İzzettin el-Kassam Tugayları’nın, İsrail işgali altındaki bölgelerin içlerine kadar uzanarak gerçekleştirdiği 7 Ekim saldırılarının ardından Gazzeli sivillere yönelik orantısız şiddete tanık olmaktayız. İsrail ordusunun hava saldırılarında hastaneler, sivil geçiş koridorları, camiler, kiliseler, okullar veya Birleşmiş Milletler tesisleri dahi hedef alınıyor ve her gün yüzlerce masum sivil katlediliyor. Maalesef ne uluslararası hukuk ne de örgütler bu şiddeti durdurabilmekten henüz çok uzak. Bölgesel aktörlerin diplomatik girişimleri ile yol alınmaya çalışılsa da Gazze’deki insani kriz şiddetlenerek artıyor. Üstelik bu korkunç katliama ilk defa şahit olmuyoruz. Peki Siyonist şiddetin bölgesel ve küresel yansımaları neler?
İsrail Devleti’nin kuruluşu gerek Orta Doğu gerekse küresel siyaset açısından önemli bir kırılma noktası olmuştur. Kuruluş ilanını takip eden 11 dakikada İsrail’i tanıyan ABD, aradan geçen 75 yıldır neredeyse tüm savaş, işgal ve sivil katliamlarda Siyonist rejime açık destek veriyor. Üstelik uluslararası hukukun Siyonist yönetimler tarafından sayısız kez ihlalinde Beyaz Saray, Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olarak veto hakkını kullanıyor ve BM’yi işlevsiz hale getiriyor. Bu öylesine koşulsuz, şartsız ve reel politikten uzak bir destek ki; İsrail, “Altı Gün Savaşı” olarak bilinen 1967 Arap-İsrail Savaşı’nın 4. gününde ABD’ye ait USS Liberty gemisini saatlerce vurup, 34 Amerikalı askeri bilerek ve isteyerek öldürdüğünde dahi en ufak bir yaptırımla karşılaşmadı. Bugün yaşananlar ve Washington’ın rasyonaliteden uzak desteği, iki ülke arasında müttefiklik ya da dostluk gibi kavramlarla tanımlanamıyor. Görünen manzara şu ki iki ülke arasındaki ilişkide Washington’daki yönetimler Amerikan halkının çıkarlarını gözetmekten çok uzak ve ABD’yi de aynı Siyonist rejim yönetiyor. 7 Ekim’de başlayan kriz de USS Liberty örneğindeki gibi ABD’ye büyük zarar veriyor.
ABD yönetimi son dönemde bölgedeki askeri varlığını azaltma stratejisi ve İran ile yürütülen nükleer müzakereler dolayısıyla Körfez ülkelerinin güvenini kaybetmiş durumda. Gazze’ye yönelik saldırılara ise ilk günden beri koşulsuz destek veriliyor. Öyle ki İsrail’in yaşadığı ilk şokta, Akdeniz devriyesindeki filoyu bölgeye sevk ettiler ve devasa yardım paketlerini koşulsuz olarak Tel Aviv’e sundular. Lakin bu politikaların ABD’ye herhangi bir getirisi olup olmayacağı konusu da tartışmaya açık. Biden ve Blinken’ın İsrail ziyaretlerindeki tutarsız açıklamaları da bu desteğin bir başka göstergesi. Fakat kapalı kapılar ardında Netanyahu ve Galant’tan operasyonu yavaşlatmalarını ve şiddeti biraz daha kontrol altına almalarını talep ettikleri yer bulmuştu. Zira bu saldırganlığın tek sorumlusu İsrail’deki sağ Siyonist rejim değil. 2024 Mart’taki seçimlere yönelik kaygıları, Siyonist Biden yönetimini de bu suçun ortaklarından birisi haline getirdi.
26 Ekim’de Hamas yöneticileri Moskova’ya uçarak Rus ve İranlı yetkililerle bir görüşme gerçekleştirdi. Rusya’nın, rehine konusunu öne çıkartarak sürece dahil olma girişimlerini görüyoruz. Lakin Kremlin’in Filistin’de yaşanan krizden tamamen rahatsız olduğunu söyleyemeyiz. Gazze’de yaşanan katliam dikkatleri bu bölgeye çekerek, Ukrayna işgali dolayısıyla oluşan uluslararası baskıyı hafifletiyor. Dünya kamuoyunda ABD-İsrail ittifakının katliamlarına tepkiler artıyor. Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya sevki için İsrail’in dahil olduğu projeler önümüzdeki dönem için rafa kaldırılıyor. Böylelikle Ruslar doğalgaz silahını etkin olarak kullanmaya devam edebilecek. Ayrıca Ukrayna’nın, ABD ekonomik ve askeri yardımları konusunda artık çok büyük bir rakibi var. Bu durum Rusya için bir başka kazanım olarak öne çıkıyor.
İsrail’in orantısız şiddeti ilk değil fakat yaşandığı dönem dolayısıyla öncekilerden farklı özelliklere sahip. Tel Aviv, Washington’ın desteğiyle bölgedeki ülkelerle normalleşme yolunda önemli mesafe kat etmişti. Abraham Anlaşmaları (2020) ile BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan ile normalleşme sağlanmıştı. Türkiye ile uzun süredir gergin olan ilişkiler 2022 itibarıyla restorasyon sürecine girmişti. Hatta Riyad ile dahi tanıma takvimleri ortaya atılıyordu ve bölgesel ekonomik projelerde İsrail artık aktör olarak yer bulmaya başlamıştı. Gelinen noktada kazanımlar muhtemelen rafa kaldırılacak ve saldırılar devam ettikçe daha sert tepkiler gelecektir.
Bölgedeki krizden siyasi ve ekonomik olarak etkilenen aktörlerinin başında Mısır geliyor. Gazze ile 13 kilometrelik sınıra sahip ve insani yardımların geçişine dair tartışmaların tam göbeğinde duruyor. Öyle ki Gazze halkının Sina Yarımadası’na ilticasını net şekilde reddetmesi, IMF kanalından gelen ekonomik baskılar ve arabuluculuk çabalarındaki kritik rolü Mısır’a ayrı parantez açılmasını zaruri kılıyor. Bu noktada Katar yönetimi de gerek yıllardır Gazze’ye gerçekleştirdiği büyük insani yardımlar gerekse Hamas’ın siyasi kanadına ev sahipliği yapması dolayısıyla en kritik aktörlerinden bir diğeri.
Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Arap yönetimleri, Müslüman Kardeşler bağlantısı dolayısıyla Hamas’a mesafeli. Üstelik Yemen’de mücadele edilen Husilerin, İsrail’e füze saldırısı gerçekleştirdiği ve bunun ABD sistemlerince önlendiği açıklaması, Riyad için memnuniyet verici bir gelişme olarak okunabilir. Zira Veliaht Prens, 2015’ten beri Husilerle devam eden savaşta ABD desteğini almak için çok çaba sarf etmişti. Fakat günün sonunda Gazze’deki katliama herhangi bir sebepten ötürü sessiz kalmak, Filistin davasını Tahran’daki yönetime teslim etmek anlamına gelebilir. Filistin davasını, yaklaşık 45 senedir Orta Doğu’nun her köşesinde yaşanan istikrarsızlıkta dahli bulunan İran yönetimine teslim etmek ne insani ne de rasyonel değil.