Suriye’de yaklaşan Türkiye-İsrail hesaplaşması

04:001/04/2025, Salı
G: 1/04/2025, Salı
Yeni Şafak
Fotoğraflar: Arşiv
Fotoğraflar: Arşiv

İsrail, saldırganlığını ve yayılmacılığını güvenlik endişeleri iddiasıyla perdeleyerek Suriye’de Esed rejimi döneminde sahip olduğu lüksten vazgeçmek istemiyor. Dolayısıyla sınır komşusu ülkelere istediği gibi saldırabilme, işgal edebilme ve katliam yapabilme ayrıcalığından kendisini mahrum edecek Türkiye gibi aktörlerin bölgede güçlenmesini ve askeri varlık göstermesini engellemeye çalışıyor.

Ahmet Arda Şensoy - Doktorant, Nottingham Üniversitesi

İsrail, Esed rejiminin devrilmesi sonrası yeni dönemde Suriye’ye yönelik havadan ve karadan saldırılarını sürdürüyor. Her ne kadar Suriye’yi yakından takip edenler için İsrail’in Suriye’ye yönelik hava saldırıları yeni bir haber olmasa da Suriye Devrimi sonrası İsrail’in saldırılarının arkasında farklı bir hesap olduğu da görülüyor. İç savaş boyunca Suriye’deki Hizbullah ve Şii milislere yönelik saldırılarını sürdüren İsrail, devrim sonrası yeni Şam yönetiminin kontrolüne geçen askeri üsler ve ekipmanları vurmaya ağırlık verdi. Bunun yanı sıra 1974’teki İsrail-Suriye anlaşmasıyla Golan’da tesis edilen tampon bölgeyi de karadan işgal ederek Şam üzerindeki baskısını artırdı.

İsrail’in saldırılarının arkasındaki mantığı anlamak için konuyu siyasi ve askeri olarak ayrı ayrı ele almanın yanı sıra devrim sonrası Suriye jeopolitiğinin yeni dinamiklerini de incelemek gerekiyor. Diğer yandan İsrail’in hedef aldığı askeri üslerin Türkiye’nin Suriye ile yapacağı askeri iş birliği anlaşması sonrası TSK’nın yerleşmesi muhtemel üsler olması da İsrail’in niyetini en baştan ele veren bir nokta oluyor. Tüm bunların ışığında Suriye sahasında İsrail’in yayılmacı politikalarının bir İsrail-Türkiye hesaplaşmasının zeminini oluşturduğu görülüyor.


ESKİ YÖNTEMLER YENİ NİYETLER

İsrail, son olarak 21 ve 25 Mart’ta Suriye’de T-4 ve Palmira’daki askeri üslerin yanı sıra Lazkiye’deki limana yönelik hava saldırıları gerçekleştirdi. Bunun yanı sıra Golan çevresinde karadan yeni işgal ettiği bölgelerde de askeri operasyonlarını sürdürüyor. Ancak özellikle askeri üslere yönelik saldırılarda uçak pistlerinin ve hangarların hedef alınmasıyla Suriye’nin düzenli orduya sahip olmaya dair altyapısının yok edilmesinin hedeflendiği görülüyor. Esed rejimi döneminde sivil halkın katledilmesi için kullanılan bu askeri yeteneklerin yeni Şam yönetiminin eline geçmesi sonrası İsrail’in bundan rahatsız olduğu söylenebilir.

Ancak konunun bir de bölgesel jeopolitiğe bakan yönü bulunuyor. Yerel kaynaklar ve uluslararası basının son dönemde dile getirdiği gibi bu üslerin TSK’nın muhtemel konuşlanacağı üsler olması sebebiyle İsrail’in bu saldırıları ciddi bir anlam kazanıyor. Yine de kamuoyunda ve özellikle Batı basınında bu gündem, İsrail’in Suriye’de artan Türk askeri varlığına karşı önleyici saldırı olduğu ve İsrail’in bu denklemde savunmacı bir pozisyona sahip olduğu fikri üzerinden tartışılıyor. Bu anlatıda İsrail Suriye’den ve Türkiye’den tehdit algılayan ve bunun gereğini yerine getiren savunmacı bir aktör gibi gösterilirken sahadaki gerçek ise bunun tam tersi. İsrail tıpkı Gazze veya Lübnan’da yaptığı gibi işgal ve katliamlarını bir güvenlik tehdidine karşı meşru ve mecbur bir hareket gibi göstererek kendisine müdahale alanları açmaya çalışıyor. Dolayısıyla bu noktada İsrail Suriye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturan tarafken Türkiye ise Suriye ile yapacağı askeri iş birliği anlaşması ile Suriye ordusunun eğitim ve teçhizat gibi konulardaki konvansiyonel kabiliyetlerini artırmayı ve böylece Suriye’de istikrarı sağlamayı hedefleyen aktör konumunda.

Bu aşamada İsrail saldırılarının yeni olmasa da niyetlerinin yeni olduğu söylenebilir. Birinci amaç Şam’ın düzenli orduya ve dolayısıyla ulusal güvenliğini sağlayabilecek konvansiyonel bir kabiliyete sahip olmasını engellemek. Bu amacın önündeki en büyük engel ise Şam’a sağlayacağı güvenlik şemsiyesi ve askeri kabiliyetleri ile Türkiye. Bu da İsrail’in Suriye’de Türkiye karşıtı pozisyonunu açıklayan birinci nokta. Askeri alanın dışında, siyasi olarak da Şam’ın merkezi otoriteyi tesis eden üniter bir devlet formuna kavuşmasının engellenmesi de İsrail’in amaçlarından biri olarak duruyor. Bu doğrultuda terör örgütü PKK/YPG’ye verilen destek ile Suriye’nin bölünmüş ve iç karışıklıklara sahip yapısının İsrail’in saldırılarına ve işgaline alan açacağı düşünülüyor.


ESED REJİMİ DÖNEMİNDE SAHİP OLDUĞU LÜKSTEN VAZGEÇMEK İSTEMİYOR

Dolayısıyla İsrail, saldırganlığı ve yayılmacılığını güvenlik endişeleri iddiasıyla perdeleyerek Suriye’de Esed rejimi döneminde sahip olduğu lüksten vazgeçmek istemiyor. Yani İsrail, sınır komşusu ülkelere istediği gibi saldırabilme, işgal edebilme ve katliam yapabilme ayrıcalığından kendisini mahrum edecek Türkiye gibi aktörlerin bölgede güçlenmesini ve hatta askeri varlık göstermesini engellemeye çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’deki herhangi bir askeri varlığının bu ayrıcalığını elinden alma riskinden dolayı bunu bir güvenlik tehdidi gibi kodluyor. Diğer yandan neo-Osmanlıcılık gibi söylemleri de Türkiye’nin yayılmacı olduğu izlenimini vermek ve İsrail’in güvenlik endişesine sahip olan taraf olduğu algısını güçlendirmek için hem basında hem de akademik metinlerde sıkça kullanıyor.

Veya Erdoğan’ın iç politikada destek almak için İsrail’le bir gerilimi tırmandırdığı söylemi Batı çevrelerinde ve Türk muhalefetinde yaygın bir anlatıyken, Netanyahu’nun Siyonist kabinesini tutmak için İsrail’i sonsuz savaş döngüsüne soktuğu ve savaşın durduğu bir şartta hem kendisinin ülke içindeki yargılanmalarının devam edeceği hem de koalisyonunun dağılarak erken seçimde iktidarı kaybedeceği aşikâr. Tam da bu yüzden hâkim anlatının aksine, Suriye’de İsrail yayılmacı ve işgalci bir konumdayken, Türkiye’nin ise Şam ile koordineli bir şekilde ülkede istikrar üretmek ve terör örgütü işgalini bitirmek için hareket ettiği yadsınamaz bir gerçek.


ANKARA ŞAM İÇİN NE YAPABİLİR?

Bu noktada İsrail saldırılarına ve işgaline karşı Şam’ın oldukça zor durumda olduğunu da belirtmek gerekiyor. İç savaştan bakiye sayısız sorun, harap olmuş altyapı ve henüz çözülememiş PKK/YPG işgali meselesi düşünüldüğünde Şam’ın İsrail’le mücadele üzerine bir politika kurması oldukça zor görünüyor. Devrim sonrası Şam’ın dış politikadaki birincil önceliği olan ekonomik yaptırımların kaldırılması da Şam’ın keskin adım atmasını engelleyen bir durum olarak görünüyor.

Bu şartlarda Şam, İsrail yayılmacılığına karşı müttefiklik ilişkileri geliştirerek bir politika inşa etmeye çalışıyor. Türkiye Suriye arasındaki muhtemel askeri iş birliği anlaşması da tam olarak bu noktada öne çıkıyor. Buna göre Suriye, eski muhalif grupların düzenli bir ordu yapısına dönüştürülmesi için TSK’dan askeri eğitim yardımı almayı planlarken, TSK’nın Suriye’de konuşlanması ile de güvenlik şemsiyesine kavuşmayı arzuluyor. Şam’ın içerisinde bulunduğu ekonomik zorluklar da Türkiye’den bir askeri alım yapmayı zorlaştırırken TSK’nın bilfiil varlık göstermesiyle de konvansiyonel kabiliyetlerin yerinin doldurulması amaçlanıyor. Yine de Türkiye’nin hava kuvvetlerinin Şam çevresindeki askeri üslerde konuşlanması, muhtemel hava savunma sistemleri transferi ve askeri eğitimlerin başlaması için ciddi bir planlamanın gerektiğini, İsrail saldırısı sonrasında da adı geçen üslerde önemli bir yeniden inşa faaliyetinin zorunlu olduğunu belirtmek gerekiyor.

Türkiye açısından ise Şam ile kurulacak böyle bir ilişki farklı amaçlara işaret ediyor. İlk olarak Türkiye, iç savaş sırasında bile Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan politikasının bir devamı olarak üniter, istikrarlı ve terörden arındırılmış bir Suriye’nin Türkiye’nin ulusal güvenliğine katkı yapacağını düşünüyor. Bunun için de iç savaş sırasında yapılan askeri harekatlar gibi iç savaş sonrasında da resmi askeri varlık bulundurarak terörle mücadele, iç istikrar ve sınır güvenliği gibi konularda etkin adımlar atmayı planlıyor.


KATAR MODELİ

Bu noktada Türkiye için Suriye’de askeri varlık bulundurmak ve hatta bu varlığın Şam çevresine kadar inecek olması, Türkiye ile Suriye arasında Katar benzeri bir askeri ve siyasi ilişki modelinin geliştirilmeye çalışıldığını işaret ediyor. Bilindiği gibi Türkiye’nin Katar’la politik olarak oldukça yakın ilişkileri ve oldukça paralel ilerleyen dış politikalarının yanı sıra Katar’daki askeri üs ile Katar’ın ulusal güvenliğine büyük bir katkıda bulunarak müttefikine istikrar üretici bir ilişki modeli kurduğu söylenebilir. Aynı ilişkini farklı boyutlarda Azerbaycan ve Somali ile de kurulduğu da düşünülürse Türkiye’nin halihazırda asker bulundurduğu ve en uzun sınıra sahip olduğu komşusu Suriye’de bunu yapmasının önünde hiçbir engel görünmüyor.

Türkiye’nin Suriye ile askeri iş birliğinde birinci önceliği ise Şam’ın konvansiyonel kabiliyet eksiğini TSK’nın varlığıyla giderirken, eski muhalif unsurların düzenli ordu eğitimleri görmesi, ancak asimetrik kabiliyetlerinin artırılması olacaktır. Bu doğrultuda İsrail’in çabalarının ise TSK yerleşmeden askeri altyapıyı mümkün olduğunca yıpratmak olduğu gibi TSK’nın sahaya girmesi sonrası ise istihbarat faaliyetleri olacaktır. Bu anlamda İsrail, Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı askeri yardımlar, yeni orduya vereceği eğitimler ve Suriye’deki TSK konuşlanmasının kapsamı hakkında oldukça kapsamlı bir istihbarat elde etme çabası içerisinde olacaktır. Ve bu çaba uzun yıllar devam ederek yine dolaylı olarak aktörlerin karşı karşıya gelmesine sebep olacaktır. Türkiye’nin yüksek teknoloji gerektiren savunma sanayii ürünleri sayesinde artan kabiliyetleri oyun değiştirici olacak olsa da Türkiye’nin de hem bu sistemlerin seri üretimi hem de Suriye’de konuşlanması için zamana ihtiyacı olduğunu da unutmamamız gerekmekte.

İsrail’in ise Netanyahu’nun siyasi geleceğini garanti altına almak için Gazze’deki ateşkesi bitirme oyunları ile ABD başkanı Trump’ın konuyu hızlıca kapatma arzusu arasında savrulurken Suriye’de Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyeceği aşikâr. Dolayısıyla aktörler arasındaki Suriye mücadelesi önümüzdeki süreçte dolaylı, asimetrik ve politik bir mücadele olarak devam edecek, yerel vekil unsurlar üzerinden bazı sıcak karşılaşmalar yaşanacaktır. Ancak bu gerilimin kapsamlı bir savaşa dönüşme olasılığı kısa ve orta vadede pek de muhtemel görünmemektedir.


RUSYA’NIN GERİ DÖNÜŞÜ ZOR

Sonuç olarak İsrail’in mevcut saldırılarını devam ettireceği, politik alanda ise Trump üzerinden PKK/YPG kartını oynamaya çalışacağı, diğer taraftan ise TSK’nın varlığına karşılık Rusya’nın Şam ile bir anlaşma yaparak Suriye’ye askeri olarak geri dönmesi için diplomatik bir çaba içerisinde olacağı beklenmelidir. Yine de Ukrayna savaşı devam ettiği müddetçe Rusya’nın Suriye’ye girişi zor göründüğü gibi, Trump’ın da tüm iddialı sözlerine rağmen ne Ukrayna’da ne de Gazze’de somut bir sonuç üretmeyen politikaları düşünüldüğünde, Suriye bu aktörler için birincil öncelik olmaktan oldukça uzak olacaktır. Ne olursa olsun İsrail’in Suriye’de attığı adımlar ters tepmeye mahkûm. İsrail’in her saldırısı Şam’ı daha fazla Ankara’ya yakınlaştırdığı gibi Ankara’nın da İsrail tehdidini daha net görmesine ve buna göre politikalarını şekillendirmesine sebep olacaktır.


#Suriye
#Türkiye
#İsrail