Samimiyetlerine inandığımız o eski liderler ne kadar uğraşsalar da Türkiye bir türlü hayal ettiğimiz gibi olmuyordu. Siyah-beyaz televizyondaki Kenan Evren’den renkli televizyondaki Çevik Bir arasındaki dönem, çocukluğuma ve gençliğimin ilk yıllarına denk gelmişti. Rahmetli Erbakanlar, Demireller, Ecevitler, Türkeşler, Özallar, sürekli bir şeylerin mücadelesini veriyorlardı ama günün sonunda hep görünmez bir duvara tosluyorduk. “70 sente muhtaç”, borç batağında ve IMF mektuplarıyla korkutulan bir devlet; terör, türban, faili meçhul suikastlar veya gazete manşetleriyle yıkılan hükümetler; yoklukla tarif edilen bir hayata mahkûm olduğu için giderek umudunu yitiren bir milletti elde kalan…
Öte yandan asker-bürokrasi-medya sacayaklarından oluşan bir vesayet yapısı, tüm bu neticenin faturasını siyasete keserek kenara çekiliyor, bıyık altından sırıtarak siyasetin ve demokrasinin itibar suikastını izliyordu.
Çok partili siyasi hayata geçişimizden 2001’e kadar, siyasetin de ötesinde, çok başka bir mücadele vardı Türkiye’de... “28 Şubat bin yıl sürecek” diyenler, aslında meselenin ve kavganın ne olduğunu da tarif etmiş oluyordu. Ve en nihayetinde bu niyet beyanı, milletin 2001’de AK Parti’yi kurarak vesayete ve makus talihine kılıç çekmesine yol açtı.
Elbette ki 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti’ye oy veren her vatandaş bu okumayı “vesayet - milli irade” mücadelesi üzerinden yapmamış olabilir. O dönem herkesin rahatsızlıkları farklıydı. Kimisi, başörtüsü üzerinden yaşanan ayrıştırmayı tasvip etmedi; kimisi Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden dolayı “yeter artık” dedi; kimisi teröre, kimisi “muasır medeniyet” hedefinden üç beş asır geride kalmamıza tepki verdi; kimisi de atanmış bir Cumhurbaşkanı’nın seçilmiş başbakana anayasa kitapçığı fırlatarak ayar vermeye çalışmasını hazmedemedi. Herkesin gerekçesi farklı olsa bile, tavrı hemen hemen aynı oldu: Bir “yeni” aradı ve buldu.
Bulduğu yeni, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde somut ve elle tutulur, gözle görülür bir başarı elde eden, susuz İstanbul’u tekrardan yaşanacak bir şehir yapan, toplumun her kesimine söyleyecek sözü ve açık bir kapısı olan, geleceğin lideri olacağı anlaşıldığı için apar topar hapse atılmış bir lider ve yanındaki “her yaştan gençler” idi. Temel beklenti, ülkede huzurlu bir istikrardı. Sürekli çalkalanan bir gündem değil; iş üreten, altyapı üreten, ekonomiyi ve siyaseti stabil tutan bir hükümet, temiz ve umut dolu bir gündem isteniyordu.
Rahmetli Celal Bayar, “Ben memleketin istiklali için ayağımda çarık, elimde silah, boynumda idam fermanı ile Ege dağlarında dolaşırken aklımdan ne Başbakanlık ne de Cumhurbaşkanlığı geçiyordu.” demiş. Teşbihte hata olmaz, benim de AK Parti çatısına adım attığım o gençlik yıllarımda aklımdan ne üç dönem Çanakkale Milletvekilliği, ne de Grup Başkan Vekilliği geçiyordu. Gençliğin verdiği heyecanla Gençlik Kolları’nda başlayan siyaset maceramız, zaman zaman hoş tesadüflerle ama çoğu zaman da büyük bir emek ve adanmışlıkla bizleri çok farklı noktalara getirdi, bir şeylerin parçası olma, katkı sunma imkânı verdi.
AK Parti ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisinden önceki parti ve liderlerden en önemli farkı, geçmişteki tüm süreçlerden, tüm hatalardan notlar almış olması ve attığı adımlarda bir şekilde, herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir makulü yakalayabilmesidir. Yıllardır sonuç vermeyen politikaların, marjinal ütopyaların veya uzaktaki hedeflerin değil, göz önündeki gerçeklerin peşinden gitmiş; ülkeyi yönetmeye altyapı, hastane, havaalanı, otoyol, iletişim, mali disiplin, siyasi istikrar gibi çözülmesi gereken acil sorunlardan başlamıştır. Tüm toplumu bir fikre doğru sürüklemek yerine, siyaseti herkesin buluşabileceği yere getirebilen bir anlayış sergilemiştir. AK Parti’nin bir diğer önemli farkı, gerçek anlamda milletin içinden çıkmış bir parti olmasıydı. Profesörün de seyyar satıcının da kendine yakın hissettiği, ulaşabildiği, kapısını çalabildiği, en önemlisi de kendini ait hissettiği, kimseyi yadırgamayan ve ötekileştirmeyen bir siyasi çatıydı.
AK Parti iktidara geldiğinde zemin futbola müsait değildi. Eski vesayet zaten kılıç çekmişti. Dağdaki terör örgütünün yanı sıra, FETÖ terör örgütü de 80’lerden beri başlattığı kadrolaşma hareketiyle devletin tüm koridorlarında yerini almıştı. Yani nereye yüzünüzü dönseniz, millet siyasetini boğmaya veya başka mahfillere peşkeş çekmeye hazır bir yapıyla karşı karşıyaydınız. Bu koşullar altında Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile IMF’yi Türkiye gündeminden çıkarttık. Türkiye ilk kez tek haneli enflasyon rakamıyla, yüzde 4’lere yaklaşan faiz oranıyla, kişi başı 10 bin dolar Milli Gelir dağılımıyla, Avrupa’da görmediğimiz otoyollarla, şehir gibi şehir hastaneleriyle yine AK Parti ile tanıştı. Bir dönem başörtülü insanların üniversitede coplandığı bu ülkede başörtülü hâkim, doktor, öğretim görevlileri oldu ve hiçbir sorun yaşanmadı. “Mega Yatırım-Dünyanın En büyüğü” kavramları hayatımıza girdi. Sadece terör ve şehit haberleri ile gündeme gelen, “Sivas’ın ötesi” diye tarif edilerek bir anlamda Türkiye’den fikren koparılmak istenen bir bölgeyi terör ikliminden kurtarıp Tunceli’de rafting, Hakkâri’de kayak merkezi, Pülümür’de festival, Doğu Ekspresi’nde bilet bulamama, Gabar’da petrol çıkarma gibi gelişmelerle yeniden oyuna soktuk. Esnafı haraca kesecek noktaya gelmiş PKK’yı, mağaralardan çıkamaz hale getiren de yine AK Parti iktidarı oldu.
Belki de en önemlisi, tüm bunları ciddi ataklara rağmen yapmış olmamızdır. 27 Nisan E-Muhtıra, 7 Şubat MİT Kumpası, Gezi Olayları, 17-25 Aralık Kumpası, 7 Haziran 2015 Seçimleri sonrası tırmandırılan kanlı terör eylemleri, 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi ataklar karşısında siyasi istikrarımızı korumayı başardık ve her seferinde cevabı milletin sandıktaki desteğiyle verdik. Bunun dışında Suriye İç Savaşı’nın tetiklediği göç akımı, DEAŞ terör örgütünün saldırıları, FETÖ’nün bitmeyen ihanetinin yurtdışından desteklenmesi, güney sınırlarımızda Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı gibi harekatları yapmak zorunda bırakan terör ortamı, AK Parti hükümetlerinin önüne çıkarılmış küresel sınavlardı. Tabii bir de afet sınavlarımız oldu. Üst üste gelen depremler ve orman yangınları bir yana, tüm dünyayı eve kilitleyen ve tüm dengeleri alt üst eden Covid-19 küresel salgınını da yine AK Parti hükümetleri eliyle yönettik. Son olarak yaşanan 6 Şubat 2023 depremi ise tüm bu 23 yılın belki de en zor, en acı günüydü.
Elbette 23 yılın tüm hadiselerini, tüm gelişmelerini bir makale içinde ele alıp değerlendirebilmek mümkün değil. Zaten gelecek kuşaklar ve tarih yazıcıları bunu yapacaklardır. Hatta dünyada bile yapılacaktır. Ancak bugün gelinen nokta ile ilgili de birkaç kelime etmek isterim.
Bu değerlendirmeye geçmeden önce, “Denizde İsyan” adlı eski bir filme atıf yapmak isterim. Olay bir askeri gemide geçer. Kaptan, sert ve soğuk mizaçlıdır. Bir fırtınaya yakalanırlar, kaptanın verdiği talimatı yanlış bulan ikinci kaptan ve arkadaşları kumandayı zorla ele alırlar. Bir şekilde fırtınadan kurtulduktan sonra mahkemeye çıkarlar; isyan eden mürettebat, kaptanın dediklerini yapsalardı fırtınada batacaklarını, onun için isyan ettiklerini iddia eder. Bunun üzerine mahkeme heyeti, ikinci kaptan ve arkadaşlarına çok kritik bir soru sorar: “Siz hiç fırtınada gemi yönettiniz mi? Oysa bu kaptan, bu donanmada yıllarca kaptanlık yaptı ve pek çok fırtına gördü.”
Bugün Türkiye, önemli bir kısmı küresel, bir kısmı da iç dinamiklerden kaynaklanan zorlu bir süreçten geçmektedir. Terazinin bir kefesinde 23 yıldır, yukarıda saydığım kazanımları yaşatan ve fırtınaları atlatan AK Parti ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan, diğer kefesinde ise kendini sadece Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı üzerinden tanımlayan, neye ve nereye hizmet ettiği meçhul bir hat var. Garip bir şekilde ‘Garbın Afakı’ topyekûn bu hattın içinde. Keza FETÖ’den PKK’ya tüm terör örgütleri, iç siyasetteki ana muhalefet ve şürekâsı da yine bu hattın içinde. Elle tutulur bir önerileri yok. Dünyaya ve Türkiye’ye yönelik bir vizyonları yok. Gündelik siyasetin başlıklarıyla, dışarıdan verilen suflelerle, 28 Şubat’ın geri kalan 995 gününü tamamlamayı hayal ediyorlar.
AK Parti’nin bugününe bakarsak 2002’ye kıyasla kaybettiği bazı reflekslerinin olduğu açıktır. Esasen kurumların aynı tavır ve kapasitesini, hele böyle bir gündem içinde 23 yıl aynı seviyede sürdürmesi elbette kolay değildir, zaman içinde birtakım tağşişler olabilir. Hiçbir siyasi parti veya kurum, melekler cemiyeti değildir, elbette bu parti içinde zaman zaman bireysel veya kurumsal iletişim hataları, söylem ve eylem hataları olmuş olabilir. Son belediye başkanlığı seçimi bize buna ait bir karne de ortaya koymuş olabilir. Ancak şu muhasebeyi de gözden kaçıramayız: Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Aziz Milletimiz emaneti yine bize teslim etti ve bizden beklentileri var. Belediye seçimlerinde bir uyarı yaptı, düzeltmemiz gereken noktaları gösterdi. Hatalarla yüzleşmek, bunları düzeltmek, hele hele bu kadar yüksek bir tecrübeye ve küresel bir lidere sahip bir parti için zor değil. AK Parti rozetini yakasında taşıyan herkesin burada yapması gereken bir muhasebe ve atması gereken adımlar var. Hepimiz topa girmeliyiz. Hepimiz konuşmalı, hepimiz yeniden “aktif siyaset” yapmalıyız. Özellikle, bilerek veya bilmeyerek bulundukları siyasi görevleri, bir sırça köşke veya bir genel müdürlüğe çevirenlerin acilen kendine gelmesi, adımlarını hesabi değil, hasbi atmaları, daha aktif ve sokağa daha yakın siyaset üretmeleri lazım. Aslında sorunu herkes biliyor ama çözüm için herkes başkasından adım bekliyor. Bütün yükü Recep Tayyip Erdoğan’ın omuzlarına yükleyerek sonuç bekleyemeyiz. Güçlü bir gençliğimiz ve tabanımız var, buradan yeni yüzler, yeni sesler devşirebilmeli ve oyuna sokabilmeliyiz.
Bu dönüşüm ve bu iç özeleştiri, bizim tarihe karşı sorumluluğumuzdur. Değişime zorlanmayı beklemeden, bunu kendimiz başarmalıyız. Elimizde bunu yapabilecek gücümüz, millette karşılığımız, mazimizde de tecrübemiz var.
23 yaş, en dinamik, en enerjik ve en verimli yaşlardan biridir. Bunu kullanmanın tam zamanıdır. Türk Siyasetinin Amiral Gemisi AK Parti’nin 23. kuruluş yıldönümünü can-ı gönülden kutluyorum. Başta Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bu partiye emek vermiş herkese şükranlarımı sunuyor, bugün hayatta olmayan dava arkadaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Ve teşekkürlerin en büyüğü, 23 yıldır destekleriyle bu partiyi ayakta tutan ve bölgenin ve ülkenin umudu yapan Aziz Milletimize…