Etiyopya ile Somaliland arasında 1 Ocak 2024’te imzalanan mutabakat zaptı (MoU) küresel anlamda çok yankı uyandırdı. Yasal bağlayıcılığı olmayan Protokol, 50 yıl boyunca Somaliland’ın Berbera Limanı’nı Etiyopya’ya kiralamayı ve Etiyopya donanmasına 20 km denize erişimi karşılığında Somaliland, Etiyopya Havayolları’ndan hisse almayı ve muhtemelen egemenliğinin Etiyopya tarafından tanınmasını kapsamaktadır. Bu yazı, ilgili zaptın ortaya çıkarması muhtemel sonuçları ve Türkiye ile ilgili boyutunu ele alınmaktadır.
Aslında, dünya üzerinde 44 ülkenin denize erişimi yoktur. Kara ülkesi olarak da ifade edilen bu devletler yer kürenin yüzde 11,4’ünü, nufüsun yüzde 6,9’unu, toplam ülkelerin yüzde 25’ini oluşturmaktadır. Denize kıyısı olmayan bu 44 ülkenin 16’sı Afrika kıtasında yer almaktadır. 44 kara ülkesi içerisinde en büyük nüfusa sahip, potansiyel anlamda bölgesel dinamikleri etkileyebilecek tek ülke ise Etiyopya’dır. 120 milyon nufus, 312 milyar dolar bütçesi olan Etiyopya’nın dış politikasında denizlere erişim Başbakan Abiy Ahmed’in ifadesiyle “varoluşsal” bir meseledir. Abiy’in “Kızıldeniz’de bir liman elde etmek, 120 milyon vatandaşın coğrafi hapishaneden serbest kalması için gereklidir” ifadesi bir retorikten öte tarihsel, ekonomik ve psikolojik arka plana sahiptir.
Etiyopya için denize erişme politikası tarihsel olarak da hep öncelikli olmuş, ancak bölgesel dinamikler buna izin vermemiştir. Örneğin, 16. yüzyılda Osmanlı Devleti Massawa Limanı’nı ele geçirdiğinde Etiyopya’nın Kızıldenize erişiminin önü kesilmiş, ardından bölgede hakimiyet kuran Mısır ve İtalya, Etiyopya’nın denizlere erişimini sınırlandırmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası denizlere erişim anlamında Etiyopya lehine oluşan konjektür, 1961’de patlak veren Eritre bağımsızlık hareketi ve 1993’te Eritre’nin bağımsızlığını kazanması sonrası Etiyopya’nın denizlere ulaşımı başka bir bahara kalmıştır. Tarihin kendisine “kara ükesi” sıfatını biçtiği Etiyopya’nın denizlere erişme arzusu bu yanıyla Rusların sıcak denizlere inme politikası ile benzerlik göstermektedir.
Etiyopya için denizlere erişim gerçekten varoluşsal bir mesele midir? Bugün dünya ticaretinin yüzde 90›ı deniz ticareti yoluyla gerçekleşmektedir. Dünya deniz ticaretinin yüzde 20'lik bölümü ise Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz, Aden Körfezi, Somali açıkları ve Arap Denizi hattında gerçekleşmektedir. Etiyopya ise toplam ticaretinin yüzde 95’ini Cibuti Limanı üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu kapsamda Addis Ababa’dan Cibuti limanına uzanan 748 kilometrelik demiryolu iki ülkenin de can damarıdır. Zira, Cibuti’nin GSYİH’sının yüzde 75’inden fazlası şu anda Etiyopya ile yapılan ulaşım hizmetlerinden temin edilmektedir. Yaklaşık olarak 4.8 milyon varil petrolün geçiş yaptığı Kızıldeniz’de, Afrika’nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olan Etiyopya’nın kızıldenize erişim politikası, jepolitik bir tercihten öte ekonomik gereklilik olarak yorumlanmaktadır.
Ancak, uluslararası hukuk dışında ‘‘fait accompli (oldu-bitti)’’ ile filli durum ortaya çıkartan Etiyopya’nın bu hamlesi, ülkeler arası ittifak/çatışma ilişkisini derinleştirme ve bölgedeki askerileştirme/güvenlikleştirme hamlelerini pekiştirme potansiyeli caridir. Somaliland halihazırda hukuki (de jure) olarak Somali’ye bağlı olsa da ekonomik olarak farklı bir ivme yakalamıştır. 2021 verilerine göre 5,7 milyon nüfuslu Somaliland’ın GSYİH 3,4 milyar ABD Doları olurken, kişi başına düşen gelir 775 dolar olarak gerçekleşti. Buna karşılık, 17 milyon nufuslu Somali’nin GSYİH’si 7,628 milyar dolar ve kişi başına düşen gelir 446,98 dolardır. Bu rakamlar Somaliland’ın ekonomik olarak Somali’nin geri kalanından daha iyi bir performans gösterdiğini göstermektedir. Norveçli sismik araştırma şirketi TGS’in yakın zamanda Somaliland bölgesindeki petrol keşfi, bölgenin sahip olduğu göreceli refahı da düşündüğümüzde bağımsızlık taleplerinin ekonomik arka planını görebiliriz.
Somaliland’ın tek taraflı bağımsızlığı, Somali’nin güney ve kuzey bölgelerinde federe bir yapıda varlığını sürdüren Puntland ve Jubaland gibi yapıların bağımsızlık talebini kuvvetlendirecektir. Ayrıca, Somaliland’ın kendi içerisinde Isaaq Kabilesi’nin öncülük ettiği bu ayrılıkçı hareket, diğer Sool, Sanaag ve Ayn bölgelerindeki kabileler tarafından reddedilmektedir. Somaliland’ın bu hamlesi kendi içerisinde bir parçalanma da doğurabilir ve kabileler arası dondurulmuş sorunları tekrar ısıtabilir. Türkiye’nin 4 Ocak’ta açıklamış doluğu beyanatta, Somali’nin toprak bütünlüğünün “kırmızı çizgisidir” ifadesi bu riske karşılık gelmektedir.
İlgili mutabakat zaptın Türkiye boyutu Afrika boynuzu özelinde şekilllenmektedir. Türkiye’nin Afrika politikasında bir “vitrin” mesabesinde olan Somali ile ilişkiler, Eylül 2017’de, 50 milyon dolara inşa edilen Somali Türk Görev Kuvveti Komutanlığı'nın (TÜRKSOM) kurulması ile stratejik ortaklığa evrilmiştir. Somali ordusunun yaklaşık üçte birinin eğitildiği bu komutanlık, hükümetinin Eş-Şebab’a karşı elde ettiği başarıda kilit rol oynamaktadır. Bölgedeki siyasi istirarsızlık, Somali ve Aden Körfezi civarında yılda 400’e yakın Türkiye bağlantılı ticaret gemisinin seyrüsefer güvenliğini de tehlikeye atma ihtimali taşımaktadır. Bundan mütevellit, 18 Ocak 2024’te, TBMM’nin Deniz Kuvvetlerine bağlı güçlerin “deniz haydutluğu”na karşı görev süresinin 14. kez uzatılmasına yönelik tezkere, bu sıcak süreçle doğrudan ilişkilidir.
Türkiye ise, sözü edilen bu karmaşık denklem içerisinde önceliğini Somali’ye vermesi mevcut tablo içerisinde en rasyonel ve en olağan tercih gibi görünmektedir. Lakin, Etiyopya’nın ithalatında yüzde 5,7 ile üçüncü sırada yer alan ve tekstil, inşaat, sanayi gibi alanlarda 150’den fazla şirket ile 2,5 milyar dolar bütçe kapasitesine sahip Türk şirketlerinin çıkarları adına aktif tarafsızlık çerçevesinde Etiyopya ile yapıcı diyaloğa devam etmesi kaçınılmazdır. Nitekim, Etiyopya’da en fazla yatırıma sahip ikinci yabancı ülke konumunda olan Türkiye’nin Somali, Eityopya ve Mısır gibi tarihsel, siyasi ve ekonomik ilişkilerin realize ve optimize edildiği bir vasatta mevcut krizin aşılması için Somali özelinde varolan ağırlığı, Etiyopya ile son 4 yılda derinleşen ilişkisi ve Mısır ile tazelenen diplomatik diyalog bağlamında arabulucuk misyonu üstlenmesi, Türkiye’nin bölgedeki varlığını güvence altına alırken bölgesel saygınlığını da yükseltecektir.