Kütahya, yerleşim tarihi itibarıyla 7 bin yıllık köklü bir geçmişe sahiptir. Kütahya toprakları, barış ve huzur içinde barındırdığı çok farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Şehrin sakinleri, çok zengin kültürel değerlerin varisleri olduklarının bilincindedir. Sanat değeri yüksek kaliteli seramikleriyle tanınan Hititler; barışçıl bir toplum olmaları yanında müzisyen ve sanatçılara yüksek değer verdikleri bilinen Frigler; pek çok ünlü heykeltıraşın bulunduğu Romalılar ve Bizanslılar; anıtsal mimaride nadide eserler bırakan, edibi, şairi, mutasavvıfı bol Selçuklular ve Germiyanoğulları Beyliği bu topraklarda hüküm sürmüş gelecek medeniyetlere önemli miraslar bırakmışlardır. Osmanlı Devleti’ne barışçıl bir katılım sağlayan Germiyanoğulları, Türk milletinin birlik ve beraberlik ruhunun her türlü saltanat anlayışından daha yüksek olduğunu göstermiştir. Germiyanoğulları’nın asalet ve payitaht birikimini yansıtan Kütahya; tarihinin her devresinde önemli bir ilim, kültür ve sanatın merkezi olmayı başarmıştır.
Kütahya’da tarihin ilk dönemlerinden itibaren pek çok medeniyet ve devlet hüküm sürmüştür. Jeostratejik konumu itibarıyla doğal korunakları olan Kütahya, ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin izlerini taşıyan ancak Türk milletinin ve İslam medeniyetinin içinde özgün karaktere bürünen kültürel değerlere sahiptir. Bu değerlerle birlikte kadim medeniyetlerin çok kıymetli mimari eserleri, şehrin kültürel mirası olarak varlığını sürdürmektedir. Frigler’den günümüze kadar ulaşan binlerce barınma ve korunma amaçlı mağaralar, erken Hıristiyanlık dönemine ait şapel ve kiliseler, Romalılardan kalan Aizanoi antik kenti, Roma izleri taşıyan ve Bizanslılardan kalan Kütahya Kalesi, Selçuklular’dan kalan Hıdırlık Mescidi, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklar olan Domaniç’teki Hayme Ana Türbesi, Germiyanoğulları’ndan kalan Vacidiye Medresesi ve II. Yakup İmaret Külliyesi, Türklerin farklı etnik unsurlarla bir arada yüzlerce yıl barış içinde yaşadığı hoşgörü kültürünün şahidi Yeni Mahalle Rum Ortodoks Kilisesi, Osmanlılar’dan kalma Ulu Camii, Adliye Binası (Eski Hükümet Konağı) ve Kütahya Lisesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve Başkumandan Meydan Savaşı’nın kazanıldığı Dumlupınar ve Altıntaş -Zafertepe Çalköy’deki Şehitlikler ve Anıtlar bu topraklarda yaşayan medeniyetlerin bizlere bıraktıkları kültürel mirasın ilk akla gelen örnekleridir.
Antik kaynaklarda masalcı Ezop’un doğum yeri olarak gösterilen Kütahya, Germiyanoğulları Beyliği’nin başkenti, Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi ve şehzadelerin valilik yaptığı kent olarak Osmanlı tahtının bir anlamda staj yerlerinden birisi olma özelliğini taşır. Ünlü gezgin ve edebiyatçı Evliya Çelebi’nin de memleketi olan Kütahya, Osmanlı sarayına gelin giden Devlet Hatun tarafından himaye edilmiş, Kütahya’dan yetişen çok sayıda bilim adamı ve sanatkâr şehzadelere öğretmenlik yapmış, böylelikle saray kültürü Kütahya’da yok olmadan kesintisiz yaşama imkânı bulmuştur. Kütahya, her alanda yetiştirdiği insanlarla Anadolu kültürüne büyük katkı sağlamış ve Sultan Veled’in “Kütahya kusursuz bir güzeldir” iltifatına mazhar olmuştur. Kütahya halkı tarih boyunca adaletin, iyinin, güzelin, doğrunun yanında olmuş, insani değerleri korumuş, çelebilik makamında yaşayan insanlar olarak değerlendirilmiştir. Klasik Türk Edebiyatı’nın merkezi konumunda olan Kütahya; Ahmedî, Şeyhoğlu Mustafa ve Şeyhi gibi kuruluş dönemi şairleri 14. ve 15. yüzyılda bu coğrafyada yetiştirmiştir.
Erdal Aday’ın Kütahya İli Türbe ve Yatırları Etrafında İnanış ve Uygulamalar adlı çalışmasında, Kütahya’da 140 türbe ve 352 yatır olduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda çeşitli kültürlere ev sahipliği yapan Kütahya’da, Türk ve İslam Medeniyeti’ni yaşatan çok sayıda manevi yapı bulunmaktadır. Kütahya ili merkezine bağlı Sofça köyündeki Pir Ahmet Efendi Türbesi’nin bulunduğu yer şehrin manevi açıdan cazibe alanlarından biridir. Bu mübarek zatın medfun olduğu türbe, toplumsal hafızanın mekânı olarak kabul edebileceğimiz yapılardan birisi olarak şehrin kalbi mesabesindeki yerler arasındadır. Kutsalın tezahür ettiği bu mekânlar, topluma soy bilincini kazandırma, töre ve geleneğe bağlılığı devam ettirme, yaşamı anlamlandırma, tabiata uyum sağlama ve ahlaki değerleri aktarama işlevlerini yerine getirmektedir. Şehrin ortak manevi değerlerinden olan Pir Ahmet Dede ve erenler sayesinde Türk dünyası bin yıldır diğer güçlü kültürler arasında kendi harsını ve medeniyetini korumayı başarabilmiştir. Anadolu abdallarından kabul edebileceğimiz düşünce insanları sadece imar ve iskân faaliyetlerinde bulunmamışlar; ayrıca gönüller fethetmiş, gönüller inşa etmişlerdir. Bu zatlar tarihi şahsiyetlerinin yanı sıra Anadolu insanının gönlünde menkıbevi hayatlarıyla da yer bulmuşlardır.
Pir Ahmet Dede de tarihi şahsiyetinin yanında daha çok menkıbevi hayatıyla toplumsal hafızada kendisine yer bulmuştur. Tarihi belgelere göre, Pir Ahmet Dede, 17. yy. mutasavvıflarından Sunullah Gaybi’nin büyük dedesidir. Pir Ahmet ve ahfadı, tasavvufi gelenek açısından Halvetiliğe mensup bir ailedir. Halvetilik ve Safavi tarikatları silsile itibarıyla İbrahim Zahid Gilani’de birleşerek Hz. Ali’ye dayanır. Bu sebeple aynı kökten gelen iki hareket farklı görevleri üstlenseler de hedef kitleleri ve fikri yapıları olarak “Ehli Beyt” sevgisinden beslenirler. Özellikle Osmanlı Devleti Halvetiliğe, Safevi Devleti’nin Anadolu’daki Kızılbaş Türkmenleri üzerindeki nüfuzunu kırmak için özel önem vermiştir. Sanata ve sanatçıya değer veren Mevlevilik ve Halvetilik gibi iki tasavvuf ekolünün Kütahya’da yaygın olması bu düşünceyi doğrulamaktadır. Sözlü kültürden günümüze ulaşan bilgilere göre Pir Ahmet Dede 16. yüzyılda yaşamış Türkmen dedelerinden biridir ve Dede Garkın’ın neslinden gelmektedir. Sofca Köyü Pir Ahmet Efendi Turizm ve Tanıtma Derneği, Valilik ve Belediye Başkanlığı’nın destekleriyle 2009 yılından itibaren her yıl ağustos ayı içerisinde “Ulusal Pîr Ahmet Efendi Anma ve Kültür Festivali” tertip edilmektedir. Pir Ahmet Efendi, yöredeki talipler tarafından ocak merkezi kabul edilmekte, ocak dedeliğini Oktay Garkın sürdürmektedir. Ocak dedesine göre, Pir Ahmet Dede Ocağı, Dede Garkın Ocağı’nın devamıdır.
Eldeki kaynaklara göre, Pir Ahmet Efendi, İstanbul’da hem Karamanlı Cem Seyyah’dan hem de Koca Mustafa Paşa Şeyhi Sümbül Sinan’dan hilafet almıştır. Gaybi, Biatnâme adlı eserinde büyük dedesiyle ilgili olarak şunları aktarmaktadır:
“Cedd-i âlâmız Kalburcu Şeyhi Pîr Ahmed Efendi Hazretleri Karaman’da Cem Seyyah’a ve İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Şeyhi Sünbül Sinan’a nice müddet kemâl-i mertebe hizmetler eyleyüp tarikleri muktezâsınca hilâfete icâzet buyurduklarından sonra hâle muvâfık ve istimdâdıma lâyık insan-ı kâmil sohbetine vâsıl olmadım diyû tehassürleri menâkıblarında mezkûr ve beyne’l-ahbâb meşhurdur.
Kütahya’nın Kalburcu köyüne yerleştiği için “Kalburcu Şeyhi/ Kalburcu Dede” olarak tanınmıştır. Lemazatı Hulviyye el-Lemazatı Ulviye adlı Halveti şeyhlerin biyografilerinin yer aldığı eserde, Pir Ahmet Efendi’nin, Kütahya’nın Okçu köyüne irşad vazifesi ile gönderildiğinden bahsedilmektedir. Pir unvanına sahip olması oldukça dikkat çekicidir. Bu unvanın dönemin önemli kişilerinin onun sohbetlerinde yer alması nedeniyle verildiği düşünülmektedir. Kanunî Sultan Süleyman vefat ettiğinde Kütahya’da olan Şehzade Selim’in, Pir Ahmet Dede’nin dualarıyla II. Selim olarak tahta oturmak üzere buradan yola çıktığı söylenir. Pir Ahmet Dede’nin dua ve himmetlerini sürekli kılmak için onun zaviyesine bir mescit inşa ettiği rivayet edilmektedir. Evliya Çelebi de eserinde Pir Ahmet Efendi’nin türbesini ziyaret ettiğini kaydetmiştir. Porsuk Barajı’nın yapımı nedeniyle sular altında kalmasını önlemek amacıyla türbesi 1949 yılında şimdiki yerine taşınmıştır. Yakın zamanda, Kütahya Valiliği’nin katkılarıyla Pir Ahmet Dede Türbesi tamir edilmiş, çevresi düzenlenmiş ve çeşitli vesilelerle tertiplenen etkinliklere katılanların hizmetine sunulan çok fonksiyonlu bir dinlenme tesisi yapılmıştır. Bu mekânın; II. Selim devrinde yaşayan Pir Ahmet Dede’nin zaviyesini daha canlı bir şekilde yansıtacak hale bürünmesi halkın arzusunun adım adım gerçekleştiğini göstermektedir.
Pir Ahmet Dede’nin Kütahya’da ektiği dostluk, kardeşlik, birlik, beraberlik ve vatan sevgisi kültürü Türklerin ortak özellikleridir. Onun her bir menkıbesi, Türk milletinin Anadolu topraklarını anavatan yapan değerlerin temel rehberidir.
Ulu ve bilge kişilerin zor durumda savaşlara katılacağı ve istedikleri zamanda ve mekânda yer alabilecekleri inanıcı bu zatlara ithaf edilen önemli özelliklerdendir. Pir Ahmet Efendi hakkında anlatılan menkıbelerin bir kısmı da vatan savunması ve Mehmetçik’e lojistik destek vermekle ilgilidir.
Pir Ahmet Efendi’nin yaşadığı dönemde; Osmanlı askerleri sefer esnasında Porsuk Çayı kenarında konaklama ihtiyacını Dede’nin dergâhı yakınında yaparlar. Zira burada pişirilen yemekler hem lezzetli hem de bereketlidir. Dergah mutfağında pişen bir çömlek pilav tüm askere yeter. Yine Pîr Ahmet Efendi’nin kalburla bile su taşıyarak askerleri susuz bırakmadığı rivayet edilir. Tarlada ekin biçerken savaşa katılan velilerden biri de Pir Ahmet Efendi’dir. Osmanlı döneminde askerler ondan dua istediklerini ifade edince, o da sıkıntıya düştüklerinde, “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Yetiş Ya Pîr Ahmet diye meded dilediğinizde ben gelirim” der. Savaş esnasında komutan zorda kalır. Dedenin söyledikleri aklında kalan komutan onun tarif ettiği şekilde dua eder. Bu arada bir toz bulutu kalkar, düşman mağlup olur, bu sırada bir tahta parçası komutanın önüne düşer. Seferden sonra komutanın önüne düşen tahta parçasını yanlarına alarak geri dönen askerler, Pîr Ahmet Efendi’nin yanına ulaştıklarında ona kendisini yardıma çağırdıklarını fakat kendisinin yardım etmediğini söylerler. Onlara yardım ettiğini ifade eden Pîr, askerden yanındaki tahta parçasını ister. Yanında bulunan yabanın eksik bölümüne parçayı yerleştirir. Tayy-i mekân ile savaşlara katılarak Türk askeri zor duruma düştüğü zaman onlara yardımcı olan ve savaştan zaferle çıkılmasında etkili olan velilerin efsaneleri geçmişten günümüze inanç değerini korumaktadır. Türk kültüründe önemli bir yeri olan “gaza” ve “şehadet” anlayışı ise bu efsanelerdeki “inanç” unsurunun devamının sağlanmasında etkili olmaktadır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde ve bazı kaynaklarda ondan bahsederken “Çavdarlı Şeyh” ifadeleri de kullanılmaktadır. Tarihi kaynaklardan hareketle bu mahlası Gaybi’nin babası Kütahya Müftüsü Müftî Derviş kullanmıştır. Çavdar Şeyh olarak anılmasında ise normal buğday ve çavdar tohumları ekmesine rağmen, hasat döneminde benzersiz buğdaylar elde etmesi, zaviyesini ziyaret edenlerin heybesine mutlaka çavdar ekmeği koyması onun kerametine bağlanmakta ve halk tarafından bu sıfatla anılmasına vesile olmaktadır. Velilerin gösterdikleri diğer bir keramet de “Az yiyecekle çok kişiyi doyurma” eylemidir. Pir Ahmet Efendi, tarlalardan elde ettiği buğdayı bir ambara koyar, kapısını kapatırdı. İhtiyaç sahipleri diledikleri zaman buğdayları ambarın altındaki oluktan alırdı. Ambarın tamamen boşaldığı hiç görülmezdi. Onun sayesinde hiçbir zaman zahire sıkıntısı yaşanmazdı.
Tarihi şahsiyeti bilinen fakat bugün unutulan daha çok menkıbevi hayatıyla toplumsal hafızda kendisine yer bulan Pir Ahmet Dede; bir olmayı, iri olmayı, diri olmayı bize mesaj olarak vermektedir. Anadolu’nun fethinde rol alan bu şahsiyetler kurdukları zaviyelerle toplumun hizmetinde önemli bir görev üstlenmişlerdir. Onlar, insanı merkeze alan faaliyetler sergilemişlerdir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması’nda rol almışlardır. Kütahya’nın tüm değerleri gibi Pir Ahmet Dede Türbesi şehrin hafızasını yaşatan mekanlardan biridir. Dede’nin menkıbeleriyle yaşatılan vatan sevgisi, insan sevgisi, birlik ve beraberlik ruhu, Türk milletini millet yapan değerlerdir. Tarihi şahsiyetlerimizi bilmek, tanımak geleceğimize yön vermek demektir. Tarihi şanla, şerefle dolu olan bu necip milletin evlatları olarak geçmiş büyüklerimizi hayırla yâd etmek başta gelen vefa borcumuzdur. “Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” sözü bunu en veciz şekilde ifade etmektedir…