
Güçlü aktörler sahip oldukları cephanelikleri her geçen zaman modernleştirip, güç yapılarını geliştirme ile aynı zamanda gerilimleri kontrollü tırmandırma politikası güderken, bu durum adeta ünlü Rus yazar Çehov’un “duvardaki tüfek” benzetmesindeki hali alıyor. Çehov’a göre eğer duvarda asılı olan bir tüfek olduğunu birine söylerseniz, o tüfek er ya da geç ateşlenmelidir.
Hayatta kalabilmek için yaşamı yemek artık dünyanın mottosu haline geldi. Öyleyse yaşam içinde sonsuzluğu aramak ya da sonsuzluğun içinde yaşamı aramak bugün insanlığın peşine düştüğü bir mesele. “İnsan insanın kurdudur.” diyen Thomas Hobbes, insanın doğasının anarşik, kötü ve çıkarcı olduğunu tasvir ederken, bunun uluslararası ilişkilerdeki yansımasın, 6 bin yıllık insanlık tarihinde yaklaşık 14 bin 500 savaş gerçekleştiği ve 181 nesilden sadece 10 kuşağın savaş görmeden yaşadığını ortaya koyuyordu. “Her imparatorluk ya da hegemon güç kendi barışını mı inşa eder?” sorusunun doğru cevabını vermek oldukça zor. Fakat Pax-Romana, Pax-Persia, Pax-Britanicca ve Pax-Americana politikalarıyla kalıcı barışı arayanlar, sonu gelmeyen savaşların tohumlarını kanla sulamışlardı. Aslında savaş, barışı devam ettirmenin girişimi olarak takdim ediliyordu.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN ÜÇÜNCÜ PERDESİ ARALANDI MI?
Dünyamız artık yol ayrımının tehlikeli kavşağına yaklaştı. Geniş çapta askeri ve gizli istihbarat operasyonları, eş zamanlı olarak Orta Doğu, Doğu Avrupa, sahra altı Afrika’sı, Orta Asya ve Uzak Doğu’da yürütülüyor. İki büyük dünya savaşı ile arkasından gelen Soğuk Savaş ve sonrasında “Yeni Dünya Düzeni” adı altında çok kutuplu küreselleşmenin dünyayı daha düzleştirdiği, ulus devletlerin yerine “şehir devletleri”nin inşa edilmesiyle devletlerin sınırlarının sadece haritada görüldüğü “yeni imparatorluklar çağı” başlıyor. Bu çağın yeni bir Yalta’ya ve yeni bir Bretton Woods’a ihtiyacı elbette olacak. O zaman bunun için Birinci Dünya Savaşı’nın üçüncü perdesinin açılması gerekiyor.
SAVAŞ TİCARET İÇİN İYİDİR (!)
Dünya, yoksulluğun küreselleşmesinin artık çok ötesinde. Ülkelerin toprakları dış müdahalelere açık hale geldi. Devlet kurumları bir bir çöküyor, okul ve hastaneler bombalarla kapatılıyor, yasal sistemler çözülüyor ve görünen, görülmeyen sınırlar yeniden tanımlanıyor. Bu bağlamda bir askeri ajandanın mali parametrelerinin iyi anlaşılması gerekiyor. Çünkü savaş ve küreselleşme birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Planlanan askeri ve istihbarat operasyonları kritik bölgelerdeki belirli ülkeleri hedefleyen ekonomik ve siyasi saldırılarla uygulanıyor. Çünkü tıpkı tarihte olduğu gibi bugün de savaş, ticaret için oldukça iyidir. Bu da daha fazla yoksulluğun küreselleşmesinin ötesini karşımıza çıkarıyor.
Küresel müesses nizamın hegemonya politikası, devletleri yıkıma sürüklemek için çok katmanlı bir saldırı stratejisi izliyor: Savaşları kışkırtmak, terör örgütlerine gizli/açık destek sağlamak, rejimleri devirmek ve ticari savaşlarla ülkeleri diz çöktürmek. Ekonomik savaşta ise borç batağındaki ülkelere yıkıcı reformları dayatmak, mali sistemleri sabote etmek, ulusal para birimlerini çökertmek, devlet varlıklarını yağmalamak, yaptırımlarla ekonomilerini felç etmek ve enflasyon ile kara borsayı sistematik olarak körüklemektir.
TÜM SAVAŞLARI BİTİRECEK NİHAİ HARP
Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin hegemonya stratejisi, küresel rakiplerini zayıflatmaya odaklanmıştır. Çin, Rusya ve İran gibi yükselen güçlerin yanı sıra, Hindistan, Brezilya ve Arjantin gibi gelişmekte olan ülkelerin istikrarını bozmayı hedeflemektedir. Aynı zamanda, Avrupa Birliği içinde ekonomik ve siyasi baskıyı artırarak, Almanya ve Fransa gibi müttefik devletlerin lider seçimlerinde dahi etkisini hissettirmektedir. Bretton Woods sistemiyle inşa edilen küresel mali düzen, ABD’nin kontrolü altında işlerken, dolar merkezli finansal mekanizma küresel ekonomiyi yönlendirmeye devam etmektedir. Şu da unutulmamalıdır ki, Avrupa’nın 20. yüzyılın şafağında ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılığın ileri düzeyi, “tüm savaşları sona erdirmeye dönük savaşı” önlemek için yeterli değildi.
DUVARDAKİ TÜFEK NE ZAMAN ATEŞLENECEK?
Amerikan ordusu rakiplerine karşı ileri teknoloji ile yoğrulmuş savaş planlarını gözden geçirirken, küresel çapta terörle mücadele ettiğini iddia ediyor. Ancak büyük güçler arasındaki çatışmaların kontrol altına alınması ve konvansiyonel ya da nükleer silahlara sahip devletlerarasındaki savaş dinamiklerinin tehlikeli bir şekilde tırmanması sona yaklaşıyor olabilir. Bir sonraki büyük savaşın nerede patlak vereceğini tahmin etmek her geçen gün zorlaşıyor. Fakat uluslararası sistem, devletlerin davranışlarında göz ardı edilemeyen sinyal ve eğilimler gösteriyor. Bu bağlamda güçlü aktörler sahip oldukları cephanelikleri her geçen zaman modernleştirip, güç yapılarını geliştirme ile aynı zamanda gerilimleri kontrollü tırmandırma politikası güderken, bu durum adeta ünlü Rus yazar Çehov’un “duvardaki tüfek” benzetmesindeki hali alıyor. Çehov’a göre eğer duvarda asılı olan bir tüfek olduğunu birine söylerseniz, o tüfek er ya da geç ateşlenmelidir.
SAVAŞ VE BARIŞ ARASINDAKİ ÇİZGİ İNCELİYOR
Her geçen yıl hegemon güçler arasındaki rekabetin, askeri düzeydeki kontrolsüz stratejilerin ve yanlış muhasebelerin, dehşet neticeler doğuracak şekilde devletlerarası çatışmayı yeniden şekillendirdiğine tanıklık ediliyor. Günümüzde kesin savaş kurallarından ve savaş ile barış arasındaki keskin ayrımdan uzaklaşan belirgin bir eğilim gözlemleniyor. Bu bir doktrin olmaktan çok savaş ile barış arasındaki sınırların giderek belirsizleştiğini gösteriyor. Savaş alanının askeri olmayan araçlarla hazırlanması ve ulusal gücün bu tür unsurlarla pekiştirilmesi, savaşın doğası ve stratejik yaklaşım açısından kritik yorumları da beraberinde getiriyor.
Neticede dünya çapında askeri yapılanmalar, siyasi ittifakların haritasını değiştiriyor ve milli savunmaları hususunda egemenlik konusunu yeniden düşünmeye sevk ediyor. ABD’nin, Rusya ve Çin’in yakınlarındaki bazı batı yanlısı ülkelere sunduğunu ima ettiği ancak resmi bir bağlayıcılığı bulunmayan askeri garantiler, bu devletleri ciddi bir güvenlik belirsizliği içine itiyor. Bu durum hem caydırıcılığı zayıflatıyor hem de bölgesel istikrarsızlığı körükleyerek söz konusu ülkelerin stratejik hesaplamalarını daha karmaşık hale getiriyor. Öyleyse gerçek güç, aktörler arası karşılıklı bağımlılıkları kontrol etmektir. Artık sadece bir coğrafyayı fethetmek yetmiyor. Aynı zamanda müzakere etmek ve inandırmak gerekiyor. Bu da “olanaksız barış, ihtimal dışı savaşı” doğuruyor.