Bilgi savaşı veya enformasyon mücadelesi, krizlerde ve savaşlarda devletlerin her zaman önem verdiği bir nokta olarak ortaya çıkmaktadır. 21. yüzyılda iletişim teknolojileri, internet ve özellikle sosyal medyanın etkisiyle bilgi savaşı cephedeki savaşın ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür. Bu noktada devletler anlatıyı kontrol etmeyi hatta bilgi üzerinde bir tekel oluşturmayı önceleyerek kamuoyu algısını kontrol etmeyi amaçlar. Normal devletler bunu yaparken İsrail için ise bu konu farklı şekilde tezahür ediyor denilebilir. Özellikle bilgi savaşını devlet eliyle dezenformasyon şeklinde kullanan İsrail, Batı hükümetlerinden aldığı destek ile konvansiyonel medyaya yön vermektedir. Tarihsel olarak birçok örnek sayılabilecek bu düzlem, 7 Ekim sonrası İsrail’in gerçekleştirdiği katliamlar ekseninde de farklı olmamıştır.
Devletler için operasyon bölgesinin karartılması ve bilgi akışının kendi tekelinde olması operasyon için kritiktir. Örneğin ABD, Irak işgalinde Felluce’ye saldırdığında yapılan katliamlar ve sivillere karşı uygulanan şiddet uluslararası basın tarafından ABD’nin tepki görmesine sebep olmuş, bu yüzden ABD 2. Felluce savaşında tıpkı İsrail’in yaptığı gibi uluslararası basını şehirden çıkartmış ve tek haber kaynağı olarak kendisinin kalmasını sağlamıştır. Aynı şekilde İsrail Gazze’ye yönelik her saldırı sırasında uluslararası medyanın sahadan yayın yapmasını engellemeye çalışmıştır. 2021 yılında Gazze’ye yönelik saldırılarında Associated Press ve Al Jazeera ofislerinin bulunduğu 12 katlı binayı vurarak yıkan İsrail, 2023 yılında ise hem Gazze’deki gazetecileri hem de Lübnan sınırından yayın yapan uluslararası medyayı hedef alarak toplam 67 gazeteciyi öldürmüştür. İsrail’in bu saldırıları, katliamlarının anlık olarak bilinmesini engellemek için ne derece ileri gidebileceğini göstermesi açısından çok bariz birer örnektir.
İsrail yıllardır olduğu gibi 7 Ekim’den itibaren çeşitli dezenformasyon işlerine girişti. Aksa Tufanı Operasyonu’nda ciddi darbe alan İsrail’in, istihbaratının ve ordusunun zafiyetini ilk aşamada mağduriyet artırma amaçlı bir söyleme çevirmeye çalıştığı görüldü. Özellikle “festival katliamı” ve “başı kesilen 40 bebek” üzerinden yürüyen bu kampanyanın amacı, İsrail’in Batı kamuoyundan kayıtsız şartsız desteğini almak ve intikam amaçlı katliamlarına göz yumulmasına ortam hazırlamaktı. Ancak geçen yaklaşık 50 günün ardından söyleyebiliriz ki İsrail bilgi savaşını kaybetti. Özellikle İsrail, geçmişin aksine kendi anlatısını dayatamamış durumda ve bu da alternatif söylemler ve yaklaşımların ortaya çıkmasına alan açıyor. Bunun birkaç nedeni var.
İlk sebebi, İsrail konvansiyonel medya ve Batı kamuoyunda yine benzer yoğunlukta dezenformasyon yürütse de sosyal medya platformları, açık kaynak istihbaratı ve alternatif güçlü konvansiyonel medya kaynakları sebebiyle başarısız oldu. İdeolojik olarak İsrail karşıtı Batı soluna ek olarak hem göçmenlerin alternatif sesi hem de Batı sosyal medyasındaki yeni kitlelerin, İsrail’in geleneksel metotlarına açık olmaması İsrail’in başarısızlığında etkili oldu. Yani Tiktok’ta veya X’te (önceki adı Twitter) İsrail’in söylemlerine ve kanıtlarına şüpheyle yaklaşan kitleler ortaya çıktı.
İkinci olarak İsrail, kendisine karşıt güçlü bir alternatif medya ağı, söylem üretimi ve doğrulama mekanizmasıysa karşılaştı. Bu beklenebilir ve normal görünse de bunun organize ve sistematik yapılabilmesi geçmişten farklılaşan bir gelişme oldu. Al Jazeera, Anadolu Ajansı, TRT bu süreçte hem İngilizce hem de Arapça içerikleri ile alternatif bir bilgi kaynağı olarak kamuoyuna yön vermeyi başardılar. Dolayısıyla anlatıyı domine edemeyen ve tek elden bir bilgi akışını sağlayamayan İsrail için dezenformasyon faaliyetleri ne kadar yoğun ve kapasitesi ne kadar üstün olursa olsun bu süreç bir başarısızlık olarak yazıldı.
İsrail her ne kadar Batılı medyada ciddi destek görse de ve sosyal medyada resmi hesaplarından “kanıtlar” paylaşsa da bu süreçte bilgiyi ve anlatıyı yönlendirme şansı elde edemedi. Bunun da açık bir sebebi var. İsrail bu savaşta 2010’lar öncesinin, yani sosyal medya öncesinin bilgi savaşını veriyor gibi göründü.
Peki İsrail neden bu kadar amatör kanıt videoları yayınladı ve neden bunlara güvendi? Bunun cevabı da basit. 2010’lar öncesi İsrail için anlatıyı anlık kontrol etmek, konvansiyonel medyadan ve Batı hükümetlerinden geçiyordu. Dolayısıyla burada amaç, yapılan katliamların anlık olarak bilinmesini engelleyip, uzun vadede ortaya çıkmasını umursamayan ve kamuoyuna kendi algısını kabul ettirecek kötü kurgulanmış ancak ikna edici yalanlar üretmekti. Bu sayede anlık olarak destek devam ediyor, katliamlar ve işgalden yıllar sonra ortaya çıkan bilgiler ise İsrail’in pozisyonunu etkilemiyordu.
Ancak bu kez sosyal medyanın etkisi, bilginin yayılma hızı, açık kaynak istihbaratı yapılması ve alternatif konvansiyonel medya grupları gibi konuları göz ardı eden kötü bir dezenformasyon kampanyası yürüttükleri ortada. Bu da İsrail’in bilgi savaşının ve propaganda faaliyetlerinin başarısız olmasının en büyük sebebi olarak duruyor.
Sonuç olarak İsrail ilk kez katliam yapmadı, Gazze’yi de ilk kez yerle bir etmedi. Hatta İsrail’in katliamları ilk kez canlı yayınlanmadı, daha önce de herkes görmüştü. Ancak İsrail ilk kez anlatıyı kontrol ve domine edemedi. Bu da bilgi savaşını kaybetmesine yol açtı.
Elbette ki İsrail bilgi savaşını kaybettiği için Batı hükümetlerinin desteği azalmayacak. Veya gördüğümüz protestolar da Batı halklarında geniş yankı uyandırıp kamuoyunun İsrail karşıtı bir tavra bürünmesini sağlamayacak. Ancak bu bilgi savaşında İsrail’in kaybetmesinin en önemli ve değerli çıktısı, İsrail katliamlarına tepkinin ve boykot gibi bireysel ve toplumsal ayakları olan meselelerin daha istikrarlı, daha bilinçli ve daha net bir şekilde yapılacağı bir ortam oluşturması oldu. Dolayısıyla İsrail ve onun bir uzantısı gibi çalışan Batı medyasına alternatif sesler ne kadar artarsa, bu dezenformasyondan etkilenme oranı da o kadar azalacaktır. En azından savaşın bu cephesinde İsrail’in kaybettiği tartışmasız bir gerçek.