Manzara resmi kadar güzel olan Cammu ve Keşmir’deki bu trajedi 1947’de başladı. Bölünme formülüne göre, Müslüman çoğunluklu ve coğrafi olarak bitişik olan yerlerde bağımsız bir Pakistan devleti kurulacaktı. Ancak, Cammu ve Keşmir eyaletinin Hindu hükümdarı, bölgenin Müslüman çoğunluğunun iradesine karşı gelerek Hindistan ile iş birliği yaptı. Ekim 1947’de Hindistan bu bölgeye işgal güçlerini gönderdi. Böylece uzun ve karanlık yasadışı işgal sürecini başlattı.
Hindistan’ın ilk Başbakanı Cevahirlal Nehru konuyu BM’ye götürürken şunları söyledi: “Keşmir’in kaderinin nihayetinde halk tarafından belirleneceğini ilan ettik. Bu sözü sadece Keşmir halkına değil, dünyaya da verdik. Bundan geri adım atmayacağız ve atamayız.”
BM Güvenlik Konseyi, konu hakkında uzun süren görüşmeler yaptıktan sonra, ihtilaflı bölgede Keşmir halkının iradesine uygun olarak anlaşmazlığı çözmek için BM gözetiminde bir plebisit yapılmasını gerektiren birkaç karar aldı. Ancak halkın iradesinin kendisine karşı olduğunu bilen Hindistan, Keşmirlilere ve uluslararası topluma verdiği sözlerden geri adım attı. O zamandan beri Hindistan, bölgedeki yasadışı işgalini uzatmak için art arda mümkün olan tüm taktikleri kullanıyor.
Keşmirlilere yönelik sistematik baskının bir parçası olarak en çirkin adım, beş yıl önce 5 Ağustos 2019’da Hindistan’ın işgal altındaki bölgenin tartışmalı statüsünü değiştirmeye yönelik tek taraflı ve yasadışı girişiminin ardından yüz binlerce daha fazla askerini Cammu ve Keşmir’e göndermesiyle atıldı. Yeni Delhi’nin yasadışı eylemlerini, benzeri görülmemiş bir askeri kuşatma ve iletişim kanallarının kısıtlanması, Keşmirlilerin yargısız infazı ve liderlerinin hapsedilmesi de dahil olmak üzere Keşmir halkının temel hak ve özgürlüklerine yönelik daha da zalimce kısıtlamalar izledi. Hint mekanizması, işgal altındaki bölgeye Müslüman olmayan yabancıları yerleştirerek, yerel Müslüman çoğunluğu kendi vatanlarında bir azınlık haline getirerek bölgenin demografik yapısını değiştirmeyi amaçlıyordu. Hindistan tarafından alınan bu sonraki önlemlerin hepsi, Keşmirlileri dinlerinden, değerlerinden, dillerinden ve kültürlerinden mahrum bırakmaya yöneliktir.
Bu hain Hint eylemleri, BM Sözleşmesi’ni, çok sayıda BM Güvenlik Konseyi kararını, uluslararası hukuku, özellikle Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’ni, insani normları açıkça ihlal ediyor ve tüm ahlaki standartlara meydan okuyor. Ama en önemlisi, Hindistan tarafından normalleşme kisvesi altında atılan tüm bu adımlar Keşmirliler tarafından açıkça reddedildi.
Uluslararası örgütler, medya, parlamentolar, sivil toplum ve dünya liderleri, ayrıntılı raporlarında, makalelerinde ve konuşmalarında Hindistan’ın yasadışı işgali altındaki Keşmirlilerin içinde bulunduğu zor durumu kapsamlı bir şekilde ele aldılar. İnsani yardım örgütleri Keşmirlilere karşı soykırım yapılmak istendiği hakkında uyarılar yayınladılar ancak İşgal Altındaki Keşmir’deki Hint vahşeti bitecek gibi görünmüyor.
Aksine, Hindistan’daki Hindutva’dan esinlenen RSS-BJP hükümetinin idaresi altında, azınlıklara ve özellikle Müslümanlara karşı gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri hem ölçek hem de yoğunluk olarak git gide büyüyor. Yeni Delhi’nin yabancı düşmanı ve aşırılıkçı politikalarının yükünü sadece işgaldeki Cammu ve Keşmir’deki Müslümanlar çekmiyor aynı zamanda Hindistan’ın farklı yerlerindeki diğer azınlıkların hayatı da çekilmez bir hale geliyor. Cammu ve Keşmir ile Hindistan’da kötüleşen insan hakları ve insani durum, acil bir biçimde uluslararası hukukun koruyucularının dikkatini çekmeyi hak ediyor. Bu benzeri görülmemiş olayların akışı zamanında, uzun zamandır adil ve barışçıl şekilde çözülmesi beklenen eski anlaşmazlıkların, kurallara ve adalete dayalı uluslararası bir düzene doğru adım atılarak çözülmesi önemlidir.