Kalp, insanın âlemi, kâinatıdır. İnsanın yeri yurdu, içyüzüdür. Duygu ve düşüncelerin bağlı olduğu mihraktır. Hislerin uyandığı, serpildiği, olgunlaştığı makamdır. İnsanın hâl ve tavırlarına yön veren, onları biçimlendiren ve kişiyi kendisi kılan, kendine has güzelliklerini aşikâr eden, yüzüne, bakışına, sözüne bir ifade olarak yerleşendir.
Kalp, fiil olarak bir şeyi değiştirmektir. Bir insana/nesneye etki ederek onu bulunduğu durumdan başka bir hâle/yöne doğru değiştirmektir. Bu nedenle “kalbetmek” yani değiştirmek, çevirmek, dönüştürmek diye bir fiil türemiştir. Gün değişirken kalbeder, gece gündüze, gündüz geceye döner. İnsan yolun başında başka, ortasında başka, sonunda bambaşkadır. İnsanın yüzü, karakteri ve dünyası da kalbeder, değişir, dönüşür. Değişmeyenlerin kalbi pas tutar, katılaşır, taşlaşır.
Kalp, insana âczini bildirir. İnsanlığın en güzeli, “Yâ mukallibe’l-kulûb” diye aman dilemiştir çünkü her yaratılan âcizdir, muhtaçtır. Kalp sürekli değişim içindedir, hâlden hâle geçer. Kalp ışıldar, yeşerir, perdelenir, mühürlenir, kilitlenir, marazlanır, körleşir, kurur, çürür. Hiç kimse olduğu hâl üzere kâim değildir. Kalpleri evirip çeviren, onu değiştiren ve dönüştüren yegâne güç onu yaratandır. Kimi kalpler vardır, değişirken bozulur. Kimi kalpler vardır, aslına rücu eder, tabiatına döner. Kimi kalpler de mühürlüdür; hayata, yağmura, berekete, tohuma, toprağa, güneşe, ırmağa rağmen etkilenmezler, onlara ne güzellikler tesir eder ne de dikenler onları gafletten uyandırır.
Kalbi karşılayan birçok kelime kullanırız. Hissettiğimiz duyguya ve acıya göre kalbimizde olan biteni anlatmak için bu kelimelerden birini seçeriz. Bazen gönül deriz ona, bazen tahammül mülkü deriz, bazen yürek, bazen sîne, bazen can evi deriz. Bir insanın kalbindeki sezgi kuvvetini ifade etmek için onun, gönül gözünden baktığını, basiret sahibi olduğunu söyleriz.
Kur’an’a göre kalbin çok geniş ve başka kelimelerle ifade edilen anlamları vardır. “Sadr”, kalbin yeri/mahalli anlamına gelir. Elmalılı, sadr kelimesinin kalpten kinaye olduğunu belirtir. Sadr, insanın ruh hâline göre genişler ve daralır. Müfredat’ında Ragıp El-İsfahanî, Kur’an’da her nerede kalp kelimesi geçiyorsa orada muhakkak akla ve ilme işaret edildiğini ve ancak kalbi olanlara bir öğüt olduğunu söyler.
Sevgi, ıstırap ve acıdan yanıp tutuşan kalbe “fuâd” denir. Fuâd, kalbin samimiyeti ve içtenliğidir. “Dost yüzünü görmesem şu gözlerim nemdir benim” diyen Yunus, hasretle yanıp tutuşan bir kalbin dosta bakışını anlatır. Kur’an’da fuâd, kalbin gördüğünü yalanlamaması, ihlâsla onu anlamasıdır. Her şeyin özünü, en iyisi ve seçkin olanını ifade eden “lübb” kelimesi de Kur’an’daki kalp kavramını karşılayan başka bir kelimedir. Lübb olarak nitelenen kalp, insanın özüdür. Akletme, doğru düşünebilme ve idrak edebilme kabiliyetidir. Kur’an akletme ve kavrama yetisi yüksek olan insanları “Ulu’l elbâb” olarak niteler. Ulu’l elbab, akleden, fikreden, idrak eden şahsiyetlerdir. Onların kalp işleri tefehhüm, tefekkür, tezekkür ve tedebbürledir. Hisleri düşüncelerinden, düşünceleri hislerinden ayrı değildir.
Kalbin hududu ne kadar da geniş… Kalp, aklı da kuşatacak denli “akletme” marifetine sahip. Çünkü kalp, Rahman’ın hiçbir yere sığmam ama oraya, kulumun kalbine “sığarım” dediği yerdir. Bir işi kalp ile kalpten gelerek yaptığını söylemek, o işe ruhunu vererek, bütün içtenliğiyle yaptığının beyanıdır. Birine kalp ile yönelmek, Tanpınar’ın ifadesiyle bütün kâinatınla ona taşınmaktır. Onunla hemhâl olmaktır. İnsan görüşmediği ama kalbinde yer ayırdığı, kalben hemhâl olduğu, onun da kalbinde yerinin olduğundan şüphe etmediği kimseyi ne zaman görse sevinç duyar, onu uzun bir zaman sonra da görse ona soğukluk hissetmez ama kalp selâmı kesmişse onu her gün de görse artık bir önemi kalmaz.
Gerçekte “kör” olan gözler değil, sînelerdeki kalplerdir. Kalp bir kez çürümeye, kurumaya ve bozulmaya yüz tutsun, insanın gözünün feri gider, hayatının ışığı söner. Nuri Pakdil “İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Ne emek ne ekmek, önce kalbimiz bozuluyor çünkü” diyerek kalbin merkezi önemine ve insana şahsiyet kazandırmasına işaret eder. İnsan hata eder, yanılır, yanlış yapar, kötü düşüncelere kapılır. Kalp temizliği insanın kötülüğe ve yanlışa hiç bulaşmamış olması değil, gidişatını düzeltme gayreti içinde olmasıdır.
Gazali “Kalp, şahsiyetin esas göstergesidir” der. Kalp manevi açısını yitirirse insanın şirazesi dağılır, yoluna sis çöker, görüş açısı bozulur, ruhu karanlıklarda kalır. Gazali’ye göre kalbin maddi yönü hayvanda da vardır insanda da. Bu nedenle Gazali, kalbi ruh ile eş anlamlı kullanır. Mühim olan kalbin mahiyetine yaraşır şekilde davranmaktır yani insanın kalbine/manevi yönüne eğilmeyi ihmal etmemesidir. İnsan ruhunun ihtiyaçlarını karşılayabildiği ölçüde hakikate yürür. Emaneti yüklenen insanın anlam arayışı, varlığını ilim ve marifetle çiçeklendirerek, ilimle yolunu bulmaya çalışarak, kalbine eğilerek cevaplanabilir.
Ataullah İskenderî Tasavvufî Hikmetler’de, faydalı ilmin ışıklarının, insanın göğüs ve gönlünde yayılıp kalbinin üzerindeki madde ve masiva örtüsünü kaldırdığını söyler. İlmi artan insan, küstahlaşmaz, kalbi incelir, kavrayışı yükselir, içi haşyetle dolar. Haşyet, insanın âcizliğini ve yaratılmışlığını bilmesi, yaratan karşısında kalbinin titremesi, ürpermesidir. İlim, kalp derslerini talim eden ve kendini bilenlerin yolculuğudur. İskenderî’ye göre bir eşyadan diğer eşyaya koşan, maddede takılıp kalan yüzeysel insan, bir yol katedemez ve kısır bir döngüde sıkışıp kalır. Kalp, maddi olanın esaretinden kurtuldukça, eşya ile ünsiyetini de mana üzerine kurdukça anlama ve idrak kabiliyeti bakımından da gelişir.
İnsanın kendisiyle, başkalarıyla, sevdikleriyle, yaratanla kurduğu bağın mekânı kalptir. Kalp bazen ansızın bir şeye ısınır veya bir şeyden soğur, niye öyle olduğunun esas sebebi de çoğu zaman bilinmez. Kalp sezgiyle ısınır, sezgiyle soğur. Kalbin kendine göre akıl almaz, açıklanamaz, izah edilemez gerekçeleri vardır. Kalp bazen neyi neden seçtiğini, onu niçin istediğini bilmez. İnsan belki de en çok kalbinden yanılır ve gariptir ki insan, birine güvenmeyi, ona itimat etmeyi, ondan emin olmayı kalbiyle bilir, hisseder. İnsan kalbî yakınlık kurduklarıyla yürümek, yol almak, kendini değiştirmek ister. Hemrâh aynı yol, istikamet ve niyet üzere olunan kişidir. Herkesle hemrâh olunmaz. Her yoldaş aynı izi bırakmaz, herkesle aynı mesafe yürünmez. Yalnız kalp bağı sağlam olanlar birbirinin gönlündedir, onlara ayrılık olmaz.