ABD’deki başkanlık yarışının bir parçası olarak geçtiğimiz hafta Donald Trump ile Kamala Harris arasındaki tartışma programının etkileri devam ediyor. Tartışmayı kimin kazandığı, Trump’ın göçmen karşıtı söylemleri ve hatta göçmenlerin evcil hayvanları yediği gibi iddialar ana gündem konuları olmuş gibi. Tartışmanın dış politika gündemi ise, tarafların İsrail’e kimin daha fazla destek vereceği gibi Amerikan iç politikasına dönük söylemleriyle sınırlı kaldı. Yine de tarafların dış politik yaklaşımlarını ve özellikle Orta Doğu konusundaki fikirlerini incelemek, muhtemel başkanlıkları sürecinde yürütmeyi planladıkları politikaları anlamak açısından oldukça faydalı olacaktır.
Hemen en başta söylemek gerekirse, genel olarak bu başkan adayları tartışmaları Amerikan kamuoyu için dikkatle takip edilen bir konu olsa da yüklenen anlamı doğru anlamak gerekiyor. Taraflardan beklenen şey başarılı bir performans sergilemeleri olsa da bu performansın iyi bir lider profili ve tutarlı politika önerileri ortaya koymaktan öte bir TV yıldızı veya bir sahne performansı şeklinde olduğunu unutmamak gerek. Buna bir de Trump gibi siyasi geçmişi kısıtlı olmasına karşın başarılı bir demagog olan ve geçmişte sık sık Amerikan TV’leri ve filmlerinde yer almış bir profil eklenince tartışmanın içeriği de odağı da gerekli sahne performansını sergilemek şekline dönüşüyor.
Diğer yandan iki başkan adayının da hem Amerikan kamuoyu hem de uluslararası toplum tarafından tanınan isimler olduğunu söylemek gerekiyor. Trump 2016-2020 arası başkanlığından, Harris ise mevcut başkan Biden’ın yardımcısı olarak yürüttüğü politikalardan hakkında yeterli veriye sahip olduğumuz isimler. Özellikle Harris’in Biden yönetiminden bakiye sorunları üstlenmemek ve Biden dışında bir lider imajı çizmek için çabalaması dikkat çekici olsa da başta Gazze meselesinde İsrail’in soykırım girişimine aktif desteğin sorumlularından olduğunu unutmamak lazım.
Peki tartışmadan adayların dış politika yaklaşımları ve özellikle Orta Doğu için ne gibi mesajlar çıktı? Taraflar kendilerinden beklenen dışında bir söylemde bulundular mı? Ve bu söylemlerle ortaya çıkan resim çerçevesinde önümüzdeki 4 yıl boyunca ABD’nin Orta Doğu politikasında yeni neler görebiliriz?
Bu seçimde ABD’nin dış politikasının, seçim gündeminin ana yönlendiricilerden biri olmadığı söylenebilir. Taraflar son yıllardaki trende uygun olarak ABD’nin iç sorunlarına ve özellikle toplumsal ayrışmanın yansıması olan konulara yönelik bir adaylık kampanyası yürütüyor. Halihazırda uluslararası sistemin en güçlü aktörü olmayı sürdüren ABD’nin dış politika gündeminin bu kadar kısır kalması ve gündeme geldiğinde ise iç politik kutuplaşmanın bir aracı haline getirilmeye çalışılması tüm dünya için kötü bir sinyal. Örneğin, son yılların en büyük tartışma konusu olan Çin ile rekabet ve ABD’nin odağının Asya Pasifik’e kayması gündemi tartışmada oldukça kısıtlı bir yer buldu. Taraflar Çin ile jeopolitik mücadele, Güney Çin denizi ve Tayvan veya Kuzey Kore gibi konuları tamamen yok sayarak yalnızca yarı iletken çip teknolojisinde Çin ile rekabet ve Çin’e yönelik gümrük vergileri konularını tartıştı. Dolayısıyla bu ilk tartışmanın hem genel trende uygun olarak Amerikan toplumundaki ayrışma noktalarına odaklandığı hem de dış politikanın ana gündem olmaması yolunu takip ettiği söylenebilir. Yine de -tekrar bir tartışma programına çıkmayacağını söyleyen Trump fikrini değiştirirse- yapılacak yeni tartışmalarda dış politikanın daha fazla gündeme gelmesini bekleyebiliriz.
11 aydır tüm dünyada olduğu gibi Amerikan dış politikasında en önemli gündem maddesi olan İsrail’in Gazze’deki katliamları ise tartışmada yine iç politik kavganın bir yansıması olarak gündeme geldi. İki taraf da İsrail’e desteğini kanıtlama yarışına girdiği halde söylemlerindeki farklılık dikkat çekti. Harris klasik liberal ezberleri tekrarladı, bir başkan adayı için zorunlu olan “İsrail’in kendini savunmak hakkı”na vurgu yaptı. Ayrıca iki devletli çözümü savunduğunu ve Filistinlilerin onurlu yaşama hakkına da değindi. Bu kâğıt üzerindeki klasik ezberler, Trump’ın diplomatik dilin dışındaki üslubu yanında makul gibi kalsa da Harris’in söylediklerinin pratik yansımasının 10 aydır Gazze’de İsrail’in soykırımına kayıtsız şartsız destek çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Harris’in İsrail’e ve Orta Doğu’ya bakışında 4 yıllık Biden döneminden farklı bir şey önermediği açık şekilde görülmekte.
Diğer yandan Trump ise her zamanki gibi sloganlar çerçevesinde imaj inşası ve diplomatik dil dışındaki üslubuyla dikkat çekti. Kendisinin başkan seçilmemesi durumunda İsrail’in iki yıl içerisinde yok olacağını iddia etmesi ve Harris’in İsrail’den nefret ettiğini savunması kendi seçmenlerini ve Yahudi seçmeni korku üzerinden etkilemeyi hedefleyen söylemlerdi. Bir diğer söylem olarak eğer kendisi başkan olsaydı 7 Ekim’in yaşanmayacağını söylemesi de kitleleri etkileyebilecek ancak bunu nasıl yapabileceği konusunda açık bir plan içermediği için altı boş bir söylem olarak öne çıktı.
Tarafların Orta Doğu hakkında kısa da olsa değindikleri diğer bir konu ise İran’a yönelik politikalar oldu. Trump ilk başkanlık döneminde olduğu gibi İran’a ve vekil unsurlarına yönelik baskıyı artıracağını ve yaptırımları ağırlaştıracağını söyleyerek daha net bir politika önerse de Harris İran ve vekil unsurlarına karşı İsrail’in güvenliğini ve kendini savunma hakkını savunduğunu söylemekle yetindi. Harris’in politikadan öte muğlak bir yaklaşım dile getirmesi ise mevcut politikanın devam etmesi ve İran’la ciddi bir karşılaşmaya gidilmeden İsrail’e maksimum desteğin verilmesini işaret ediyor.
Bu noktada Trump’ın Harris yöneticiliğinde hem İsrail’in iki yıl içerisinde yok olacağını iddia etmesi hem de Harris’i İran’a karşı yumuşak davranmakla suçlaması, Amerikan siyasi çevrelerinde bu hassas meselelere dair net bir imaj çizmesine sebep oldu. Dolayısıyla İsrail’in güvenliği ve İran’la mücadeleyi Amerikan ulusal çıkarları ve güvenliğine eşitleyerek muhtemel politik yönünü açık bir şekilde belirtmiş oldu.
Kısacası tarafların Orta Doğu perspektifleri farklılıklar barındırsa da bu farklı yollar aynı sonuca doğru çıkıyor; Orta Doğu’da daha fazla kan akması ve özellikle İran’la mücadele bahanesiyle İsrail’in çok daha pervasızca hareket etme hakkının garanti altına alınması. Günün sonunda iki adayın da kendilerinden beklendiği gibi İsrail’e destek konusunda yarışmaları Orta Doğu için hiç de iyi bir haber olarak görünmüyor. Tarafların Amerikan iç siyasetinde zaten zorunlu olan İsrail’e destek açıklamalarının da ötesinde büyük bir İsrail destekçisi pozisyonunda oldukları da açık. Trump’ın başkanlık döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması gibi İsrail yanlısı radikal adımlar atmış olması, Harris’in ise söylemde ateşkes ve iki devletli çözümü savunurken pratikte İsrail’in 11 aydır Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımın en büyük ortağı olarak yönetimde olması bu acı gerçeği gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak başkan adayları tartışması bir reality show’dan fazlası olmayarak yine adayların politikalarından çok Amerikan iç siyasetinin adaylardan beklediği söylemler ve imaj yönetimi hakkında çok fazla şey söylemiş oldu. Bu şovda figüranlar ise uzun yıllardır olduğu gibi bölgede kan ve gözyaşından başka bir şeye sebebiyet vermeyen Amerikan dış politikasının oyun alanı olarak Orta Doğu halkları olacak gibi görünüyor.