Merkel’den sonrası tufan!

Haber Merkezi
02:0120/09/2021, Pazartesi
G: 20/09/2021, Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Merkel, kriz dönemlerinde izlediği stratejiler ve ortaya koyduğu çözümlerle dikkat çekerken, izlediği politikalarla hem kapitalizmi, hem de liberal demokrasiyi savunan biri olarak Alman siyasetinde öne çıktı. Helmut Kohl gibi CDU ile özdeşleşmedi. Kendini hep partiden biraz ayrı tuttu. Almanya siyasi siteminin dışında, fakat sistemin içinde güvendikleriyle çalıştı. CDU içerisinde, kendisine yönelik geniş tabanlı bir muhalefetin oluşmasına da izin vermedi. Son yapılan CDU Genel Kurulu’nda öne çıkardığı aday Armin Laschet’in seçilmesi ve Laschet’in başbakan adaylığı yine Merkel’in gücü ile oldu.

DR. MUHTEREM DİLBİRLİĞİ - POLİS AKADEMİSİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Almanya’da 2017 yılı Eylül ayında yapılan genel seçimlerden sonra, siyasi anlamda bir pat durumu oluşmuş ve koalisyon hükümetleriyle yönetilen ülkede, seçim sonrası koalisyon hükümetinin kurulması 6 aydan fazla sürmüştü. Bu durum Almanya tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir siyasi açmaz olarak tanımlanmış ve işin uzmanları, bu durumun Almanya siyaseti için gelecekte iyi şeylere işaret etmediği konusunda hem fikir olmuşlardı. Oluşan bu siyasi pat durumu, merkezin iki büyük partisi olan muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) / Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) daha da küçülmesine sebep oldu. Nihayetinde Alman Federal Meclisi Bundestag 2017 seçimleriyle gün yüzüne çıkan merkez partilerdeki bu küçülme, önce Bavyera eyaleti seçimlerinde, ardından ise Hessen eyaletinde yapılan seçimlerde kendini gösterdi. Sosyal demokratlar sıradan bir parti konumuna düştüler. Gerek parti içinde gerekse kamuoyunda artan baskıyla, Şansölye Angela Merkel sorumluluğu üzerine alarak 29 Ekim 2018 tarihinde CDU Genel Başkanlığı’ndan istifa ettiğini açıkladı.

CDU KARIŞIYOR

CDU, 2018’de hükümetin kurulma aşamasında sakin günler geçirse de ardı ardına yaşanan seçim yenilgileri sonrası Merkel’in başkanlığı bırakmasıyla oldukça çalkantılı dönemler yaşamaya başladı. Bu süreç içerisinde CDU’yu kontrol etmekte hayli zorlanan Merkel, güvendiği Annegret Kramp-Karrenbauer’in genel başkan seçilmesi için epey uğraştı ve zorlukla Kramp-Karrenbauer’i CDU Genel Başkanı olarak seçtirebildi. Başlangıçta hayli umutla bakılan bu değişiklikle, Kramp-Karrenbauer’e CDU Genel Başkanı olarak, Merkel’in arkasını toplamak ve partiyi sağlam tutmak vazifesi verilmişti. Parti içi muhalefete rağmen, Kramp-Karrenbauer’den beklenen -tabii kendisini Merkel’in gölgesinden kurtarabildiği ölçüde- 26 Eylül 2021 seçimlerinde CDU’nun başbakan adayı olması idi. Merkel, en azından Kramp-Karrenbauer’in CDU’da kendi oluşturduğu çizgiyi ve parti içi dengeleri koruyacağını, genel başkanlıktan istifa ettiğinde de hedef gösterdiği 2021 seçimlerine kadar kendisinin başbakan olarak devam edebilmesine zemin oluşturmasını umuyordu. Ancak, Merkel’e karşı yoğunlaşan parti içi muhalefet bu defa çiçeği burnunda Genel Başkan Kramp-Karrenbauer’e karşı yoğunlaşmıştı. Kramp-Karrenbauer partiyi kontrol edemez hale gelince, kendisine istifa yolu göründü. Böylece Merkel, istemeyerek de olsa, kendisi ile birlikte çok güvendiği Kramp-Karrenbauer’in de siyasi hayatını bitirmiş oldu.

Pandemi sebebiyle kongre yapılamaması ve nihayetinde bu yılbaşında yapılan online kongre ile Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Armin Laschet, ikinci turda genel başkan seçildi. Siyasi hayatında ve kişiliğinde dengeli, dostane ve şakacı bir üsluba sahip olan Laschet, Kramp-Karrenbauer’in bıraktığı dağınık partiyi hızla toparlamak suretiyle pek çok eyalet ve federal parlamento seçiminin olduğu 2021 yılından CDU’yu en az zararla çıkarmak gibi zor bir görevi üstlenmiş durumda. Bundestag seçimlerinde de CDU/CSU’nun ortak başbakan adayı olan Laschet’in bu işin altından ne derece kalkabileceği 26 Eylül’de yapılacak seçimlerden sonra ortaya çıkacak.

HELMUT KOHL’Ü DEVİREN: ANGELA D. MERKEL

Laschet’in seçilmesi ile derin bir nefes alan Merkel, Almanya’yı olası bir erken seçimden, dolayısıyla da seçim öncesi bir başbakan değişikliğinden kurtarmış oldu. Gerhard Schröder’in siyasi hayatını sonlandıran 2005 seçimlerinden sonra Başbakan olan ve o tarihten bu yana başbakan adayı olarak girdiği seçimlerden –mağlup olsa bile- nihayetinde bir şekilde Başbakan olarak çıkan Merkel, 16 yıllık başbakanlığı döneminde kendisini Almanya’ya hizmet için adamış biri olarak ortaya koymaya çalıştı.

Helmut Kohl’ün, “bağış skandalı” sebebi ile hem başbakanlığı, hem de CDU Genel Başkanlığı’nı bırakması üzerine, yerine bir aday bulunana kadar, geçici olarak Wolfgang Schaeuble CDU Genel Başkanlığı’na getirilmiş ve Angela Merkel de CDU Genel Sekreteri görevine seçilmişti. Merkel, partinin “bağış skandalı” sebebiyle zor günler geçirmesi üzerine Aralık 1999’da Frankfurter Allgemeinen Zeitung gazetesinde, Helmut Kohl’ün partiye zarar verdiğini ve partiden ayrılması gerektiğini ifade eden bir mektup kaleme almıştı. O dönem için oldukça cesur bulunan bu çıkış ile Merkel, kendisini 18 yıl CDU Genel Başkanı ve 16 yıl Şansölye yapacak yolun ilk taşlarını döşemekteydi. Nihayetinde Nisan 2000’de CDU delegelerinin yüzde 96’sının oyunu alarak genel başkan seçilmişti.

1990 yılında Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde isimsiz biri olarak CDU üyesi olan Angela Drothea Merkel, önce Helmut Kohl’ü ve “bağış skandalı”na karışanları partiden uzaklaştırmış, sonrasında da CDU’yu kontrolü altına alarak, 2005 seçimlerinde partinin oylarını artırıp büyük koalisyon ortağı yapmış ve “Şansölye” olmuştu. Bunu yaparken önce CDU içerisindeki erkekleri hizaya getirmiş sonrasında ise en büyük rakibi olan Schröder’i de siyaset sahnesinden silmekten hiç çekinmemişti.

2008 ekonomik krizi ve Atlantik’in iki kıyısı ABD ile Avrupa arasındaki gerilen ilişkilerde, hep bir şekilde Almanya’yı koruyan mekanizmaları ortaya koyarak, yönetim becerisini tereddütsüz ispatlayan Merkel; Avro bölgesi “Koruma Şemsiyesi”ni oluşturarak, zararı tüm Avro bölgesine paylaştıracak kadar cesur kararları AB kurumlarına aldırabilecek kadar da güçlüydü. Suriye iç savaşı sırasında Avrupa kapılarına ulaşan göçmenleri kabul edip, gerek Almanya’daki ırkçı siyasi partilere, gerekse de CDU içerisindeki aşırı sağ kanada tavrını koyarak, göçmenler konusunda insani bir politika yürütülebileceği mesajlarını da vermekten çekinmedi. Brexit sürecinde, hem AB’nin hem de Almanya’nın en az zararla bu süreci atlatabilmesi için gerektiğinde masaya yumruğunu vurarak AB mekanizmasında kararlar alınmasını sağladı. AB içerisinde çıkan Polonya ve Visegrad Ülkeleri gibi ayrılıkçı çatlak sesleri durdurmasını da bildi.Merkel, kriz dönemlerinde izlediği stratejilerle ve ortaya koyduğu çözümlerle dikkat çekerken, izlediği politikalarla hem kapitalizmi, hem de liberal demokrasiyi savunan biri olarak Alman siyasetinde öne çıktı. Helmut Kohl gibi CDU ile özdeşleşmedi. Kendini hep partiden biraz ayrı tuttu. Almanya siyasi siteminin dışında, fakat sistemin içinde güvendikleriyle çalıştı. CDU içerisinde, kendisine yönelik geniş tabanlı bir muhalefetin oluşmasına da izin vermedi. Son yapılan CDU Genel Kurulu’nda öne çıkardığı aday Laschet’in seçilmesi ve Laschet’in başbakan adaylığı yine Merkel’in gücü ile oldu.

SEÇİME ON KALA

Merkel geçtiğimiz hafta federal parlamentoda yaptığı konuşmada, Alman halkından Laschet’i desteklemelerini istedi ve kamuoyu yoklamalarında ağırlık kazanan SPD-Yeşiller ve DieLinke’den oluşması muhtemel koalisyona karşı uyarılarda bulundu. Merkel’in, Laschet’e destek isterken seçtiği “Bu ülkeyi kimin yönettiği önemli” ifadesini, parti içerisinde olduğu gibi, hükümet politikalarında da kendi politikalarının ve söylemlerinin devam etmesini istediği şeklinde yorumlamak mümkündür.

Son yapılan kamuoyu yoklamalarında SPD’nin CDU’nun önünde olduğu görülmekte. Yeşiller ise üçüncü sırada gözüküyor. Federal parlamento seçimleri ile aynı gün, eyalet parlamento seçimlerinin gerçekleşeceği eyaletlerde yapılan kamuoyu yoklamalarında da, SPD önde görünüyor. Ancak, geçmişte kamuoyu yoklamaları ile sandıktan çıkan sonuçlar arasında çok farklar olduğu da bir gerçek. Bu sebeple, Bundestag 2021 seçimlerinde ciddi bir medya manipülasyonun olması ihtimalini de gözardı etmemek gerekiyor.

Başbakan adaylarına baktığımızda, seçim çalışmaları sırasında pek çok yönlerden Olaf Scholz’u önde gösteren anketler var. Ancak Scholz ile ilgili Maliye Bakanlığı döneminde ortaya çıkan pek çok skandalın bilgisi dahilinde olduğu yönündeki iddialar hayli yaygın. Aynı şekilde, CDU’nun başbakan adayı Laschet’in, pandemi sürecinde pek çok sağlık malzemesinin tedarikindeki yolsuzluklarda adı geçiyor. Yeşilleri’in başbakan adayı Baerbock ise daha önce yazmış olduğu bir kitapta yaptığı intihal iddaları ile gündemde. Baerbock ayrıca haziran ayında başlattığı kampanyada verdiği poz ve kullandığı ifadelerle din karşıtı olmakla ve anti-semitik komplolara hizmet eden bir kampanya yürütmekle suçlandı. Bu suçlamalardan sonra kamuoyu yoklamalarında yüzde 20’lerin üzerinde olan Yeşiller bir anda yüzde 15’lere düştü.

KÜÇÜK PARTİLERİN ROLÜ

Kamuoyu araştırmalarında SPD ve Yeşiller ana akım medya ve sosyal mecralardaki güçlerini ve desteklerini kullanırken, CDU/CSU halen taban seçmenine güveniyor. Şimdiye kadar yapılan seçimlerde yaşanmayan bir olay ise, Almanya tarihinde görülmemiş sayıda 40’a yakın küçük partinin Bundestag seçimlerine katılacak olmasıdır. Kamuoyu araştırmalarında şu anda SPD önde gözüküyor olsa bile seçmenin, genel olarak birbirine yakın programlarla seçime giren merkez partiler yerine, yıllardır Alman siyasetinde çözüm bekleyen sorunları gündeme getiren ve alternatifler sunan küçük partilere yönelmesi mümkün gözüküyor. Seçime giren küçük partilerden bir kaçı sürpriz şekilde oy alarak 2013 ve 2017 yılında olduğu gibi parlamentoda büyük partilerin sandelye sayılarını etkileyebilir. Oldukça karmaşık bir seçim sistemine sahip Almanya’da bu ihtimalin gerçekleşmesi mümkün. Küçük partilerden öne çıkanların başında aktivist Jürgen Tödenhöfer’in partisi “Team Tödenhöfer” geliyor.

Partilerin hükümet programlarına bakıldığında; Yeşiller Partisi’nin iklim değişikliğine yönelik politikalarda, dünyayı daha yaşanabilir kılmak için talep ettiği radikal değişiklikler göze çarpıyor. Benzer politik vaatleri CDU’nun programında da görmek mümkün. Aynı şekilde SPD seçim programında iklim krizinin önüne geçmek için bazı hedef rakamlar veriliyor.

İklim tartışmaları haricinde parti programlarında pek ele avuca gelir politikalardan söz edilmiyor. Seçim programlarının; göçmenler, yabancılar, eğitim gibi konulara uzak kaldığı görülmekte. Avrupa ve AB ile ilgili politikalarda bilindik “güçlü” ve “istikrarlı” Avrupa ifadeleri ise güçlü Almanya’dan sonra geliyor.

Partilerin her zaman olduğu gibi ortak birleştikleri nokta Türkiye konusu. Türkiye-Almanya arasındaki ikili ilişkilerin düzeltilmesi gerektiği yönünde açıkça pozisyon alan ve bunu seçim programına koyan tek parti ise CDU. CDU’nun öteden beri Türkiye ile ilişklere önem vermesine rağmen, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığı biliniyor. Ancak alternatif olarak, yani Türkiye’yi kapıda bekletme yerine farklı ve güçlü bir şekilde AB ile uluslararası bağının kurulması yönünde açıkça pozisyon aldığı görülüyor. SPD, Türkiye konusundan sadece bir cümle ile bahsederken, Yeşiller ayrı bir başlık altında ele aldığı Türkiye ile ilişkiler konusunda AB ile müzakerelerin devam etmesinden yana olmakla birlikte, tehditle aba altından sopa göstermekte ve ilişklerin düzelmesini şartlara bağlamakta. Alman liberal demokrat partisi FDP ise CDU ile benzer söylemler içerisinde. Türkiye ile olan AB üyelik müzakerelerinin sonlandırılmasını talep ediyor. SPD ve Yeşiller’in ağırlıkta olduğu olası bir koalisyon ihtimalinde, Türkiye-Almanya ilişkilerinde gergin bir döneme girilmesi mümkün görünüyor.

Merkel, 26 Eylül’de gerçekleşecek seçimlerle siyaset sahnesinden çekilecek. Yerine aday olanlar ise düşük profilli ve onun yerini dolduracak seviyede değiller. Seçimlerin Almanya’yı yeni bir siyasi çıkmazın içine sokacağı, hatta yeni bir siyasi pat durumunu ortaya çıkarması büyük ihtimal çünkü seçim sonuçlarına göre ortaya çıkması muhtemel koalisyonlardan hiçbiri Almanya’yı rahatça yönetebilecek konforlu bir çoğunluğu elde edecek gibi görünmüyor.

#Almanya
#Angela Merkel
#Muhterem Dilbirliği