Seçimlere yirmi günden az bir süre kaldı. Seçim sistemi gereği özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir oyun bile çok değerli hale gelmesi, bu sürenin partiler tarafından daha etkili kullanılmasını icbar etmektedir. Zira seçimlere bu kadar az süre kalmışken partilerin ‘kemik’ oyu diye tabir edilen tabanlarında çok fazla oy geçişgenliği görülmez. Son düzlükte daha kırgın, kızgın ve böyle olduğu için kararsız seçmeni ikna etmek üzere bir gayret gösterilir. Bu meyanda seçim kampanyalarının en büyük amacı da kararsız seçmeni ikna etmektir.
Partilerin aday listeleri, seçim beyannameleri, somut vaatleri, yapılan hatalar ya da üretilen orijinal söylemler kararsız seçmeni ikna etmedeki ana faktörlerdir. Gelinen noktada aday listeleri YSK’ya teslim edilmiş bulunuyor. AK Parti başta olmak üzere seçim beyannamelerini açıklayan partiler oldu. CHP gibi seçim beyannamesi açıklayamayacak partiler mevcut. Genel anlamda AK Parti’nin açıkladığı aday listesinin büyük tartışmalara sebebiyet vermediği görülmektedir. Kabinede mevcut bakanların iki istisna dışında aday gösterilmesi, Meclis’te güçlü isimlerin temsiliyetinin öncelenmesi dikkat çeken hususlardan biri oldu. Yine aday listelerinde mevcut vekiller içerisinden yüzde 70’e yakın bir yenilenmenin yapılması ve özellikle gençlere aday listelerinde çokça yer verilmesi de öne çıkan bir diğer noktaydı.
İttifak sistemi içerisinde partilerin aday listeleri kadar ittifakı oluşturan partilerin ortak listeyle ya da ayrı ayrı listelerle seçimlere katılması da bu süreçte çok tartışıldı. Cumhur İttifakı’nı oluşturan AK Parti, Yeniden Refah Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Büyük Birlik Partisi seçimlere kendi listeleriyle gidiyor. İttifaka dışarıdan destek veren Demokratik Sol Parti ve Hür Dava Partisi ise AK Parti listelerinden kendi adaylarını gösterdi.
Millet İttifakı’nda ise CHP ve diğer 4 küçük parti, bu parti adaylarının CHP listelerinden aday gösterilmesi suretiyle seçime gidiyor. İYİ Parti ise kendi listeleriyle seçime gitmeyi tercih etti. CHP ve İYİ Parti’nin de bazı seçim bölgelerinde ‘fermuar sistemi’ adı verilen bir sistemle ortak hareketi görülmektedir. İYİ Parti, bütün seçim bölgelerinde ortak listeyle gidilmesi önerisini reddederek cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde kendisine yapılan dayatmanın rövanşını da almış oldu. Küçük partiler de kotardıkları vekillik sayılarıyla Kemal Bey’in adaylığını desteklemenin diyetini almış oldular.
Ortak adayla gitmenin mi yoksa her partinin kendi listeleriyle gitmesinin mi daha çok vekil kazandıracağı aslında tam olarak kestirilemez. Cumhur İttifakı’nı oluşturan partiler kendi listeleriyle seçime girme kararı aldı. Bunun Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu kazanma ihtimalini zora soktuğu iddia edilmekte. Ancak burada gözden kaçırılan husus meselenin sadece matematik/aritmetik boyutuyla ele alınması. Gerçekten de matematiksel olarak AK Parti ve MHP’nin orta ve küçük ölçekli bazı vilayetlerde ortak listeyle girmesi ittifakın birkaç vekil fazla çıkarmasına vesile olabilirdi. Fakat mevzuya matematiksel değil sosyolojik olarak yaklaşıldığı zaman bu tercihin başka bir sonuca vesile olması da söz konusu olabilir. Zira AK Parti tabanıyla Yeniden Refah Partisi ve MHP’nin seçmen tabanları birbirine yakın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy vermek isteyen fakat kırgınlıklar sebebiyle AK Parti’yi tercih etmeyi düşünmeyen seçmenin alternatifi bu partiler. Aynı zamanda özellikle Yeniden Refah Partisi, CHP’ye dolayısıyla da Millet İttifakı’na oy vermek istemeyen ancak Cumhur İttifakı konusunda da kararsız olan, bu anlamda DEVA ve Gelecek partilerinin hitap etmeyi amaçladığı seçmenin ilk tercihi konumunda. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nda MHP ve Yeniden Refah Partisi’nin Millet İttifakına gitmesi beklenen kırgın ve küskün milliyetçi ve muhafazakâr seçmen için ittifak içi bir alternatif haline gelmesi söz konusu olabilir.
Millet İttifakı’nda ise CHP yaptığı simülasyonlarla diğer 4 küçük partiyi kendi listelerinden girmeye ikna etti. Ancak CHP’nin açıkladığı listedeki diğer parti adayları, özellikle DEVA Partisi’nden Sadullah Ergin gibi isimler bir hayli tartışma konusu oldu. Sadullah Bey’in CHP’nin kalesi olarak tabir edilen Çankaya’dan üst sıralardan gösterilmesi, geçmiş yıllardaki bakanlık tecrübesinden kaynaklanan hoşnutsuzlukları katmerlendiren bir tesir yaptı. Bu hoşnutsuzluğun reaksiyoner oy verme davranışına dönüşmesi ve tepkisel oyların Memleket Partisi’ne gitmesi şu an için muhalefet adına en korkulan senaryo. Bu yüzden Muharrem İnce’ye ve Memleket Partisi’ne, muhalif elitler tarafından büyük saldırılar yapılıyor. Ancak bu kesimlerin, çuvaldızı kendilerine batırmaya hiç yanaşmadıkları ve yaptığı bilinçli tercihlerle bu hoşnutsuzlukların asıl müsebbibi Kemal Bey ve CHP’yi neden böyle yaptığı konusunda pek sorgulamadığı görülmektedir. Özellikle muhalif kamuoyu için gelinen noktada Kemal Bey, uğruna nice kurbanlar verilmesi caiz görülen bir kutsal varlığa dönüşmüş durumda. Her şey onun kararları ve stratejileri çerçevesinde meşrulaştırılmaya, buna itiraz edenler de en şedit bir şekilde cezalandırılmaya çalışılıyor. Bütün bunların üstüne Kemal Bey’in, Cumhurbaşkanı olursa herkesin kendisini eleştireceğini vaat etmesi eldeki veriler ışığında komik bir hâl almaktadır.
Ayrıca CHP listelerinden girmenin küçük partiler için yarattığı fırsat ve maliyet hesaplarının tam anlamıyla yapıldığı söylenemez. Zira bunlardan özellikle DEVA ve Gelecek partilerinin kurulurken en büyük muradı AK Parti’ye kırgın ve küskün olduğu düşünülen muhafazakâr, liberal isimleri kendi saflarına çekmesi idi. İlk kurulduklarında bu yönde kısmî bir heyecan yaratsalar da özellikle CHP’nin başını çektiği Altılı Masa’ya çok hızlı entegre olmalarıyla beraber bu heyecanın da peyderpey söndüğü görüldü. En iyimser anketlerde bile yüzde 1-1,5 bandına sıkışıp kaldılar. Bu partilerin kurmaylarını CHP listelerinden aday göstererek seçime girmesinin ise orta ve uzun vadede kendilerine büyük zarar vereceğini düşünüyorum. Zira o kadar büyük laflar edip, sayfalarca politika metinleri hazırlayıp bir çırpıda CHP’ye entegre olmayı ilerleyen yıllarda çok daha zor anlatacaklardır. Zaten CHP listelerinden girme kararını bu iki partinin genel başkanlarının çıkıp açıklamaması, hatta ancak listeler ilan edildikten sonra sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapmaları da verdikleri kararı ne kadar sindirebildiklerini göstermektedir. Dolayısıyla bu partiler Memleket Partisi’nin gösterdiği duruş ve dirayeti göstermekten bile aciz kaldılar.
Kaldı ki DEVA ve Gelecek partileri tabanlarının CHP listeleri için ne kadar motive olabilecekleri de tartışmalı bir husus. Bu partilerden isimlerin listelerde olduğu vilayetlerde böyle bir sorun yaşanmayabilir ancak seçim bölgelerinin kahir ekseriyetinde ne DEVA ne de Gelecek partilerinden bir aday bulunuyor. Parti teşkilatlarının salt genel merkez kararı ve iradesi doğrultusunda bu bölgelerdeki CHP listelerine çalışması bir gerçeklikten ziyade bir temenniye dayanabilir ancak. Böyle bir anlayış masa başında kurgulanan siyasetin sosyolojik boyutu hesap edilmeden yukardan aşağıya dayatılması anlamına geliyor. Bu hesabın masa başında ve parti elitlerince kabul düzeyi ile seçmen nezdinde kabul düzeyinin birbirinden farklı olması çok daha yüksek bir ihtimal. Dolayısıyla bu partilerin CHP listelerinden aday olması, kendi adaylarının bulunduğu özellikle büyük vilayetlerde sonuçlar üzerinde olumlu bir etki yaratabilir ancak geri kalan çoğu vilayette masadaki kurgu sahaya yansımayabilir.
DEVA ve Gelecek partileri gibi partilerin temel özelliği daha çok parti içi elit mücadelesi sonucunda kurulan partiler olması. O halde bu partilerin ilk yıllarında toplumsal tabanları daha zayıf; parti merkezi ile taban arasındaki ilişkiler de pamuk ipliğine bağlı olur. DEVA ve Gelecek partileri de ilk seçimlerde CHP listelerinden parti elitlerini Meclis’e sokmayı önceleyerek aslında tabanla ilişkilerinin ne kadar zayıf olduğu göstermiş olmaktadır.
Bu bağlamda, DEVA ve Gelecek partilerinin kararlarını ve muhtemel akıbetini irdelerken 1970’lerin Demokratik Parti tecrübesini göz önünde bulundurmakta fayda var. Demokratik Parti o dönem Meclis’te ve kamuoyunda çok daha popüler olan isimlerin Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nden ayrılarak kurdukları bir partiydi. Söz gelimi partinin genel başkanı olacak Ferruh Bozbeyli Adalet Partisi’nin iktidarında Meclis Başkanlığı yapmış bir isimdi. Demokratik Parti kurulduğunda kırgın ve kızgın Adalet Partililerin kısmî bir teveccühünü kazandı ve girdiği ilk seçim olan 1973 seçimlerinde 45 vekil çıkardı. Ancak partinin tabanı son derece zayıftı. Parti Süleyman Demirel’e kızgın olan elitlerin bir girişimi olmaktan kurtulamadı. Salt bu kızgınlıktan Milliyetçi Cephe hükümetleri dahil Demirel’in başında olduğu hiçbir oluşuma destek vermedi. Fakat hem zayıf sosyal taban hem de parti ileri gelenlerinin ‘Demirel kompleksi’ partinin peyderpey sönüşüne sebep oldu. Bu yüzden de 4 yıl sonra yapılan 1977 seçimlerinde Demokratik Parti Meclis’e sadece 1 vekil sokabildi. Oyları radikal bir şekilde düştü ve partinin ileri gelenlerinden birçok isim tekrar Adalet Partisi’ne döndü.
Öte yandan Demokratik Parti’nin aksine DEVA ve GELECEK partileri kurulduktan sonraki ilk seçimlere kendi isim ve logolarıyla girme cesareti bile gösteremediler. Demokratik Parti girdiği ilk seçimde kısmî bir başarı sağlamış ve 45 vekil çıkarmışken siyasî birliğini sağlayamamış, tabanını genişletme ve konsolide etmede istediği sonucu elde edememişti. Dolayısıyla DEVA ve Gelecek partilerinin seçimlere bile girmemesi önümüzdeki yıllarda varlıklarını ve meşruiyetlerini sürdürmelerini çok daha zor hale getirmiştir. Demokratik Parti ileri gelenlerinin Demirel kompleksine benzer şekilde DEVA ve Gelecek partilerinde de ‘Recep Tayyip Erdoğan kompleksinin’ olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Zira birkaç vekillik ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yenilgiye uğratma ihtimalinin cazibesine kapılma derekeleri bunu göstermektedir. Kadroları ve programları ne olursa olsun anti- Erdoğanizm sarmalından kurtulamayan, hatta bunun karar alma sürecinde yegane siyasî motivasyon kaynağı haline geldiği bu partilerin Erdoğan sonrası Türkiye’sinde kendilerini nasıl konumlandıracağı bir hayli tartışmalıdır.
Dolayısıyla ortak ya da farklı listelerle seçime girmenin muhtemel sonuçlarına dair kesin öngörülerde bulunmak şu an için imkân dahilinde değildir. Ancak kesin olan şu ki, Türkiye’de ve dünyanın hiçbir yerinde siyaset birtakım aritmetik hesaplarla yapılmaz. Seçmen davranışlarının da bu hesaplar doğrultusunda tecelli etmesi beklenenden çok daha düşük bir ihtimaldir. Siyasette aslolan aritmetik değil sosyolojik gerçeklerdir. Parti elitlerinin muhterisli tavır ve tercihleri de sosyolojik realitelere ancak bir yere kadar direnebilir. Seçmen tabanlarının ve sosyolojik taleplerin gözden uzak tutulması kısa vadeli bazı kazanımlar sağlayabilir ancak orta ve uzun vadede galebe çalan mutlak surette sosyolojik gerçekler olacaktır.