Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla birlikte tüm dünyada çoğu hükümet istihdam piyasasını korumak ve iflas dalgalarını önlemek için büyük ölçekli mali teşvik programları uygulamaya koydu.
Başta sağlık, sosyal alanlar ve istihdamı desteklemeye yönelik yapılan teşviklerle birlikte harcamalar da önemli oranda artarken, hükümetler harcamaları finanse edebilmek için yüksek miktarlarda borçlandı ve bu da kamu borçlarının hızla artmasına yol açtı.
Düşük faiz oranları hükümetlerin borçlanmasını daha cazip hale getirirken, özellikle gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfusa yönelik sağlık hizmetleri ve emekli maaşlarına ilişkin artan harcamalar da hükümet bütçeleri üzerinde baskı yaratıyor ve bu da söz konusu maliyetlerin karşılanması için borçlanma yükünü artırdı.
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş ise küresel enerji fiyatları üzerinde yukarı yönlü bir baskı yaratırken, çoğu ülke enerji maliyetlerini vatandaşlarına yansıtmamak için bütçe üzerinde bir başka baskı unsuru yaratan sübvansiyonları yoğunlaştırdı.
Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Kovid-19 öncesi 2019'da 74 trilyon dolar seviyesinde bulunan küresel kamu borcu, 2023'te 2019'a kıyasla yüzde 32,8, geçen yıla kıyasla yüzde 5,4 artarak geçen ay itibarıyla 97 trilyon dolara çıktı.
ABD, geçen yıla kıyasla yüzde 10 artarak bu yıl 33 trilyon dolara ulaşan kamu borcuyla, dünyanın en fazla borca sahip ülkesi olarak ön plana çıkıyor.
Kovid-19'la ekonomik açıdan mücadele için ABD hükümeti, bazı büyük ölçekli harcama yasa tasarılarını kabul ederken, vatandaşlarına doğrudan milyarlarca dolar ödeme yaptı, işsizlik yardımlarını genişletti ve şirketlere, eyaletlere ve yerel yönetimlere maddi destek sağladı.
Küresel enerji denkleminde kökten değişimlere neden olan savaş, petrol ve doğal gaz fiyatlarında önemli artışların yaşanmasına neden olurken, bu da enflasyonun yükselmesini tetikledi.
Amerika'nın uzun vadeli mali zorluklarını ele almaya yönelik çalışmalar yürüten Peter G. Peterson Vakfı Üst Yöneticisi Michael Peterson, ülkenin 33 trilyon doları aşmasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, kanun yapıcıların kısa vadeli bir mali krizden diğerine sürüklendiğini, ABD'nin milli borcunun da trilyonlarca dolar artmaya devam ettiğini söylemişti.
Ülkede haziranda yaşanan borç limiti "hesaplaşmasının" ardından 32 trilyon dolarlık borç sınırının aşıldığını aktaran Peterson, politika yapıcıların, Amerikalıların gerçek mali problemlerine çözüm getirmeyen partizan kavgalar yerine temel sorun olan borcun kendisine odaklanmasını istediğini ifade etmişti.
ABD'nin kamu borcunun, küresel borcun yüzde 32'sine tekabül etmesi de dikkati çekiyor.
Çin, Ekim 2023 itibarıyla 17,2 trilyon dolara ulaşan kamu borcuyla ABD'nin arkasından dünyanın en borçlu ülkesi konumunda yer alıyor.
Altyapı ve sosyo-ekonomik programlara yönelik yoğun harcamalar yapan Çin hükümeti, Çin Merkez Bankasının ekonomiyi canlandırmak için faiz oranlarını düşük tutması nedeniyle de borçlanmasını son yıllarda artırdı.
Öte yandan, Çin ekonomisindeki istikrarlı büyüme ve vergi gelirlerinde yaşanan artış, Çin'in yaşanan artışa rağmen kamu borcunun hala yönetilebilir düzeyde olduğu değerlendiriliyor ve ekonomi için büyük bir risk oluşturması beklenmiyor.
Japonya ise 11 trilyon dolar kamu borcuyla ABD ve Çin'in ardında yer alırken, borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranında yüzde 255'e çıkarak bu alanda ise açık ara lider. Nüfusunun yaşlanması, bu nüfusun desteklenmesi için artan maliyetler ve vergi ödeyen genç nüfusun azalması, Japonya'nın kamu borcunda GSYH'ye yüksek oranın ana nedenleri olarak gösteriliyor.
Küresel kamu borcu hızla artarken, Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan raporda söz konusu artışa ilişkin uyarılara yer verildi.
“Borçlu bir dünya. Küresel refaha yönelik büyüyen yük” başlıklı raporda, dünyada yaklaşık 3,5 milyar insanın artık borç faiz ödemelerinin sağlık ve eğitim harcamalarından daha fazla olduğu ülkelerde yaşadığına işaret edildi.
Bazı hükümetlerin sağlık ve eğitim gibi kritik sektörlerden ziyade borç ödemelerine daha fazla harcama yapmak zorunda kalmasının “endişe verici bir durum” şeklinde tanımlandığı raporda, uluslararası finansal sistemde acilen kapsamlı bir reform yapılması çağrısında bulunuldu.