
Soykırımcı İsrail, cezaevlerinde işkence yasağını, çocuk koruma sözleşmesini, savaş esirleri protokolünü ve yaşam hakkı gibi tüm uluslararası hukuk kurallarını yıllardır sistematik olarak ihlal ediyor. İşkence merkezlerine dönüşen cezaevleri artık sadece tutukluların değil, insanlığın vicdanının da gömüldüğü yerler haline gelmiş durumda.
ABD Başkanı Donald Trump’ın, Gazze’deki İsrail soykırımını durdurmak için açıkladığı, Türkiye başta olmak üzere Katar ve Mısır’ın arabuluculuğunda kabul edilen ateşkes planının ilk aşamasıyla ilgili adımlar devam ediyor. İsrail’in Gazze’de iki yıldır sürdürdüğü soykırımın ardından üzerinde anlaşılan hatta çekilmesiyle, Filistinlilerin Kuzey Gazze’ye dönüşleri sürerken insani yardımların girişleri de başladı. Bölgede ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılanan ama kırılganlık riskleri de taşıyan planın en öncelikli başlıklarından birini ise esir takası oluşturuyor.
Hamas’ın elindeki, hayatta olan ya da olmayan 48 esirin iadesine karşılık, İsrail’in cezaevlerinde tutulan müebbet hapse çarptırılmış 250 tutuklu ile Gazze’de tutuklanmış 1.700 Filistinlinin serbest bırakılma süreci devam ediyor. Son esir takası, İsrail hapishanelerinde artan Filistinli mahkum sayısını ve işkence vakalarını yeniden gündeme taşıdı. Gazze’de uyguladığı soykırımla, çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 67 binden fazla masum insanı hayattan koparan İsrail, cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda tuttuğu binlerce Filistinliye de ağır işkenceler uyguluyor.
KARARTILAN HAYATLAR
BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşların, Kızılhaç’ın ve insan hakları örgütlerinin cezaevlerine erişimi engellenirken, İsrail’in buralardaki işkenceleri sessiz ama sistematik biçimde sürüyor. Paylaşılan resmî veriler çarpıtılıyor, ölüm nedenleri gizleniyor, “güvenlik” bahanesiyle raporlar karartılıyor. Bu yıl itibarıyla İsrail hapishanelerinde 11 bin 100’ün üzerinde Filistinli tutuklu bulunuyor. Bunların en az 400’ü çocuk, 350’si kadın, yüzlercesi de hiçbir suçlama olmaksızın “idari tutuklama” statüsünde, yani yargısız biçimde hapsedilmiş durumda. İsrail, “gizli delil” bahanesiyle savunma hakkını ortadan kaldırıyor; avukatlara bile dosyalara erişim izni verilmiyor.
7 Ekim sonrasında tutuklamalar yaklaşık iki katına çıkarken, İsrail’in gözaltı işlemleri ise Filistinlileri yıldırmak için acımasızca uygulanan yaygın bir yönteme dönüştü. İsrail bazı dönemlerde günde 100’ü aşkın gözaltı gerçekleştirdi; Filistinlilere yönelik acımasız uygulamaları, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalardan ibaret değil. En ağır işkenceler nedeniyle İsrail cezaevlerinde bugüne dek 46’sı Gazze’den olmak üzere 78 Filistinli hayatını kaybetti. Son kayıplarla birlikte 1967’den bu yana hapishanelerde ölen Filistinli sayısı 315’e ulaştı. Ölüm sebepleri tıbbi bakım hakkından mahrumiyet, aşırı işkence ve aç bırakma olarak kayıtlara geçti; ancak hiçbiri yargı nüne taşınmadı.
İŞKENCE LABORATUVARLARI
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi (OHCHR), Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) ve Filistin İnsan Hakları Merkezi (PCHR) gibi birçok kuruluşun raporları, İsrail’in cezaevlerini işkencenin devlet laboratuvarları haline getirdiği gerçeğine işaret ediyor. Yüzlerce tanığın anlatımıyla hazırlanan raporlarda, İsrail cezaevlerindeki işkencelerin bireysel suçlar değil; devlet eliyle işlenmiş, sistematik insan hakları ihlalleri olduğu vurgulanıyor. İsrail, hapishanelerde ve özellikle askeri kamplarda ağır baskı, istismar, fiziksel ve psikolojik şiddet, aç bırakma ve kasıtlı tıbbî mahrumiyet gibi çeşitlilik gösteren birçok işkence yöntemini imha ve soykırım politikası olarak acımasızca uyguluyor.
Uykusuz bırakma, çocuk bezi bağlanarak zorla çıplak bırakma, tırnak çekme, elektrik verme, cinsel taciz ve tecavüz tehdidi gibi insanlık dışı uygulamalar artık İsrail cezaevlerinde sıradan sorgu yöntemleri haline gelmiş durumda. Müziğin ve suyun bile bir işkence aracı olarak kullanıldığı cezaevlerinde, kafes benzeri bölümlerde tutulan mahkumlardan bazıları günlerce zincire vurularak tavana bağlanıyor. Tüm bu işkence yöntemlerinin en ağırlarından birini ise saldırgan köpeklerle mahkûmlara yapılan acımasız saldırılar oluşturuyor. Çeşitli raporlara yansıyan birçok mağdur ifadesi, İsrail cezaevlerinin insan iradesinin sınandığı işkence merkezleri haline geldiğinin en açık göstergesi.
ORTA DOĞU’NUN GUANTANAMOSU: SDE TEIMAN
İsrail, Gazze saldırılarını gerekçe göstererek “ulusal güvenlik” adı altında sivilleri dahi askerî merkezlerde alıkoydu. Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün dahi erişimi engellenen Sde Teiman askerî üssünde yüzlerce Filistinlinin insanlık dışı koşullarda tutulduğu belgelenmiş durumda. Birçok tutuklu, İsrail’in güneyindeki Sde Teiman askerî üssünü “Ortadoğu’nun Guantanamo’su” diye tanımlıyor. Burada insanlar askerî statüyle, yargı denetimi dışında, bazen haftalarca çıplak halde tutuluyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), buradaki işkenceleri “akıl almaz” diye niteliyor; en az 36 kişinin burada öldüğü belgelenmiş durumda. Ketziot, Megiddo, Ofer ve Damon cezaevleri de benzer kötü şöhrete sahip cezaevlerinden bazıları. Tutuklular arasında bu yerler “ölüm kampları” olarak anılıyor. Damon Cezaevi’nde tutulan kadın mahkûmlar, erkek gardiyanların geceleri hücre kapılarını açarak “kontrol” bahanesiyle tacizde bulunduğunu defalarca anlattı.
ÖNCELİKLİ HEDEF: ÇOCUKLAR
İsrail’in yıllardır acımasızca uyguladığı yıldırma stratejisinin ilk hedefi ise Filistinli çocuklar. Yaşları 12’ye kadar inen çocuklar, İsrail ordusunun kararıyla altı aylık sürelerle süresiz biçimde cezaevlerinde tutulabiliyor. İsrail, dünyada çocukları elleri kelepçeli şekilde sorgulayan, askerî mahkemelerde yargılayan tek ülke. En yaygın suçlama: taş atmak. Bu sıradan eylem için bile çocuklar, İsrail askerî yasalarına göre 20 yıla kadar hapis cezası alabiliyor. Her yıl ortalama 500 ila 700 çocuk, taş atmanın yanı sıra slogan atmak ve sosyal medya paylaşımlarında bulunmak gibi basit gerekçelerle tutuklanıyor.
Bugün 400’ün üzerinde çocuk hala İsrail hapishanelerinde tutuklu durumda. Birçoğu avukat desteğinden yoksun şekilde, yargılanmadan ve suçsuzluğu kanıtlanmadan tutuluyor. Çocukluğunu yaşayamadan İsrail’in zulümleriyle karşılaşarak sağlığını kaybeden 13 yaşındaki Ahmed Manasra’nın hikayesi, bu işkencelerin en acı simgelerinden biri oldu. Tıpkı Gazze’de soykırım başladığında cezaevinde İsrail’in gözetimi altında şehit edilen ilk genç olan 17 yaşındaki Velid Ahmed gibi.
VİCDANLARIN DİRİ DİRİ GÖMÜLDÜĞÜ HÜCRELER
Soykırımcı İsrail, cezaevlerinde işkence yasağını, çocuk koruma sözleşmesini, savaş esirleri protokolünü ve yaşam hakkı gibi tüm uluslararası hukuk kurallarını yıllardır sistematik olarak ihlal ediyor. İşkencehanelere dönüşen İsrail cezaevleri artık sadece tutukluların değil, insanlığın vicdanının da gömüldüğü yerler haline gelmiş durumda. Filistinliler bir yandan Gazze’de sona eren saldırıların buruk mutluluğunu yaşarken, diğer yandan İsrail cezaevlerinde devam eden işkencelerin bitmesi için tüm insanlığın ve uluslararası kuruluşların harekete geçmesini bekliyor.
Kalıcı barış ve gerçek adalet, ancak İsrail’in, Gazze’de uyguladığı soykırımın ve cezaevlerindeki acımasız işkencelerinin hesabını uluslararası hukuk önünde verdiği zaman mümkün olacak. Aksi takdirde İsrail’in Gazze’deki soykırımı ve cezaevlerinde uyguladığı işkenceler, insanlık vicdanında ve tarihin sayfalarında kara bir leke olarak yerini almayı sürdürecek.