Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi
Akdeniz’de mülteci krizi, insanlığın acil çözüm üretmesi gereken sorunların başında geliyor. 2015’ten günümüze her yıl binlerce göçmen daha iyi bir hayata kavuşabilmek amacıyla çıktığı bu tehlikeli yolculukta canından oldu. Cenevre merkezli Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verilerine göre son altı yılda, sadece Akdeniz’de boğularak ölen mültecilerin sayısı 20 bin kişiyi geçti. Afrika ve Asya kıtasındaki yoksulluk, kuraklık, baskı ve savaşlardan dolayı binlerce insan daha güvenli ve müreffeh bir hayat kurma maksadıyla Avrupa kıtasına göç etmeyi tercih ediyor. Akdeniz bu düzensiz göçmen akımında kullanılan en işlek rotaların başında geliyor. Hal böyle olunca son yıllarda göç yönetimi, Akdeniz bölgesinin ön plana çıkan sorunlarından birisi olmuştur. Şurası çok açıktır ki, düzensiz göçün ortaya çıkardığı sorunlar son derecede büyük ve karmaşık bir konudur. Bu bağlamda devletlerin ve devlet dışı aktörlerin göç yönetimi konusunda sorumluluk ve dayanışma içinde birlikte hareket etmesi kaçınılmazdır. Nihayetinde göç yönetimi küresel çapta mücadele edilmesi gereken küresel bir meseledir.
Sınırlar aşan bu meselede, uluslararası iş birliği zaruridir. Ayrıca göç konusunun nefret suçlarına kapı aralamayacak şekilde yönetilmesi önemlidir. Ne yazık ki göç yönetimi konusunda meydana gelen başarısızlıklar, birçok siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunu da beraberinde getiriyor. Belki de bu sorunlar arasında en tehlikeli olanı, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın bir virüs gibi hızla yayılmasıdır. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar, göçmenlere yönelik yaygınlaşan olumsuz algının yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı tetiklediğini işaret ediyor. Dahası böyle bir politik atmosfer, göçmenlerin eğitim, sağlık ve hukuk hizmetlerinde ötelenmesine, ayrımcılığa maruz kalmasına ve de şiddete varan eylemlerle karşılaşmasına yol açıyor.
Yunanistan göç yönetimi konusunda en kötü sınav veren ülkelerin başında geliyor. Özellikle Akdeniz yoluyla düzensiz göçün hız kazanmasının, Atina’nın göçmen politikasını daha da sertleştirmesine neden olduğu söylenebilir. “Geri itme, kötü muamele, dayak ve işkence” gibi hukuk dışı uygulamalar Yunanistan’a yöneltilen göçmenlere ilişkin suçlamalarda başı çekiyor. Yine, Yunan hükümetinin bilinçli ve sistemli bir şekilde göçmenlerin Yunan hukuk sistemine erişebilmesini imkânsız hale getirdiğine dair birçok iddia ve kanıt mevcut. İktidarda bulunan Yeni Demokrasi Partisi (ND) 2019 yılındaki erken seçim maratonunda seçmenlere, göçmen akınlarına karşı caydırıcı yeni önlemler alınacağını vaat ediyordu. Seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkan Kiryakos Miçotakis liderliğindeki ND’nin göreve gelir gelmez vaatlerini yerine getirmeye başladığı görülüyor. Ancak kısa zaman zarfında Miçotakis hükümetinin başvurduğu önlemlerin uluslararası kuruluşların dikkatini çekecek ölçüde sertleşmesi, birçok uluslararası örgütün Yunan hükümetini hukuk ve insanlık dışı koşulları düzeltme çağrısında bulunmasına yol açtı. Fakat hükümet ne suçlamaları kabul etti ne de hukuk dışı uygulamaları terk etti. Bunun nedenlerinden birinin Avrupa ve Yunanistan’da giderek sıradanlaşan göçmen düşmanlığı olduğu iddia edilebilir.
Yunanistan’ın göçmen politikasını mercek altına alan uluslararası raporlar, göçmen kamplarının cezaevi koşullarından farksız olmadığına, göçmenlerin eşyalarına, paralarına ve pasaportlarına zorla el konulduğuna, şiddete maruz bırakıldıklarına, topluca sınır dışı edildiklerine ve sığınma hakkı taleplerine müsaade edilmediğine dair birçok hukuk dışı uygulamanın altını çiziyor.
Belki de bunlar arasında en insanlık dışı olanı, Yunanistan’ın sığınmacıları denizden Türkiye’ye doğru geri itmesidir. İnsanlık dışı bu eylem biçimi, uluslararası hukuka ve Avrupa değerlerine aykırıdır. Buna rağmen Yunan hükümeti bildiğini okumaya devam ediyor. Yunan hükümetinin bu suçlamalar karşısında yaptığı savunma ise bir hayli gülünçtür. İddiaya göre Yunanistan’ın amacı, Avrupa’ya yasa dışı insan ticaretini durdurmaktır. Kısacası Atina, insan ticaretiyle mücadele ettiği yalanı üzerinden dünyayı kandırmaya çalışıyor. Yunan hükümetinin aldığı sert tedbirlerden dolayı her yıl binlerce göçmen Ege Denizi’nde ya ölüme terk edilmekte ya da Türk kara sularına geri itilmektedir.
Bir düşünün! Yunan Sahil Güvenliği, ülke sınırlarına gelen göçmenlerin can ve mal güvenliğini sağlamak yerine onları doğrudan ölüme terk ediyor. Burada dikkat çekici olan, Yunanistan’ın insan haklarına yönelik uluslararası sorumluluklarını çiğnemesinden ziyade, kurtarma araçlarını kullanarak göçmenlerin can ve mal güvenliğini tehlikeye atmasıdır. BM Mülteci Örgütü’nün Yunanistan’ın insanlık dışı bu kötü eylemlerine karşı bir soruşturma çağrısı yapmış olması sevindirici olsa da uygulamada herhangi bir işlevselliğinin ya da caydırıcılığının olmaması üzücüdür. Açıkçası Atina’nın göçmenlere yönelik uyguladığı bu cezalandırıcı politika, özü itibariyle bir insanlık suçudur. Dolayısıyla Yunanistan’ın ölüm saçan bu politikasına artık bir son verilmelidir. Zira Yunan güvenlik güçlerinin göçmenlere ateş açması, lastik botlarını patlatması, motorlarını bozması ve onları güvensiz bir şekilde geri itmesi, hiçbir şekilde izah edilemeyecek bir eylem biçimidir. Velev ki bu vaziyet, AB sınır güvenlik birimi Frontex ile ilişkilendirilsin. Gerekçesi ne olursa olsun şurası çok açıktır ki, insan haklarını ve uluslararası hukuku ayaklar altına alarak Avrupa’nın veya Yunanistan’ın sınırlarını koruyamazsınız.