
Gazze’de ateşkesin sağlanması için son derece hızlı ve kritik günlerden geçiyoruz. Türkiye, 7 Ekim 2023’ten bu yana, her uluslararası platformda Gazze’de yaşanan insani trajediyi gündeme taşımakta ve adeta bir diplomasi fırtınası yürütmektedir. Bu süreçte öne çıkan temel başlıklardan biri, Filistin’in uluslararası tanınması ve ateşkesin kalıcı hale getirilmesine yönelik diplomatik adımlardır. Bugün itibarıyla, Filistin’i 157 devlet resmen tanımaktadır. Bu durum, uluslararası sistemde Filistin meselesinin artık yalnızca bölgesel bir sorun değil, küresel bir vicdan meselesi olarak görüldüğünü göstermektedir. Gelinen noktada, hem Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleşen 1+1+7 formatındaki Gazze görüşmeleri, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında yürütülen doğrudan temaslar, önümüzdeki dönemde somutlaşacak adımların zeminini hazırlamıştır. Ve nihayet, 2025 Şarm El-Şeyh Gazze Barış Zirvesi, yalnızca diplomatik masalarda değil, gökyüzünde de yaşanmıştır.
İSTİKRARLAŞTIRICI GÜÇ TÜRKİYE
Mısır’ın ev sahipliğinde düzenlenen bu zirveye 30’dan fazla ülke katılmış, Donald Trump ise bir ev sahibi edasıyla Gazze’deki ateşkes sürecinin mimarı ve barışı getiren lider olarak öne çıkmıştır. Trump’ın samimi tavırları dikkat çekici olmakla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye hakkında kullandığı övgü dolu ifadeler, bu ateşkesin gizli kahramanı olarak Türkiye’yi işaret ettiğini göstermektedir. Nihayetinde, Gazze’de ateşkesin sağlanması için imzalar atılmış ve Orta Doğu’da yeni bir uluslararası garantörlük sistemi üzerinde uzlaşılmıştır. Zirvede Türkiye, Trump ve Sisi’nin öncülüğünde yürütülen barış sürecine doğrudan masa başı aktörü olarak değil, dengeleyici istikrar gücü olarak katıldı. Bu sistem, Gazze’de kalıcı ateşkesin ve uzun vadeli barışın tesis edilmesine yönelik en kapsamlı adımlardan biri olarak değerlendirilmektedir.
TRUMP VE LİDER HEGEMONYASININ SINIRI
Trump bugün küresel sistemde güç odaklı bir yaklaşımla liderler arası ilişkileri belirlemektedir. Bu durumu her platformda görmek mümkündür; hatta Mısır’da düzenlenen 2025 Şarm El-Şeyh Barış Zirvesi de bunun somut bir göstergesi olmuştur. Önde Türkiye, Mısır, ABD ve Katar liderleri imzaları atarken; arka planda diğer devletler beklemedeydi. Trump ise, “Arkamızda güçlü ve zengin ülkeler var” söylemiyle lider odaklı konumunu ortaya koydu. Bir yandan da Trump’ın ABD başkanlığına gelişi ile somutlaşan Trumpizm’in, popülist-milliyetçi, lider merkezli, çıkar odaklı ve normatif yükümlülüklerden kaçan bir dış politika yaklaşımı olduğu unutulmamalıdır. Aynı zamanda bu durum, Trump’ın hem uluslararası hem de bölgesel sistemde karizmatik otoriteyle hegemonik bir rol üstlenme hedefinin açık bir yansımasını oluşturur.
Trump, İsrail’de Knesset konuşmasında Netanyahu’yu övmüş ve ona yönelik af çağrısında bulunmuşken, aynı anda Netanyahu’nun Mısır’a geleceğine dair iddialar ortaya atılmıştır. Bu durum, diplomatik teamüller ve bölgesel dengeler açısından kabul edilebilir bir tablo değildi. Görüşmelerin tarafsız ve dengeli biçimde ilerlemesini zedeleyecek herhangi bir durumun yaşanmaması büyük önem taşıyordu. Tam da bu noktada, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendiren ve hava sahasının diplomatik bir enstrümana dönüşümünü sembolize eden kritik bir kırılma anı yaşandı.
HAVA DİPLOMASİSİ
Uluslararası ilişkilerde diplomasi genellikle masa başında yürütülür; ancak Türkiye, diplomasinin ne kadar esnek ve çok katmanlı bir araç olabileceğini bir kez daha göstermiştir. Jeopolitik ile diplomasinin kesiştiği Orta Doğu gibi kırılgan coğrafyalarda, mekânın kendisi bir diplomasi aracına dönüşebilmektedir. Türkiye tam da bu noktada dikkat çekici bir diplomatik refleks göstermiştir. Savaş suçlusu Netanyahu’nun, Şarm El-Şeyh Zirvesi’ne katılmak üzere yola çıkması üzerine, diplomatik kanallar yoğun bir şekilde devreye girmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı taşıyan TC-TUR uçağı, havada iken, Netanyahu’nun son anda davet edildiğini öğrenince, pisti pas geçerek bir süre Kızıldeniz üzerinde tur attı.
Diplomatik temaslar sonucunda, İsrail’in zirveye katılmama kararı aldığı bilgisi Ankara’ya ulaştırıldı ve ancak o zaman Erdoğan’ın uçağı Şarm El-Şeyh Havalimanı’na iniş yaptı. Türkiye’nin tavrı, onu bu sürecin sessiz ama en etkili aktörlerinden biri halinde olduğunu bir kez daha gösterirken, Netanyahu’nun Mısır’a inememesi, bölgesel meşruiyet hiyerarşisinin diplomatik olarak yeniden tanımlandığı sembolik bir an olmuştur. Netanyahu’nun uçağının Mısır hava sahasına girememesi, lider diplomasisinin sınırlarını ve yeni dönemin güç mimarisinde Türkiye’nin yükselen diplomatik etkisini sembolik biçimde ortaya koymuştur.
İYİMSER BİR TABLO MU?
Trump’ın diplomatik liderliği altında şekillenen Mısır Zirvesi’nde, Netanyahu’nun dışarıda bırakılması meselesi, bir anlamda Trump’ın bölgedeki liderlere gösterdiği saygı ve ateşkese dair olumlu yaklaşımı çerçevesinde de okunabilir. Bir oldu bittiye izin verilmeme durumu İsrail’in tek taraflı güvenlik merkezli söyleminin artık bölgesel aktörlerce sorgulanmaya başlandığını gösterir. Gazze’de soykırıma varan saldırıların uluslararası toplum nezdinde karşılıksız kalmayacağı gerçeği de giderek daha net biçimde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, Netanyahu’nun Mısır semalarına girememesi, sembolik olarak gücünün havada asılı kaldığını göstermektedir. Bu adım, Türkiye’nin sürecin en önemli mimarlarından biri olarak diplomasinin esnek doğasını en güçlü şekilde kullandığına dair dikkat çekici bir örnek olmuştur. Bundan sonraki adımlar, şüphesiz daha büyük ve güçlü iş birliklerini beraberinde getirecektir. Çünkü bölgede ateşkese ve kalıcı barışa giden yolun ilk mihenk taşı atılmıştır. Darısı kalıcı barışın tesisine.