İşgalci güç İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze’de sürdürdüğü soykırım politikası küresel güvenliği tehdit eder bir boyuta ulaştı. İşgalci gücün özellikle Lübnan’da başlattığı hava ve kara saldırıları bölgemizde zaten kırılgan olan güvenlik ve istikrar dengesini neredeyse tamamen sarsmış durumda. İşgalci gücün bununla da yetinmeyip ABD’den aldığı destekle bölgeyi yeniden şekillendirme isteğini saklamaması, başta bölge ülkeleri olmak üzere tüm dünya için tehdit oluşturuyor. İsrail, son bir yılda Birleşmiş Milletler'in (BM) herhangi bir kararına uymamakta ısrar etmesi ve BM kurumlarını dahi hedef alması ve sistemin en kritik yapısını işlevsiz hale getirmesi karşısında uluslararası barışı korumak isteyen ülkelerin yeni yöntemler geliştirmesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz eylül ayında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada “2735 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının uygulanmadığı bir ortamda İsrail’e yönelik zorlayıcı tedbirler gündeme alınmalıdır” ifadesi bugün üstünde daha çok durulması gereken bir husus haline gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’taki konuşmasında Genel Kurul’un 1950 tarihli “Barış İçin Birlik” kararında mevcut olan “kuvvet kullanma” tavsiyesinde bulunma yetkisini tüm dünyanın dikkatine sunmuştu. Kore Savaşı sürecinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki tıkanmayı aşmak amacıyla kullanılan bu etki, bugün Orta Doğu merkezli İsrail’in sebep olduğu güvenlik krizini aşmak için bir kez daha kullanılabilir.
Burada Türkiye ile birlikte son bir yılda İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında ve Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırılara karşı çıkan ülkelerin oluşturacağı bir askeri ittifak üzerinde durmak mümkün. Özellikle Avrupa ülkeleri Lübnan merkezli kriz karşısında şikayetçi ve İsrail’e karşı tutumlarını daha da sertleştirdikleri görülmekte. Gazze konusunda arka planda kalmayı tercih eden Fransa’nın, Lübnan söz konusu olunca daha somut çıkışlar yaptığı gözleniyor. BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelik koltuklarından birine sahip Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un İsrail’in Lübnan’da saldırılarını sürdürmesi halinde ülkesinin silah satışını durdurabileceğine yönelik sözleri ve ardından Fransızca konuşan 88 ülkenin Lübnan’da ateşkes istediğine yönelik açıklamaları bu çerçevede önemi haiz.
Yine Lübnan’da barışı koruma misyonu gerçekleştiren UNIFIL gücüne destek veren İspanya ve İrlanda gibi ülkelerin işgalci güç İsrail karşısında politikalarını daha da sertleştirdiği görülüyor. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez geçen günlerde yaptığı açıklamalarda Avrupa Birliği ile İsrail arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması’nın askıya alınması ve İsrail’e silah ambargosu uygulanması çağrısında bulunması bu duruşa örnek teşkil ediyor. Hakeza AB üyesi olan İrlanda’nın da aynı güç çerçevesinde İsrail’e karşı politikalarında geriye adım atmadığı biliniyor.
ABD’nin kayıtsız şartsız askeri, siyasi ve diplomatik destek verdiği İsrail’e karşı BM Güvenlik Konseyi’nden somut bir kararın çıkmayacağı ise görülüyor. Bu çerçevede ABD’den bağımsız hareket etmek isteyen Fransa, İspanya, İrlanda ve İtalya gibi ülkelerin Türkiye ile bir araya gelerek tıpkı 1950'de olduğu gibi BM Genel Kurulu’ndan Lübnan’da barışı koruma amaçlı kuvvet kullanma tavsiyesinde bulunan bir kararı daha önce Filistin’e destek veren ülkelerle bir araya gelerek çıkarmaları mümkün gözüküyor. Türkiye ve Avrupa ülkelerini bir araya getirecek, Lübnan’da “barışı kollama ve gözetleme misyonu”nu çerçevesinde gerekirse askeri güç kullanacak bir uluslararası misyonu hayata geçirilebilir. Kararın çıkmasına müteakip Lübnan devletinin çıkaracağı bir daveti gerekli hukuki zemini de oluşturacaktır. Bu güç Lübnan’ın güneyine Litani nehri sınır olmak üzere yerleşebilir.
Açık ki, böylesi bir misyon hem Avrupa hem de Orta Doğu ülkelerinin ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarlarının sağlanmasında da önemli bir rol oynayacaktır. Bu rolün en önemlisi; İsrail’in bölgedeki saldırganlığının dizginlenmesi ve durdurulmasından oluşacaktır. Şüphe yok ki Lübnan’a Beyrut yönetiminin de onayıyla ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı kararla görev alacak bazı Avrupa ülkeleri ve Türkiye’nin oluşturduğu, barışı koruma gücü, mevcut durumda hiçbir etkisi kalmayan BM Barışı Koruma Misyonu'nun yerini devralabilir. Lübnan ile İsrail arasına yerleştirilecek askeri ittifak, Orta Doğu’ya çatışmayı yaymaya çalışan aşırı sağcı Netanyahu hükümetine karşı önemli bir caydırıcılık unsuru taşıyacaktır.
İkinci olarak işgalci güç İsrail’in, Orta Doğu’da yürüttüğü saldırı ve gerilim politikası ile yeni bir düzensiz göç dalgası oluşturmak istediği görülüyor. İşgalci gücün Gazze’de 2.3 milyon insanı ve işgal altındaki Batı Şeria’da milyonlarca Filistinliyi etnik temizliğe tabi tutmak istediği artık bir sır değil. Filistinlileri vatanlarından zorla sürmek amacı taşıyan İsrail saldırganlığı Lübnan’da da kendini gösteriyor. Lübnan’da İsrail saldırıları sonucu 1 milyon insan güney bölgesinden kuzeye doğru göç etmek zorunda kalırken, 400 binden fazla Lübnanlı ve Suriyelinin de Suriye’ye ve Irak’a geçtiği biliniyor. Halihazırda ekonomik kriz içerisinde olan Lübnan’ın yoğun göçün getirdiği yüksek maliyeti karşılayamayacağı ve özellikle Beyrut’a sığınan yüzbinlerin bir şekilde kendilerini güvende hissedecekleri Avrupa ülkelerine gitmenin bir yolunu arayacakları işten bile değil. Bu noktada Türkiye, Fransa İspanya, İrlanda ve İtalya’nın da katılacağı bir misyon Akdeniz havzasını yeni bir göç dalgasından koruyabilir.
Üçüncü olarak İsrail’in İran’ın Basra Körfezi kıyısında bulunan enerji tesislerini vuracağına yönelik iddialar, küresel bir petrol krizini yeniden gündeme getirdi. Şurası açık ki, Ukrayna Savaşı ile beraber Rusya’dan ithal ettiği ucuz enerjiden mahrum kalan Avrupa ülkeleri için ikinci bir enerji şoku sosyal ve ekonomik kriz anlamına gelecektir. Bu çerçevede Lübnan’a yerleştirilecek uluslararası bir askeri misyon bu tehdidi de bertaraf edecektir.
Bu noktada Mısır ve Suudi Arabistan’ın kurulacak askeri misyona destek vermesi, bölgenin istikrar ve güvenliğine verdikleri önemin bir göstergesi olacaktır. Kahire yönetiminin işgalci güç İsrail’in 1979 Camp David Antlaşması uyarınca silahsızlandırılması gereken Philadelphi hattında İsrail işgaline karşı oldukça öfkeli olduğu malum. Yine Mısır’ın, Gazze’deki Filistinli nüfusun Sina bölgesine sürülme ihtimalini savaş nedeni sayacağını açıkladığı biliniyor. Bu çerçevede Mısır’ın Lübnan’da kurulacak bir güce destek vermesi, İsrail üzerinde bir baskı etkisi oluşturacaktır. Bu da Kahire’nin İsrail ile Refah sınır kapısı ve Philadelphi koridorundaki statünün eskiye dönmesi noktasında zorlayıcı bir unsur olarak kullanılabilir. Suudi Arabistan’ın da Veliaht Prens Muhammed Bin Selman önderliğinde yeni bir sosyal ve ekonomik dönüşüm modeli uygulamak istediği biliniyor. Ne var ki İsrail saldırganlığı, bölgeyi yeni bir krizle karşı karşıya bırakırken, Riyad’ın da istediği dönüşümü gerçekleştirmesini zorlaştıran bir etken olarak duruyor. Bu çerçevede Riyad’ın bölgenin kaderinde etkisini arttırması için Lübnan’da kurulacak barışı zorlayıcı bir güce destek vermesi söz konusu reform programının devam ettirilmesi açısından da kritik bir rol oynayabilecektir. Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin böylesi bir misyonda bir arada görev yapması ileriki dönemde başta işgal altındaki Filistin toprakları olmak üzere bölgesel güvenliği sağlayacak bir mekanizmanın temellerinin atılmasını da mümkün kılacaktır.