Libya halkı, 24 Aralık tarihinde yeniden sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Nitekim Tobruk merkezli Parlamento sözcüsü Akile Salih tarafından tek taraflı olarak çıkarılan tartışmalı seçim yasası, seçimlere 1 ay kala adaylıklar üzerinde ciddi bir krize neden oluyor.
22 Kasım itibarıyla başkanlık yarışına aday olan 98 kişi arasından 25 kişinin adaylığı, Libya Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından çeşitli sebeplerden ötürü reddedildi. Bu kişiler arasında devrik lider Muammer Kaddafi’nin oğlu Seyfulislam da bulunuyordu. Seyfulislam Kaddafi, 2011 Şubat devrimi olarak adlandırılan rejim karşıtı protestolar esnasında çok sayıda sivilin öldürülmesi ve farklı savaş suçlarından ötürü Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Libya Askeri Başsavcılığı tarafından yargılanıyordu. Kararın ardından YSK Başkanı İmad Sayih, benzer suçlardan yargılanan doğudaki milis güçlerin lideri darbeci General Hafter’in adaylığına ilişkin herhangi bir açıklama yapmaktan kaçındı. YSK’nın bu tutumuna karşılık Hafter’in adaylık başvurusu, geçmiş savaş suçları nedeniyle Zaviye Temyiz Mahkemesi tarafından reddedildi. Yine Kasım ayı içinde Mısrata’daki Askeri Mahkeme ise 2019 yılındaki Askeri Kolej saldırısından ötürü darbeci Hafter’e idam cezası vermişti. Son tahlilde yerel ve uluslararası mahkeme kararlarını gerekçe gösteren başkanlık seçimleri adayları Hafter’in adaylığının iptaline ilişkin dilekçelerini YSK’ya teslim etti.
Diğer taraftan seçimlerin en önemli favorilerinden mevcut Birlik Hükümeti’nin Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’nin adaylık başvurusu sürpriz bir şekilde reddedilmiş, Fethi Başağa (UMH dönemi eski İçişleri Bakanı ve batıdan aday) ve Arif Nayid (eski BAE Büyükelçisi ve doğudan aday) tarafından verilen itiraz dilekçeleri 28 Kasım tarihinde kabul edilmişti. Gerekçe olarak tartışmalı seçim yasasının 12.maddesine (sivil veya asker devlet görevlilerinin seçim tarihinde 3 ay önce görevini bırakması) ek olarak Dibeybe’nin geçiş hükümeti üyesi olarak 24 Aralık seçimlerine aday olmayacağı yönündeki taahhüdü ve çifte vatandaşlık engeli gösterilmişti. Ancak 1 Aralık tarihinde Trablus Temyiz Mahkemesi’ne yapılan itirazlar sonucu Dibeybe’nin adaylığının önündeki engeller kalktı.
İç savaş sonrası gerçekleştirilen seçimlerin önemli bir özelliği, seçime katılan adayların demokrasiyi ya da demokratik seçimleri ilkesel bir duruştan çok bir araç olarak görüyor olmasıdır. Geçmişte, önemli bir rekabet içinde olan tarafların seçim sonuçlarının ardından geçmiş defterleri açma ve ülkeyi birleştirmekten çok intikam duygularıyla hareket ettiği gözlemlenmektedir. Öte yandan bu yaklaşım, seçimlerin savaşta avantaj sağlayan grupların güçlerini konsolide etme ve meşrulaştırma adımları olarak yorumlamaktadır. Libya’daki seçimler daha çok bir grubun siyaset sahnesinden dışlanmasına ve marjinalize edilmesine olanak sağlama ihtimalini içinde barındırmaktadır. Bu anlamda dışlanan grup, yalnızca siyasi bir mağlubiyet almayacak aynı zamanda finansal kaynaklardan mahrum kalarak askeri anlamda güç kaybına uğrayacaktır. Başkanlık seçimlerinin ardından gücün ve iktidarın tekelleşmesi, dışarıda kalan grubun statükonun oluşmasını engellemek adına demokrasinin dışına çıkmasını tetikleyecektir. Yine geçmiş örnekler ışığında savaş sonrası seçimler yoluyla siyaset sahnesinden dışlanan grupların radikal örgütlenmeler içine girdiği ya da meşruiyet krizi içinde geçiş sürecini olumsuz anlamda etkilediği görülmektedir.
Bu bağlamda 2016 yılından beri Libya’daki siyasi krizin derinleşmesine sebep olan temel sorun, meşruiyet sorunudur. Son adaylık tartışmaları da bu perspektiften ele alındığında büyük oranda “güç paylaşımına” dayalı Libya siyasetinin belli bir kırılma noktasına geldiğini göstermektedir. Seyfulislam Kaddafi gibi toplumsal tabanda oy potansiyeli yüksek popüler bir figürün yarış dışında kalması ve Başbakan Dibeybe’nin adaylığının dayanağı zayıf gerekçelerle iptal etme girişimleri, seçim sonuçlarının meşruiyetini daha şimdiden tartışmalı bir zemine oturtuyor. Bununla beraber 24 Aralık sonrasında, üç popüler liderin liderliği altında birbiriyle kutuplaşmış üç farklı bölgenin oluşması ve bu bağlamda kırılgan doğu-batı-güney ayrışmasının yeniden alevlenmesi oldukça yüksek bir ihtimal olarak ön plana çıkıyor.
Özellikle Seyfulislam Kaddafi’nin rejim yanlısı eski askerler üzerinde sahip olduğu nüfuz ve etkisi sebebiyle Hafter saflarında ciddi bir oy bölünmesine yol açacağı konuşuluyordu. Diğer taraftan Hafter’in seçim stratejisi, batıdaki parçalı yapıyı kullanmak suretiyle 800.000 seçmen nüfuslu doğu illerinde bir oy konsolidasyonu sağlamak üzerine kuruluydu. Çünkü yalnızca Trablus ve Misrata’nın 1,8 milyon seçmen nüfusuna sahip olduğu düşünüldüğünde batıdan çıkacak popüler bir adayın seçimlerde başarıya ulaşması kaçınılmaz görünüyordu. Bu noktada Mart ayında göreve gelen Dibeybe, kısa görev süresi boyunca halk nezdinde oluşturduğu olumlu algı ve kazandığı destek ile batıda aranan aday profilini karşılıyordu. Dolayısıyla Kaddafi ve Dibeybe’nin seçim yarışının dışında bırakılması, Hafter’e önemli avantajlar sağlayacaktı. Ancak Dibeybe’nin yarışa geri dönmesi parçalı görünen batıyı yeniden birleştirebilir. Öyle ki şu ana kadar Halit Mışri liderliğindeki Devlet Yüksek Konseyi (DYK), Misratalı bazı milis gruplar ve Müslüman Kardeşler hareketi seçimleri boykot ettiğini duyuran gruplardan bazıları. Böyle bir durumda Kaddafi’nin yanı sıra seçimleri boykot eden grupların işaret edeceği adaylar oldukça kritik olabilir.
Bu kapsamda batıda Fethi Başağa, UMH Dönemi eski Başbakan Yardımcısı Ahmet Maytık, ve eski Eğitim Bakanı Osman Abdulcelil, İbrahim Dabaşi ve Kaddafi döneminin enerji bakanlarından Fethi Bin Şahvan öne çıkarken doğuda Hafter’in yanı sıra Parlamento Sözcüsü Akile Salih ve İhya Partisi lideri Arif Nayid isimleri ön plana çıkmaktadır. Bu kişiler arasından Misratalı Başağa’nın 2021 Mart ayındaki LSDF seçimlerine Akile Salih’in listesinden girmesi, Hafter’in destekçisi batılı ülkelerde yürüttüğü lobi çalışmaları ve seçimlerin gerçekleşmesine yönelik değişken söylemleri, imajını zedelerken, son 1 yıl içerisinde uluslararası aktörlerle kurduğu ilişkiler fazlasıyla pragmatist bulundu. Benzer olarak Salih ve Nayid’in de Hafter ile sahip olduğu yakın ilişkiler, bu kişiler üzerindeki eleştirileri gündeme taşıyor.
Bu bilgiler ışığında gelinen noktada seçimlerin gerçekleştirilmesi halinde Hafter veya kendisine yakın birinin seçildiği senaryoda Dibeybe liderliğindeki Birlik hükümetinin görevine devam etmesi beklenirken bu adım, ülkenin doğusunda çokça dillendirilen paralel hükümetin kurulmasına öncülük edebilir. Tam tersi senaryoda, yani Kaddafi veya Dibeybe kanadından birisinin seçim zaferi elde etmesi halindeyse Hafter kanadı seçimlerde yolsuzluk ve hile iddialarını ortaya atarak yine benzer yapılanmaya gidebilir. Sonuç olarak “kazanan masadaki her şeyi alır” yaklaşımından hareketle Libya seçimlerinin sıfır toplamlı bir oyuna dönüştüğünü görmek mümkündür. Bu denklem içinde Libya’da istikrarın sağlanması ve milli uzlaşı sürecinde atılan adımların olumlu sonuçlar doğurması adına seçimlerin ertelenerek tartışmalı seçim yasasının yeniden ele alınması ve taraflar arasında bir mutabakat sağlanması elzem görünmektedir.