yıl aradan sonra ilk kez Doğu Akdeniz’de “Türkiye-Mısır Dostluk Denizi Deniz Harekâtı Özel Tatbikatı” yapılacak olması, Suudi Arabistan’ın 17 Eylül’de Pakistan’la imzaladığı ‘Stratejik Karşılıklı Savunma Anlaşması’ “İslâm NATO’su”nun ilk adımlarından biri olarak görülebilir.
İsrail’in Katar’ın ulusal egemenliğini yok sayan bu saldırıları, Gazze’de insanlık dışı soykırım, Suriye, Lübnan, Yemeni bombalaması geçtiğimiz aylarda İran’daki üst düzey yetkililere suikastlar düzenlemesi Mısır'a meydan okuyarak Philadelphi Koridoru’nu işgal etmeye devam etmesi, İHA'ları ve füzeleri, hiçbir egemenlik tanımadan Arap semalarında dolaşıyor olması… İsrail’e karşı kapsamlı, kararlı ve güçlü bir iradenin özellikle bölge ülkeleri tarafından ortaya konulmasını zorunlu kılıyor.
İslam NATO’su fikrini gerçekleştirmek çok kolay olmasa da Katar saldırıları ve son dönemde Gazze’de yaşananlar ve İsrail saldırganlığının İslam ülkelerinde bir şeylerin değişmesi gerektiği inancını uyandırması açısından bir milat olabilir. Hiç kimse güvende değil; ne Gazze, ne Doha ne de Tunus…