
Suriye’de yaşanan gelişmelere dair Azerbaycan’ın açık bir şekilde Türkiye’nin pozisyonunu desteklemesi ve bu tutumun bölgesel istikrar açısından önemli olduğunu beyan etmesi, Ankara–Bakü ilişkilerinin dış politika düzleminde ne denli koordineli yürüdüğünü göstermektedir.
Yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılı, uluslararası ilişkiler sisteminde çalkantıların ve dönüşümlerin arttığı, küresel güç merkezleri arasında jeostratejik çıkarlar uğruna mücadelenin daha sert bir aşamaya geçtiği bir dönem olarak tanımlanabilir. Böyle bir ortamda, güvenilir ortaklıklar, derinleşen stratejik ittifaklar ve ortak çıkarlara dayanan bölgesel iş birlikleri; devletlerin ulusal çıkarlarının sağlanmasında daha da önemli hâle gelmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan–Türkiye müttefikliğinin günümüzdeki gelişim dinamikleri yalnızca iki ülkenin değil, tüm Türk dünyasının ve Avrasya jeopolitiğinin geleceğini etkileyen stratejik bir çizgiye dönüşmüştür.
Küresel güvenlik mimarisinin değiştiği, çok kutuplu düzenin oluştuğu ve bölgesel güçlerin rolünün arttığı mevcut aşamada, Azerbaycan–Türkiye ilişkileri daha karmaşık ve çok boyutlu bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Bu ilişkiler yalnızca etnik ve tarihî bağlara değil, derin stratejik çıkarlara da dayanmaktadır. 2021 yılında imzalanan Şuşa Beyannamesi, bu ilişkilerin hukuki temelini daha da güçlendirerek müttefiklik formatını kurumsal bir seviyeye taşımıştır. Beyannamede siyaset, savunma, ekonomi, ulaştırma, enerji ve beşerî alanları kapsayan iş birliği başlıkları belirlenmiştir. Bu belge, iki ülkenin güvenlik ve savunma alanlarında koordinas-yonunu güçlendirerek bölgesel istikrarın korunmasına da katkı sağlamaktadır. Bugün bu beyannamenin, iki ülke arasındaki ilişkilerin yol haritası konumunda olduğu söylenebilir.
SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE ORTAK TUTUMLAR
Azerbaycan ve Türkiye, siyasi düzlemde neredeyse tam bir senkronizasyon içinde hareket etmektedir. Dış politikada düzenli istişareler, uluslararası örgütlerde karşılıklı destek ve bölgesel meselelerde ortak tutumlar bu iş birliğinin temel dayanak noktalarındandır. Örneğin, Ermenistan’la barış süreci bağlamında Türkiye’nin sergilediği ilkeli tutum, Azerbaycan kamuoyunda yüksek takdir toplamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin “sınırlar ancak Azerbaycan’la barış sağlandıktan sonra açılır” yönündeki pozisyonu, stratejik müttefikliğin somut bir örneğidir. Azerbaycan toplumunda, kardeş Türkiye’nin bu tutumunun değişmeyeceğine dair büyük bir güven mevcuttur.
Bunun yanı sıra Azerbaycan da, bölgesel gelişmelere yönelik politikalarında Türkiye’nin millî çıkarlarını dikkate alan bir tutum sergilemektedir. Suriye’de yaşanan gelişmelere dair Azerbaycan’ın açık bir şekilde Türkiye’nin pozisyonunu desteklemesi ve bu tutumun bölgesel istikrar açısından önemli olduğunu beyan etmesi, Ankara–Bakü ilişkilerinin dış politika düzleminde ne denli koordineli yürüdüğünü göstermektedir.
BÖLGESEL ENTEGRASYONUN MOTORU
Azerbaycan ve Türkiye son 25 yılda enerji alanında stratejik öneme sahip birçok projeyi başarıyla hayata geçirmiştir. Bakü–Tiflis–Ceyhan petrol boru hattı, Bakü–Tiflis–Erzurum doğalgaz boru hattı, TANAP ve TAP projeleri yalnızca bölgenin enerji güvenliğine değil, Avrupa’nın enerji çeşitlendirme politikasına da önemli katkılar sunmuştur. Bu projelerin gerçekleştirilmesiyle Azerbaycan, enerji ihracatçısı olarak stratejik bir aktöre dönüşmüş; Türkiye ise bölgesel bir enerji merkezi olma konumunu güçlendirmiştir.
Son dönemde imzalanan Iğdır–Nahçıvan doğalgaz boru hattı projesi ise bu iş birliğinin daha yerel ama simgesel açıdan son derece önemli bir yönünü teşkil etmektedir. Bu proje yalnızca Nahçıvan’ın enerji tedarikini güçlendirmekle kalmamakta, aynı zamanda Zengezur Koridoru perspektifinde geleceğin altyapı senkronizasyonunun da temelini oluşturmaktadır.
Lojistik alanında ise Bakü–Tiflis–Kars demiryolu hattı yıllardır Güney Kafkasya’yı Orta Asya ve Avrupa ile birleştiren stratejik bir ulaştırma arterine dönüşmüştür. Zengezur Koridoru’nun açılması bu sisteme yeni bir dinamizm kazandıracak, Türk Devletleri Teşkilatı’nın fizikî entegrasyonunu sağlayacak ve Azerbaycan–Türkiye ittifakını yeni bir jeoekonomik aşamaya taşıyacaktır.
SİYASİ ÇIKARLARIN ÖTESİNDE BİR BAĞ
İş birliği yalnızca resmî belgelerle ve ekonomik–siyasi çıkarlarla sınırlı değildir. Ortak etnik köken, kültürel değerler, dinî ve manevî yakınlık bu ilişkilere ek bir derinlik kazandırmaktadır. Türk dünyası liderleri için bu ortak kültürel miras stratejik bir sermaye olarak görülmektedir. Her iki ülkede medya, eğitim, sanat ve akademik düzeyde ilişkilerin güçlendirilmesi bu manevî bağların somut mekanizmalarla hayata geçirilmesini sağlamaktadır.
Aynı zamanda Türkiye’nin Azerbaycan’ın 44 günlük Vatan Muharebesi sürecinde sergilediği açık siyasî ve manevî destek, bu kültürel bağların nasıl siyasî–manevî bir gerçekliğe dönüştüğünü göstermiştir. Savaş sonrasında Azerbaycan halkı Türkiye’yi yalnızca bir müttefik olarak değil, aynı zamanda gerçek bir kardeş devlet olarak kabul etmeye başlamıştır. Bu manevî yakınlık, stratejik ilişkilerin sürdürülebilirliğinin de teminatıdır.
TÜRK DÜNYASINA AÇILAN KAPI
Azerbaycan–Türkiye müttefikliği yalnızca ikili ilişkilerin bir dinamizmi değil, aynı zamanda daha geniş bir coğrafî ve siyasî alan olan Türk dünyasına uzanan stratejik bir köprüdür. Bu köprü sayesinde Türk devletleri arasında ekonomik, siyasî ve askerî entegrasyon derinleşmekte; uluslararası ilişkiler sisteminde alternatif bir güç merkezinin oluşmasına zemin hazırlanmaktadır. Bu yönüyle Bakü ve Ankara arasındaki iş birliği modeli, Türk Devletleri Teşkilatı için örnek bir format teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, yeni dünya düzeninde ortaya çıkan belirsizlikler ve riskler karşısında Azerbaycan–Türkiye müttefikliğinin daha da derinleşmesi bir zorunluluğa dönüşmüştür. Bu müttefiklik yalnızca tarihî ve duygusal bağlara değil; rasyonaliteye, karşılıklı çıkarlara ve uzun vadeli ulusal hedeflere dayanan bir ilişkiler sistemidir. İşte bu yüzden, 21. yüzyılın Türk asrı olacağına inananlar için Bakü–Ankara ittifakı en güçlü dayanaklardan biri olmaya devam edecektir.