İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan 29 Eylül 1954 tarihinde İran’ın Türkiye sınırındaki Batı Azerbaycan iline bağlı Mahabad’da dünyaya geldi. Başarılı bir kalp cerrahı ve eski sağlık bakanı Pezeşkiyan’ın soyadındaki Pezeşk kelimesi Farsçada “doktor”, “hekim” anlamına gelir. Sondaki -yan eki ise bir soyada geldiğinde “doktoroğlu”, “doktorla ilgili olan”, “doktordan gelen” anlamına gelir. Bu ek bir soyadı içinde kullanıldığı için “doktorlar” tercümesi yanlıştır. Farsçada bu tür soyadları çok yaygındır ve genellikle ailenin geçmişte doktorluk mesleğiyle bir bağlantısı olduğunu ifade eder.
Mesud Pezeşkiyan, 1990’lı yıllarda mezunu olduğu Tebriz Tıp Üniversitesi’nin rektörlüğünü yaptı. Bu dönemde, tıp eğitimi ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi konusunda önemli projelere imza atan Pezeşkiyan, Muhammed Hatemi döneminde önce Sağlık Bakan Yardımcılığı, ardından Sağlık Bakanlığı görevlerinde bulundu. Gerek rektörlüğü döneminde gerek bakanlığı döneminde sağlık hizmetlerinin kırsal bölgelere yayılmasını teşvik eden programlar başlattı. Öyle ki bunun bugün cumhurbaşkanı olmasına giden yolu açan bir faaliyet olduğunu belirtmek gerekir. Zira muhafazakar adaylara oy veren kırsal kesim, Pezeşkiyan’ı o günlerden tanımakta ve onun o günlerde ve sonraki siyasi hayatında kırsala yönelik yaptığı yatırımların farkında bu da seçmenin oy davranışına ciddi etki etti.
Pezeşkiyan’ın aile hikayesi de İran’da çokça konuşulur. Kendisi gibi doktor olan eşini 1994 yılında bir trafik kazası sonrasında kaybetmiştir. Bu kaybın ardından Pezeşkiyan hiç evlenmemiş ve çocuklarını kendisi yetiştirmiştir. Kızı Zehra seçim kampanyası boyunca yanında oldu. Pezeşkiyan’ın geçmişinde yolsuzluk iddialarının olmaması, sicilinin özellikle rakibi Kalibaf’a kıyasla temiz olması gibi konular onu bu seçimlerde öne geçiren başka etkenlerden oldu. Bu yazıda yaşanan seçim sürecinin analizinden öte ülkemizde sıklıkla vurgulanan Mesud Pezeşkiyan’ın Türklükle alakalı söylemlerinin arka planından kısaca bahsetmeye çalışacağım.
Mesud Pezeşkiyan’ın Türkçe konuşması ve Türklük vurgusu Türkiye’de oldukça gündem oldu. Genel olarak İran’daki Türklere karşı Türkiye’de bir ezber bulunmakta ve bu ezber sebebiyle İran’da Türkçe konuşan bütün siyasi liderler Türkiye’de gündem olmaktalar. Örneğin Türkiye’dekinin aksine gerek reformist cenah gerek muhafazakar cenah tarafından ağır bir şekilde eleştirilen ve uzun süredir sistem dışında kalan eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Türkiye’de, İran’dakinden daha popüler ve bu derece tanınır olmasının en büyük sebeplerinden biri özellikle Türkiye ile olan ikili toplantılarda yer yer Türkçe konuşmasıdır.
Ülkemizde, İran’da 40 milyon Türk’ün olduğu ve hepsinin bağımsızlık için deyim yerindeyse “yanıp tutuştuğu”na dair bir ezber bulunuyor. Öyle ki birçok kişi İran’dan her bahis açıldığında “İran’da 40 milyon Türk var” ifadesiyle söze başlamakta. Ne var ki sahaya çıkan herkesin net bir şekilde gözlemleyeceği üzere İran Türkleri, sanılanın aksine “İranlılık” kimliğiyle oldukça barışık durumdalar. Zira kendilerini İran’ın sahibi ve hatta kurucu unsuru olarak görüyorlar. İran tarihinin son bin yılında var olan hemen her şeyi kendileri için bir gurur kaynağı sayıyorlar. Türkçeyi devlet dairelerinde, sokakta veya zaman zaman televizyonlarda/radyolarda duymak mümkün. Ancak Farsça her daim İran’da hüküm sürmüş tüm devletlerin resmi dili olmuştur.
İran’da “Türkçe” denilince akla İstanbul Türkçesi değil, orada konuşulan Azerbaycan Türkçesi gelmektedir. İranlılar için Türkiye’de konuşulan dilin adı “İstanbulî”dir. Ayrıca İran’da “Türk” denilince akla yine Türkiye Türkleri değil, Azerbaycan Türkleri gelmektedir. Bu sebeple Türk-İran ilişkisi ayrı, Türkiye-İran ilişkisini ayrı konulardır. Pehlevi döneminde Fars milliyetçiliği ve Pan-İranizmin yükselişiyle birlikte Türklere karşı baskılar yükselmiştir. İnsanlar Farsça konuşmaya zorlanmış ve baskılar uygulanmaya başlanmıştır. Bu baskılar İran’da Pan-Türkist akımların güçlenmesine ve ülkede hızla zemin kazanmasına sebep olmuştur.
İran’daki Türkçülüğün dinamikleri Türkiye’dekinden gerek tarihsel gerek felsefi gerekse sosyolojik anlamda oldukça farklı dinamiklere sahip. İran’daki Türkçülüğü besleyen birçok faktör var ve her biri başka bir matematiğe dayanıyor. Öncelikle İran Türklerinin büyük bir kısmı için her ne kadar dillerinden ve kimliklerinden taviz vermeseler de İran’ı kendi vatanları olarak gördüğünü söylemek çok da yanlış olmaz. Zira gerek ilim havzalarında gerek devlet sistemi içerisinde binlerce Türk soylu kişi bulunmaktadır ve İran yönetiminde üst seviyede yönetici pozisyonundadırlar. Devrim Muhafızları Ordusu ve ona bağlı olan Besic teşkilatında da binlerce Türk soylu kişinin varlığından bahsedilebilir.
İş dünyası açısından da bu böyledir. İranlılar arasında Tebrizliler, ticaretteki başarılarıyla anılmaktadırlar. Ticaret adeta Tebrizlilerin elindedir. Ülkedeki büyük girişimlerin arkasında genellikle Tebriz kökenli iş insanları vardır. Bu durum ürünlere verilen isimlerde de görülebilir. Örneğin ülkenin en büyük meyve suyu üreticisinin adı “Sen-İç”tir. Keza en önemli otomatik kapı markasının adı da “Açılan-Door”dur. Ülkede Tebrizlilerin bu ticari başarıları hakkında çok sayıda şaka ve fıkra da bulunmaktadır. Pan-Türkist düşünceye sahip kişiler Farsların bu şakaları, Türklerin başarısını çekemediklerinden yaptıklarını söylerler. Özetle Türklerin İran’da tamamen dışlanmış ve ötekileşmiş bir topluluk olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Sisteme tamamen entegre bir yapı vardır. Bu yapının içinde çeşitli seviyelerde ayrılıkçı görüşlere sahip gruplar vardır. Ancak bu görüşlere sahip kişilerin düşünceleri de temelsiz değildir.
Ülkede Pehlevi dönemiyle birlikte günden güne şiddetlenen bir Türk-Fars çatışması bulunuyor. Bu çatışma İran müesses nizamı ve İran basını içerisindeki Fars milliyetçisi grupların Türkleri yok sayması, hakaretler etmesi ve hor görmesi ile dönem dönem alevlenmekte ve azımsanmayacak bir kitlede İran Devletine ve yöneticilere karşı bir reaksiyona neden oluyor. Bu perspektife göre “Azerbaycan Türkü” diye bir şey yok. Oradakiler de başka bir İranî kavim olan Azeriler ve zaman içinde Türkleşip kendi öz kimliklerini unutmuşlardır. Fars milliyetçisi düşünceler İran müesses nizamı içinde yadsınamayacak bir güçte ve bu sebeple zaman zaman bölge halkına yönelik bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Bu da bölgede Farsçaya ve Farslara karşı reaksiyonel bir milliyetçiliğin yükselmesine sebep olmuştur. Türklerin tepkisini bu bağlamda okumak gerekiyor.
İran’da herhangi bir Türk’le Farsça konuşmaya çalıştığınızda sizin Türk olduğunuzu anladıkları an Farsça konuşmayı kesip “kendi dilimizi konuşalım” yanıtını alırsınız. Zira dil konusu 20. yüzyıl boyunca yapılan uygulamalar sebebiyle aşırı hassas bir hal almış durumda. Keza Erdebil’de Urmiye’de Farsça konuşmalara cevap vermeyen esnaf bulmanız çok olasıdır. Ancak yine de bütün bunlar bu grupların İran Devletine doğrudan düşman olduğu anlamına gelmiyor. Zira aynı kitle Şah İsmail başta olmak üzere kendi tarihleriyle gurur duyuyor ve İran’daki medeniyetin inşasını kendilerinin sağladığını iddia ediyorlar. Aralarında, Farsların bu medeniyete hiçbir katkısı olmadığı iddiasında olanlar da az değil. Özetle İran’da yaşanan şey temelde yükselen Fars milliyetçiliğine karşı gelişmiş reaksiyonel bir tavır. Zira “Türkler” ve “Türklük” bu Fars milliyetçisi gruplar tarafından sürekli olarak hakarete uğruyor. Öyle ki “Gerçekten Türk” ifadesi bu gruplar tarafından hakaret anlamı taşıyor ve “kafası basmayan”, “akılsız” kimseler için kullanılıyor. Tüm bunlar İran devletine bir düşmanlıktan öte Farsların “Siz Türk değilsiniz” vurgusuna karşı yükselen “Hayır ben Türküm” cevabıdır.
İran Türklerini Pan-Türkizme yaklaştıran konulardan birisi de İslam Cumhuriyeti’ne karşı olan tepki. Daha seküler bir yaşam tarzını benimsemiş ve İran İslam Cumhuriyeti’ne muhalif olan Türk nüfus içerisinde de İslam Cumhuriyeti’ne karşı yapılan muhalefet Pan-Türkizm çatısı altında yapılıyor. Burada doğrudan sisteme karşı bir duruş söz konusu. Ancak İran bir gün tekrar seküler bir görünüm alırsa bu grupların ayrılıkçı arzularını sürdürmek isteyip istemeyecekleri şüpheli. Bir diğer grup ise Fars ile hiçbir şekilde bir arada olunmaması gerektiğini, Azerbaycan’ın bütün ve bağımsız olması gerektiğini savunuyor. Hayatı ve düzeni oturmuş olan Türk nüfus içerisinde bu söylemlere karşı bir mesafe bulunuyor. Keza İran devletinin bu kitleye karşı olan sert tutumu da insanları bu söylemlerden uzaklaştırmakta.
Son olarak İran Türkleri içinde Türkiye'deki milliyetçilerin buradaki Türklere olan ilgisinden yararlanarak İran’daki durumu çarpıtmak suretiyle siyasi ve kişisel çıkar sağlamaya çalışan bir grup olduğunu da belirtmek gerekiyor. Bu gruba göre “İran’daki bütün Türkler Fars rejimi altında zulüm görüyor ve bağımsızlık için Türkiye’nin desteğini bekliyor.” Bu oldukça yanlış bir yaklaşım zira yukarıda da belirtildiği üzere oradaki Türklerin büyük kısmı kendisini İran Devletinin kurucusu ve sahibi olarak görüyor.
Mesud Pezeşkiyan’ın Türklük vurgusu işte bu bağlamda okunmalıdır. Pezeşkiyan “Ben Türküm” derken İranlı olmayı reddetmiyor. Çünkü İran’da Türklüğü kabul etmek İranlılığı reddetmek anlamına gelmiyor. “İran” ülkedeki 30’u aşkın etnik unsur için bir üst kimlik ve Farslar bu etnik unsurlardan sadece birisi. Zaten Pezeşkiyan zannedildiği gibi “Türkçü” olsaydı bırakın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığının sistem tarafından onaylanmasını, ülkede doktorluk dahi yapamazdı. Pezeşkiyan’ın rakipleri de kendisini Pan-Türkist olmakla suçluyor ve bölücü yaftası yapıştırıyorlar. Pezeşkiyan’ın nevi şahsına münhasır ve birçok konuda cesur söylemlere sahip bir figür olduğu bir gerçek. Ancak onun söylemleri “Türklerin İran’ın asli unsuru olduğu” fikri temelinde yükseliyor. Ayrılıkçı yahut milliyetçi temelde bir söylemi olsaydı sistemin tam merkezinden bu makama gelmesi kesinlikle mümkün olmazdı.