Niteliksel sapmalar derinleşerek çoğalıyor

Yeni Şafak
Atasoy Müftüoğlu
04:002/07/2018, الإثنين
G: 2/07/2018, الإثنين
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Üretme-yenileme ve yayılma yeteneklerini kaybeden kültürlerin içe kapanmaktan başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktur. Muhafazakârlık ve konformizm, değişime ve yenilenmeye kapalıdır. Muhafazakâr ve konformist bünye ya da gelenek, gerçekleşmeyen umutlar ve beklentiler biriktirir.

İçerisinde yaşadığımız dünyayı/hayatı/tarihi ve tarihsel olayları/gelişmeleri İslami referanslar temelinde algılayamamak, yorumlayamamak, sorgulayamamak gibi yapısal bir sorunumuz var. İslam dünyası ülkelerinde sistematik bir şekilde İslam ve İslami hareketler değersizleştiriliyor. Avrupa entelektüel hegemonyası, Fransız aydınlanmasının kültürel egemenliği, toplumlarımız üzerinde belirleyiciliğini sürdürdüğü için, sürdürebildiği için, İslami referanslar temelinde bir dil/düşünce oluşturamıyoruz. Avrupa entelektüel hegemonyası, yüzyıllardır olduğu gibi bugün de, ırkçı bir dil aracılığıyla meşrulaştırılabiliyor. Bu dil aracılığıyla, sömürgeciliğin sömürülenler için bir ayrıcalık, bir imkan ve fırsat olduğu iddia edilebiliyor. Bu iddiaya, sömürülenlerin üstün bir kültürle ödüllendirildikleri yorumuyla haklılık kazandırılıyor.

SÖMÜRGECİLERİN AYRICALIKLARI TARTIŞILMALI

İslam dünyası toplumları, toplumlarımız, halen entelektüel, kültürel bağımlılık koşullarında yaşadıkları için, entelektüel-kültürel bir direniş dili-söylemi-bilinci oluşturabilmiş değiller. Entelektüel, kültürel direniş dili-bilinci oluşturamadığımız, oluşturmaya çalışmadığımız için, bugün kolonyalistlerin entelektüel amaçlarına hizmet etmeye devam ediyoruz. İslami referanslar/paradigmalar temelinde bir eğitim sistemi, kültür politikası, İslami camianın zihin dünyasında bile kendisine yer edinemiyor. Düşünsel, kültürel hayat, yerel sınırları aşabilen bir ufka sahip değil. Milliyetçilikler, İslam dünyası çapında ortak bir bilincin inşa’sını imkansız kılıyor.

İslam dünyası toplumları, niteliksel anlamda büyük bir sapma ile karşı karşıya bulundukları halde, bu sapmanın neden olduğu varoluşsal kayıpları görmüyor. İçerisinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere, toplumlarımızda, sömürgecilerin entelektüel-kültürel ayrıcalıkları eksiksiz bir şekilde korunuyor. Bu ayrıcalıklar hiç bir şekilde tartışma ve müzakere konusu yapılamıyor. Sözünü ettiğimiz ayrıcalıkları müzakere-tartışma konusu yapamadığımız gibi, tam tersine, bunları bir şekilde sahipleniyoruz. Seküler ya da solcu kesimlerin Batılı entelektüel hegemonya ile bütünleşmeleri anlaşılabilir bir durumdur; ancak İslami kesimlerin bu konu etrafındaki tavırsızlığını anlayabilmek mümkün değildir.

Modern zamanlarda, modern ideolojilerin kavramsal sistemi, tamamıyla araçsal amaçlara hizmet edecek şekilde tasarlandı, kullanışlı hale getirildi. Bu sistemin araçsal amaçlara hizmet edecek şekilde tasarlanması, büyük ahlaki-insani yıkımlara neden oldu. Bu yıkımlar, halen devam ediyor. Günümüzde, ne yazık ki, aziz İslam ve Kur’an da araçsal amaçlar için sistematik bir şekilde kullanılıyor, yorumlanıyor; araçsal amaçlar için gündemde tutuluyor ya da gündemden kaldırılıyor. İslam ve Kur’an çalışmaları, İslami referanslar/paradigma temelinde bir dünya görüşü içerecek şekilde kamusal hayatın gündemine kazandırılamıyor. Aziz İslam’ın araçsal amaçlar için kullanılabilir, yorumlanabilir hale getirilebilmiş olması, Müslümanlar nezdinde hiç bir rahatsızlığa, kaygı ve endişeye yol açmıyor. Bu durum, İslami bilincin-aklın-kalbin ve ahlakın çöküşüne işaret eder.

Dışarıdan, yukarıdan, tepeden sınırlandırılan, belirlenen ve dayatılan bireysel-özel bir din algısına, içsel, maneviyatla sınırlı, bilinçsiz ve edilgin tuhaf bir din algısına maruz bırakıldığımız, kendi dünya görüşümüzü bir bütünlük içerisinde temsil iradesine sahip olmadığımız, kısmi kavrayış ve algı biçimleriyle malûl bulunduğumuz için, İslam’ı bilinçli bir tercihe dönüştüremiyor, İslam’ın yerine yerli ve milli bir folklorü koymaya çalışıyoruz. İslami ilgi ve çaba, profesyonel bir mesleğe dönüşüyor.

Hangi toplumda olursa olsun, dini ve politik popülizm yoluyla İslam’ın araçsal amaçlar doğrultusunda sömürülmesi, propagandacı dilin/söylemin her geçen gün daha çok yayılması, İslami önceliklerin savsaklanması sonucunu doğuruyor. Toplumlarımız, kitlelere dönüştürülüyor. Kitleler propaganda yoluyla güdümlendikçe edilginlik bir kader haline geliyor.

İdeolojik bağlılıklar, tercihler ve bağnazlıklar örneğinde görülebileceği üzere, partizan bağlılıklar, tercihler ve bağnazlıklar da, gerçekliğin eleştirel bağlamda değerlendirilmesine, konuşulmasına, hiç bir şekilde müsamaha göstermiyor. Bu nedenle, her iki durumda da, kitleler gerçekliği propaganda ve manipülasyonun sınırları içerisinde kalarak algılayabiliyor.

İSLAMİ BİLİNÇ
KOMA HALİNDE

İslami bütünü, bütünlük bilincini temsil liyakatine, birikimine ve cesaretine sahip olamayan Müslüman aydınlar ve yazarlar, her dönemde konjonktürel tercihler yapıyor, konjonktürel bir duruş ve tarz belirliyor. Konjonktürel tercih-duruş-tarz sebebiyle de, İslami bilinç bağlamında tam bir koma hali yaşıyor, düşünsel tükeniş sergiliyor. Sözünü ettiğimiz tükeniş sebebiyle, konjonktürel davranan bütün bu aydınlar ve yazarlar, içerisinde bulunduğumuz siyasal koşullar doğrultusunda ve kendileri için uygun gördükleri çıkarlar çerçevesinde kendilerini yeniden konumlandırarak, yakın geçmişlerinde kendileriyle, eserleriyle ilgilendikleri, takdir ve tebcil ettikleri ümmetin seçkin alim ve yazarlarına yönelik artık geçmişte kalmış ilgileri sebebiyle pişmanlık açıklamaları yapıyor. Çok tuhaf, çok sorunlu, çok tutarsız bir varoluş durumu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kendilerini yerli ve milli ilgilerle özdeşleştirmeye çalışan bu aydınlar ve yazarlar, her nasılsa, kapitalizmin/sekülerizmin/liberalizmin kökten küreselleştirici işlevini görmüyor, görmezden geliyor. Küreselleşmenin yerli ve milli unsurları da bir şekilde etkilediğini, dönüştürdüğünü, biçimlendirdiğini unutuyor; yerli ve milli bağlamı temsil eden yazarların ve aydınların hiç birisinin etkisinin ulusal sınırları aşamadığını ise hatırlamak istemiyor.

İslami dayanışma yoluyla, İslam düşüncesinin ve kültürünün küresel kültür seviyesine yükseltilmesi imkanı varken, bu imkanı kullanmak istemiyor, bir kez daha kabileciliklere ve milliyetçiliklere dönerek, İslami bilince bütünüyle yabancılaşıyoruz.

Üretme-yenilenme ve yayılma yeteneklerini kaybeden kültürlerin içe kapanmaktan başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktur. Muhafazakârlık ve konformizm, değişime ve yenilenmeye kapalıdır. Muhafazakâr ve konformist bir bünye ya da gelenek, gerçekleşmeyen umutlar ve beklentiler biriktirir. İçe kapanan toplumlar/kültürler, farklı kültürlerle ilişki kuramazlar, farklı kültürlere hiç bir şey söyleyemezler. Hiç kimseye hiç bir şey söyleyemeyen kültürler/toplumlar, akıldışı bir duygusallık biçimi olan milliyetçilikleri seçerek sadece kendi kendileriyle konuşurlar.

DERİN SESSİZLİK

İçerisinde yaşadığımız dönemde toplumlarımızda ahlaki ve düşünsel hastalıklar genişleyerek yayılıyor. Hakikate ilişkin ilkesel önceliklerin yerini, çıkarlara ilişkin öncelikler alıyor. Düşünce, kültür ve ilahiyat çevrelerimiz, sorgulanmayan gerçekliklerle ilgili derin bir sessizlik içerisinde bulunuyor. Ahlaki ölçütler, toplumsal, siyasal, ekonomik alanlardan dışlanıyor. Toplumsal, siyasal, ekonomik değerleri/ölçütleri yalnızca otoriter modernlik tanımlayabiliyor. Hakim değer paradigmaları otoriter modernlikler tarafından değersizleştirilen kültürler/toplumlar, her tür hak ve korumadan mahrum edilebiliyor.

İslami kültürün, ahlaki bir kültür olduğu için, milliyetçiliklere izin vermediğini kaydetmek gerekir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir şekilde taşralaştırılan düşünce hayatımız, bugün çok yoğun bir biçimde her alanda kurgusal romantik kompozisyonlar üzerinde çalışıyor. Kapitalist/seküler/liberal dünya görüşünün dokunulmaz ve tartışılmaz kılınan saldırgan saltanatı derinleşerek sürerken, bunların saldırganlıklarını püskürtebilecek, dokunulmazlıklarını tartışma konusu yapabilecek hiç bir entelektüel/felsefi paradigma ve proje üretilemezken, bu konularda hiç bir sistematik çalışma yapılamazken, çok astronomik, çok ölçüsüz paralar harcanarak propaganda camileri yapmayı ısrarla sürdürüyoruz. İslami inançların yerini, hiç bir meşru/ahlaki referans kaynağına sahip olmayan ulus-devlet referansları aldığı halde, eleştirel anlamda sesimizi yükseltmiyor, sıradışı sorular sormaya cesaret edemiyoruz.

#Türiye