İslâm adalettir. Haklının ve mazlumun yanında yer almayan hiçbir aksiyon ve kuvvet, İslâm ahlâkı dahlinde tespit edilemeyeceği gibi; İslâm’sız var olamayacak sair değerlerin de yokluğuna delildir. İnsanlık, vicdan, merhamet, adalet, iyilik, bilgelik, şuur ve fayda gibi kâinata iştirak ettiğimiz tüm müspet his ve eylemler; İslâm’ın özü, öznesi ve meyvesidir. Çünkü evvela bütün iyi ve latif vasıflar, Allahû Teâlâ’nın isim ve sıfatlarından beşeriyete ilahî bir lütuf ve hikmetle bahşedilmiştir. Allah’ın unutulduğu kalplerde, vicdan, sevgi, vefa ve iyiliğe dair bütün kavramlar, farklı ve zararlı kaynaklardan çıkmakta, yanlış mecralarda akmakta ve vardığı menzilin de kimyasını bozmaktadır. Bu şiarla, İslâm’ın şeriatında yer alan bütün ibadetler, farzlar, vecibeler ve lüzumlar, öncelikle nefsin terbiyesi, aklın mahfazası ve onurlu bir yaşamın kılavuzudur. Allah’ın buyruklarına itaat, insanın kendine yapabileceği en büyük iyilik olduğu gibi; insandan insana, tabiata, kâinata ve tüm canlılara da faydalı bir temas ediştir.
TEVEKKÜL, SADAKAT, AHDE VEFA
İslâm, iman hazzı, varlık bilinci, ademiyet yörüngesinde bir ömür sürüş… Bu bilinç üzere bütün söz ve eylemlerimiz, kâinatta tek bir taşın durduğu yeri değiştirmeyecek bile olsa; sâfi kendi nefsimize yaptığımız revizyon bile fizikötesi tepkimeler meydana getirir. Bir taşın yer ettiği zeminden farklı bir zemine transferi, her ne kadar hacimli ve üç boyutlu bir değişim olsa da; bazı tesirler bunun gibi gözle görünür ve hesap edilir olmayacak; ama ölçülebilir etkilerden çok daha anlamlı ve faydalı bir değere işaret edecektir. Yaradan Rahmân Suresi ilk ayetlerinde bütün akıl karışıklıklarını gideren bir hitapla kalplerimizi şöyle titretir:
“Kur’an’ı rahmân öğretti. İnsanı O yarattı. Ona anlama ve anlatmayı öğretti.” (Rahmân/1-4)
Öyleyse Allah hakikati bildirmiş, istikameti öğretmiş, aklın, oluş ve duyuşları muvazene ile idrakini mümkün kılmıştır. Buna rağmen yine O Rahmân bize bildirir ki; idrak ve görüş (gözle ya da sezgi yoluyla…) perdeli ve sınırlıdır. Rabbin açık delilleri üzerinden akılla ve tecrübe etme yoluyla anlamını sindirdiğimiz bütün buyruklar nasıl ki bize, fıtrat kodları üzerinden doğru bir çizgi üzerinde ömür sürmeyi mümkün kılıyorsa; aklın henüz erişemediği ya da görünmez perdelerin görüşü engellediği vasatlarda da tevekkül, imanî sadakat ve ahde vefa ile bütün hayatımızı dizayn etmemiz gerekir.
Madem ki Allah’ın yolu, insan olabilmek, insan kalabilmek, kendine ve kozmosa en yüksek fayda ile ömür sürebilmek için gerek şart; o hâlde bu kanaat üzere her olaya karşı duruşumuz da aynı itina ile var edilmeli.
ZULMÜN OLDUĞU YERDE SUSULAMAZ
İslâm, zulmün olduğu yerde susmayı kabul etmez. Zalimden korkmayı, ona saygı duymayı ya da çıkar münasebeti sebebiyle zulmünü görmezden gelmeyi ahlâk, fıtrat, ademiyet kümesi içinde barındırmaz. Fakat bazen insanın var olan mukavemeti -biraz önce de dile getirdiğim üzere- hacimli bir taşın, gözle görünür bir mekân tebdiline müsaade etmeyebilir. Fakat bu, haklının yanında duruşumuzu beyan eden eylem ve sözlerimizin etkisiz kaldığı anlamını doğurmaz. Hac’da şeytan taşlamak nasıl ki insanlığın ortak düşmanına karşı bilinçli bir duruşu da sembolize ediyor ve durmamız gereken mihrakı bilinçaltımıza ve ruhumuza kadar nakşediyor; ama zahirde şeytanın yaralandığına dair bir delil bulamıyorsak da; bu, etkisiz bir hareket içinde olduğumuzu göstermemektedir. İnsan, Allah’ın emri üzere ifa ettiği tüm ibadetlerde olduğu gibi Hac ibadetinin bütün merhalelerinde de hem fıtrat kodlarına dönmekte hem de nerede ve ne için var olduğunu hatırlamaktayken; cılız bir taş atış hareketiyle ne büyük bir hareketler silsilesini tetiklediğini -duyu organları yoluyla olmasa da- bütün bunlardan daha hükûmetli olan hissediş, ruh ve kalp yoluyla anlayabilir.
DALGA DALGA BÜYÜYECEĞİZ
Terör devleti İsrail’in bu cani eylemleri karşısındaki her bir duruşumuz da buna benzetilebilir. Zalimin mallarını boykot etmek, mazlumun yanında oluşumuzu yazı, söz ve kefiye gibi sembollerle beyan etmek, zulmü dünyaya duyurabilmek uğruna verdiğimiz bütün bu mücadele, taşlanan şeytana verdiğimiz ölçülemeyen zararın yanında, nerede durduğumuzu ve kimliğimizi bilmek ve mazlumun kısılan sesini dünyaya haykırmak adına son derece hayatîdir. Bir yandan da zalimi boykot; elimizdeki cılız taşın devasa bir kütleye zarar vermeyeceği kaygısını doğurabilir. Fakat milyonla cılız taşın devasa bir kütle karşısında birlik olmasıyla, ne büyük bir yıkıma yol açacağını da akledebilmek gerek.
İsrail 20 binden fazla insanı öldürdü. Binlerce çocuğu paramparça etti. İnsanları evsiz, ailesiz, aşsız, susuz ve ilaçsız bıraktı. Nasıl ki bütün bu mezalim, dünyada İslâm’ın dalga dalga yayılışına ilahi bir hikmetle yol açtıysa, bizim o cılız sandığımız tepkilerimiz de halka halka eklenecek, dalga dalga büyüyecek ve çığ etkisiyle kâinata yüksek perdeden bir tını bırakacaktır. Hiçbir şey olmasa dahi, nerede durduğumuz, kimliğimiz ve insanlık makamından düşmemek adına bile terör devleti İsrail ve destekçilerine, elimizden gelen bütün tepkileri vermeli, mazlum ve haklı Filistin halkının yanında oluşumuzu her mecrada ve her dilde haykırmaya devam etmeliyiz!