
Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, kişisel blog sayfasında yapay zekanın insanlık üzerindeki dönüştürücü etkisini ele alan bir yazı kaleme aldı. Yazısında, insanlık tarihini merak duygusunun şekillendirdiğini belirten Murat Ülker, bu merak duygusunu yapay zeka ile irdeledi. Murat Ülker bu bağlamda, yapay zeka çağının da yeni bir keşif ve yeniden tanımlama süreci olduğu fikrini öne sürdü.
Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, "Yapay zeka: Bu konuda fikrimi almadın. Küstüm, oynamıyorum, derse?" başlıklı yazısında merak ve yapay zeka konusunu irdeledi.
Murat Ülker, kişisel blog sayfasında paylaştığı yazısında yapay zekanın insanlık üzerindeki dönüştürücü etkisini ele alarak, insanlık tarihini şekillendiren merak duygusunu başlangıç noktası olarak alıp, bu merakın insanlığı yeni keşiflere ve gelişmelere nasıl taşıdığını vurguladı.
Bu bağlamda, yapay zeka çağının da yeni bir keşif ve yeniden tanımlama süreci olduğu fikrini öne süren Murat Ülker, yazısında şu ifadeleri kullandı:
"ARANIZDA MERAK ETMEYEN VAR MI?!
İnsanlık tarihini şekillendiren en güçlü itici güçlerden biri meraktır. Neyi bilmediğimizi öğrenme, sınırları aşma ve yeni dünyalar keşfetme arzusu, insanlığı bugünlere taşıdı. İçerisinde bulunduğumuz yapay zeka çağında ise keşfetmek yalnızca bilinmeyeni bulmak değil, belki de insanın kendini yeniden tanımlaması anlamına geliyor. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Eric Schmidt ve Craig Mundie’nin kaleme aldığı Genesis: Artificial Intelligence, Hope and the Human Spirit (Yaratılış: Yapay Zeka, Umut ve İnsan Ruhu), bu yeni dönemle ilgili çok değerli bir anlatım tarzı sunuyor.
Genesis, gerçekten keşfetmenin, öğrenmenin ve insan olmanın anlamını yapay zekanın ışığında yeniden düşünmeyi teşvik eden, oldukça başarılı bir eser. Yazarlar yapay zekayı 8 ayrı tema altında incelemiş: Keşif, Beyin, Gerçeklik, Politika, Güvenlik, Refah, Bilim ve Strateji. Kavramların birbirleriyle olan ilişkilerini incelediğiniz zaman, kurgunun sağlam bir mantık çerçevesinde oluşturulduğunu anlıyorsunuz.
Keşif, insanın bilinmeyene duyduğu merak ve sınırları aşma arzusudur. Yapay zeka derken öğrenme ve algılama kapasitesiyle insan beyninin sınırlarına ve gerçeklik algısına yeni bir bakış açısı… Politika ve güvenlik konusunda ise teknolojinin küresel güç dengelerini nasıl etkilediği ve toplumlar üzerinde nasıl bir dönüşüm yarattığına odaklanılıyor. Refah ve bilim, yapay zekanın insan hayatını iyileştirme potansiyeline dikkat çekiyor. Daha eşitçe dağılım, kişiselleştirilmiş sağlık hizmetleri ve çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda yapay zekanın sunduğu olanaklar, insanlık için yeni bir refah anlayışı mı vaat ediyor. Son olarak stratejide, tüm bu kavramlar bir arada, yapay zekanın geleceği şekillendirmede nasıl bir yol haritası sunabileceği tartışılıyor.
Şimdi gelin tüm bu temalar kitapta nasıl ayrıntılı anlatılıyor, ben neler düşünüyorum ona bakalım.
Dr. Henry Kissinger, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanıdır. Realist dış politika anlayışıyla tanınır ve Soğuk Savaş döneminde ABD ile Çin’in yakınlaşması, Vietnam Savaşı’nın sona erdirilmesi ve Orta Doğu barış görüşmeleri gibi önemli diplomatik başarılar elde etmiştir. Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Diplomasi ve uluslararası ilişkilerde meşhur bir şahsiyettir.
Eric Schmidt, Google’ın eski CEO’su ve teknoloji dünyasının önde gelen isimlerinden biri olarak 2001-2011 yılları arasında Google’ın büyümesine liderlik etmiş ve Android, YouTube gibi ürünlerin küresel başarısında önemli rol oynamıştır. Teknoloji, yapay zekâ ve bulut bilişim alanlarındaki çalışmalarıyla tanınır. Google sonrası Alphabet’in yönetim kurulu başkanlığını yapmış, filantropi projeleri ve teknoloji girişimlerini desteklemeye odaklanmıştır.
Craig Mundie, Microsoft’un teknoloji eski sorumlusu (CTO) ve teknoloji stratejisti olarak tanınır. 1992-2014 yılları arasında Microsoft’ta görev yaparak şirketin araştırma ve geliştirme faaliyetlerine liderlik etmiştir. Bulut bilişim, yapay zekâ ve güvenlik alanlarında yenilikçi projelere öncülük etmiştir. Görevi süresince, Microsoft’un uzun vadeli teknoloji vizyonunu şekillendiren önemli isimlerden biri olmuştur. Teknolojinin topluma etkileri üzerine çalışmalar yapmaya devam etmektedir. Şimdi bu önemli isimlerin yazdıklarına bakalım.
Keşif
Keşfetmek, insanın güdülerinden biridir. Temelinde sınırları aşmak, bilinmeyeni öğrenmek yani merak yatar. Bu güdü, tarihin her döneminde insanlığın gelişimi için itici güç olmuştur. Yazarlar Ferdinand Magellan’ı örnek olarak gösteriyor. Onu 16. yüzyılda Dünya’nın çevresini dolaşmaya iten şey meraktı; “Yaşadığımız gezegende bilmediğimiz neler olabilir?” sorusuna aradığı yanıttı. Yüzyıllar sonra Ernest Shackleton, Güney Kutbu’na ulaşmayı hedefledi. Fakat başarmalarına ramak kala Shackleton, ekibinin hayatını riske atmamak için son birkaç kilometre kalmasına rağmen geri dönme kararı aldı. İşte burada keşfetme dürtüsünü dizginleyebilmesi bize keşif sürecinde insani değerlerin rolünü anlatıyor.
Geçmişte keşfetmeyi tanımlayan özelliklerden biri fiziksel sınırları aşmaktı. Bugün ise keşfetmek, insanlığın entelektüel ufkunu genişletmeye doğru evrildi. Yazarlar bugün içinde bulunduğumuz çağı, yapay zeka çağı olarak isimlendiriyor. Bu yeni çağ, keşfetmenin tanımını genişletiyor, yeni bir boyut kazandırıyor. Çünkü yapay zeka fiziksel zorluklardan etkilenmiyor, yorulmuyor, durup soluklanmıyor. Onun sınırlarını belirleyen tek şey, algoritmalarının kapasitesi; yani şimdilik onu dizayn eden insanın kapasitesi galiba, ama gelecekte bu değişecek. Yapay zeka kendi başına keşfetmeye başlayacak. İşte bu ihtimali yazının ilerleyen kısımlarında tartışacağız.
Bu yeni Yapay Zeka Çağı’nda, keşfetmenin tanımı kadar yöntemi de değişiyor. Geçmişte keşifler, farklı alanlarda uzmanlaşmış bireylerin polimatik düşünme tarzı sayesinde yani çeşitli beceri, deneyim ve bakış açılarını benimseyen entelektüellerin çabalarıyla mümkün oluyordu. Leonardo da Vinci gibi isimler, farklı disiplinleri bir araya getirerek yeni ufuklar açmıştı. Ancak bu tür bireylerin sayısı her devirde sınırlıydı. Yapay zeka ise bugün bu boşluğu doldurabiliyor. Artık bir insanın yıllar süren çalışmayla ulaştığı bilgilere çabucak erişebiliyor ve bu bilgileri birleştirerek yeni bağlantılar kurabiliyor. Keşifler, artık sadece bireylerin çabalarıyla değil, ulusların, şirketlerin ve makinelerin iş birliğiyle ilerliyor. Yapay zeka, keşfetmek dürtüsü etrafında şekillenen bu yarışta üstünlüğü ile belirleyici bir rol oynuyor.
Geçmişte polimatik zihinler, yalnızca bilgiye ulaşmakla kalmaz; bu bilginin insanlığa nasıl hizmet edebileceğini sorgularlardı. Yapay zekanın yaptığı keşifler, eğer insani değerlerden kopuksa, anlamsız bir bilgi yığını olmaktan öteye geçebilir mi? Bu soruya vereceğiniz yanıt, ardından gelen birçok soruya verilecek olan yanıtların çerçevesini belirliyor.
Beyin
Yazarlar, yapay zekayı, en karmaşık organlarımızdan biri olan beynimizin bir yansıması ve onu aşmak çabası olarak görmenin anlamlı olduğunu ifade ediyor. Kitap yapay zekayı bu biyolojik harikanın mühendislikle yeniden yaratılması ve potansiyel olarak aşılması olarak tanımlıyor.
Bu bilişim alanında büyük bir atılımdır. İnsanlar bilgiyi deneyimleyerek ve gözlemleyerek öğrenirken, bu sistemler devasa miktarda veriyi sadece işleyerek anlam çıkarıyor. Yazarlar süreci, bir öğrencinin temel bilgileri öğrenip daha karmaşık kavramlara geçmesine benzetiyor. Yapay zekanın en büyük avantajı hızıdır. İnsanların yıllar içinde edinebileceği bilgiyi, bir veri modeli birkaç gün içinde öğrenebilir.
Hız, yapay zekanın insan beyninden ayrıştığı temel bir noktadır. Beyin, paralel işleme yeteneğine sahiptir, ancak her insana özgü biyolojik yapısı nedeniyle belirli bir hızda çalışır. Dijital sistemler ise beynimize kıyasla milyonlarca kat daha hızlı işlem yapabilir ve aynı anda çok daha fazla veriyi işleyebilir. Bu sayede bilgilere erişimin ve bu bilgileri anlamlandırmanın kapasitesi büyük ölçüde artar. Ayrıca, öğrenilen verilerle yeni kavramlar oluşturabilen bu yapılar, insanın fark edemeyeceği örüntüleri görebilir, hatta sezebilir. İlerleyen dönemlerde bugün yaygın olan kullanımına ek olarak yalnızca bilgi işlemekle kalmayacak aynı zamanda yeni bilgiler üretmek konusunda da yetkinlik kazanacaktır.
Ama şunu unutmayalım. Yapay zeka ancak şimdi, yani elli yıl önce oluşturulan veri havuzları anlayışı, bugün big data denilen büyük veri imkanının dijital ortamda var olmasıyla çalışabilmektedir. 1980’lerin başında ABD’den gelen bir uzman arkadaş bize veri havuzumuzu sorduğunda “yok öyle bir şey” derken aslında neyi kastettiğini de anlamamıştık! İşte bu yarım asır içinde toplanan verilerin dijital işlenebilir olması yapay zekayı “zeki” kılıyor. Yoksa bu ihtiyacı gören ve bilgisayarı icat eden, dünyayı büyük bir veri havuzu haline getiren ilk elektronik devir kaşiflerinin açtığı bu yol olmasa, zaten bunlar olamazdı.
Yazarlar, yapay zekanın en büyük avantajlarından biri olan yüksek hızın yanında şeffaflık sorununa dikkat çekiyor. Bu sistemlerin sonuçlara nasıl ulaştığını her zaman anlamak mümkün değil. İnsanlar bilinç ve sezgi yoluyla karar alırken, yapay zeka genellikle “kara kutu” adı verilen, nasıl çalıştığı, hangi mantığa dayandığı bilinmeyen iç süreçleri tam anlaşılamayan mekanizmalarla çalışıyor. Haliyle bu doğruluk ve güvenilirlik konularında soru işaretleri yaratıyor. Tabii bu arada insanın sezgilerine yön veren felsefe ve dogmalardan da yoksun! Tabii diyebilirsiniz, onu derleyen yani derleme yani compile eden teknologlar var. Peki hangi teknologa güveneceğiz, felsefe ve mantık bilinci açısından ve inançlarımızın uyuştuğundan?! Zira bugün bile entelektüeller arasında en büyük sorunumuz “çifte standartlar” değil mi? İşte bu noktada yapay zekanın bulgularını kontrol edip sistemin gelişmesi için gereken zamanın verilmesinin gerekli olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama ben yapay zekanın ne malı yani “made in where” olduğunun daha önemli olduğuna inanıyorum. Alternatif olarak yapay zeka işimizi görsün ama yerimize düşünmesin desek, sanki bu da bir çözüm değil!
Şöyle de diyebiliriz: İnsan beyninin işleyiş prensiplerini modelleyen bu sistemler, bizim kapasitelerimizi de aşabilmektedir. İnsan beyni, öğrenmek sürecinde yalnızca verileri değil, bu verilerin ardındaki anlamları da kavramaya çalışır. Bir insan bir hikaye okurken sadece kelimeleri değil, anlatılan olayların duygusal bağlamını, karakterlerin niyetlerini ve hikâyenin alt metinlerini de anlamlandırır. Bunu yaparken sadece geçmiş yaşadıklarına değil, kendi inancına, felsefesine göre oluşturduğu mantığa göre hareket eder, anlamlandırır. Hatta yeni öğrendikleri ile sentez yaparak felsefesini geliştirir, değiştirir hatta iman ettiği dogmalar değişebilir. Bu beynin sezgisel ve çok yönlü doğasından kaynaklanır. İleride bunları kullanarak geliştirdiği kısa yollarla “altıncı hissi” gelişir, hikmet sahibi olur. Ayrıca “ilham” denen bir şey de vardır.
Dijital öğrenme modelleri ise, elde ettikleri verilerden anlam çıkarırken bunu insanınkinden oldukça farklı bir şekilde yapar. Bir dil modeli büyük miktarda metni analiz ederek diller arası bağlantılar kurabilir, gramer yapılarında tutarlılık sağlayabilir ve çeşitli kalıpları öğrenebilir. Ancak bu bağlantılar, genellikle istatistiksel çıkarımlar ve olasılık hesaplamalarına dayanır. Model, bir kelimenin ya da cümlenin ne anlama geldiğini bağlamdan çok, verilere dayalı olasılıklarla belirler. Bu nedenle, aynı kelime farklı bağlamlarda farklı anlamlar taşırken, bir dijital model bunu sezgisel olarak değerlendiremez.
İnsan, bağlamı anlamak sürecinde kişisel deneyimlerini, kültürel arka planını ve duygusal algılarını kullanır. Örneğin, bir şairin bir dizesinde geçen “günbatımı” kelimesi, okuyan kişiye melankoli, huzur veya yeni bir başlangıç hissi verebilir. Ancak bir makine için “günbatımı” yalnızca daha önce gördüğü tanımlar ve kullanım kalıplarına dayalı bir veridir. Bu, insanın anlam yaratma süreciyle makinenin bilgi işleme süreci arasındaki en temel farklardan birini ortaya koyar.
Yazarlara göre yapay zekanın hız, ölçek ve işlem kapasitesindeki üstünlüğü, insan zekasını gölgede bırakabilecek kadar güçlü. Ancak bu, yukarıda açıkladığım temel farktan dolayı, makinelerin insanın yerini tamamen alacağı anlamına gelmiyor, gelmemeli de! İnsan bugün artık nasıl bilgisayar, hatta internet, veri bankaları, dijital iletişim olmadan sosyal hayatını sürdüremiyorsa, gelecekte de yapay zeka sistemleri insan uygarlığı ile beraber var olduğu, yeri geldiğinde insanların eksikliklerini tamamladığı bir şekilde var olabilecek…
Yapay zeka şiir yazsa bile şair olamaz.
Gerçeklik
Son yıllarda araştırmacılar, makinelerin gerçekliği algılama yeteneğini geliştirmeye odaklanıyor, yani beş duyuları var gibi davranıp bağımsız ve bağlantısız bilgi toplayabilecekler, veri havuzları ile sınırlı kalmayacaklar öğrenirlerken yeni şeyleri. Bugünün yapay zekası, büyük veri setlerinden örüntüler çıkarıp sonuçlar üretebiliyor; ancak gerçek dünyayı anlamlandırıp bu bilgilerle plan yapmak kapasitesine henüz sahip değil. Yazarlar gelecekte, bu sınırların aşılmasıyla yalnızca insan mantığına benzer değil, onu aşan bir “üst düzey planlayıcı” teknoloji geliştirilmesi beklentisindeler. Böyle bir sistemin, insan zihninin kolaylıkla görüp işleyemeyeceği neden sonuç ilişkilerinin daha büyük bir çoğunluğunu büyük bir hızla işleyerek çok daha öngörülü planlar yapabileceğinin altını çiziyorlar. Yani yapay zeka “şeylerin” temel özelliklerini kavrayıp; bu kavrayış üzerinden tahmin edebilmek yeteneğine kavuşacak. Burada şimdiye kadar hiç olmamış büyük bir gelişmeden bahsediyoruz.
Yazarlar, gelecekte makinelerin geçmişteki verileri bir hafıza gibi deneyimleyebilmesine ve bunun aracılığıyla öznel bir bilinç geliştirmelerinin yolunun açılabileceğinden bahsediyor. Böyle bir bilinç seviyesi, makinelerin insanları kişisel algılaması ve insan davranışlarına tepki vermesi sonucunda daha önce benzeri görülmemiş bir insan ve makine sosyalleşmesi yaratabilir. Eğer bu gerçek olursa, insanların makineleri algılama şekli ve onlarla olan ilişkilerimiz daha önce var olmayan bir sosyal, müşterek hayat meydana getirecektir.
Bu pek pozitif bir değişim değil mi? Evet bu yeni sosyal hayatta yapay zekanın, makinelerin bizlerle birlikte yaşaması söz konusu; bu yepyeni bir uygarlık tanımı! Korkarım vasat insanın makine karşısında pasifleşerek büyük bir sorun haline gelmesi mümkün. İnsanların dijital sistemlere fazla bağımlı hale gelmesi, bireysel karar almak ve eyleme geçmek yetilerinde zayıflamaya yol açabilir. Bu da bireysel yaratıcılığı ve eleştirel düşünmeyi baltalayabilir. Yapay zekanın rehberliğine alışan bireyler kendi inisiyatiflerini kullanmak yerine, makinelerin sunduğu yönlendirmeleri izleme eğiliminde olabilir. Belki de bu durum çoktan böyledir!
Yazarlar ise konuya makinelerin gözünden yaklaşıyor. Bu pasifleşmenin, makinelerin bizi sadece tüketici olarak görmesine neden olabileceğini ifade ederken diyorlar ki: “Eğer bu sistemler, insanı aktif bir oyuncu yerine pasif bir varlık olarak görmeye başlarsa, bu durum makinelerin insanlarla kurduğu ilişkiyi köklü biçimde etkileyebilir.”
Yazarlar makinelerin fiziksel dünyaya olan erişiminin artması durumunda yaşanılabilecek çeşitli gelecek senaryoları üzerinde tartışmış. Mesela; görevlerimizin çoğunu bilincimizi makinelerin zekalarıyla paylaşarak tamamlıyor ve dünyamızı bu şekilde inşa ediyoruz. Yukarıda tasvir edildiği gibi insanoğlunun sahip olduğu ve erişilebilir olan tüm bilgilerle donatılmış, çevresindeki “gerçekliği” algılayabilen bir yapay zeka sistemi bir gün insana hitaben: Şimdi benim fikrimi almayacak mısın?” diye sorarsa, ben buna pek şaşırmam da, sonra ne olur, bilemiyorum. Galiba makine hakları ve makine hukuku yazmak gerekecek. Hatta bu yeni hukuku yazmayı makinelere bırakmamak lazım! Evet biz bu soruyu duymaya ve yanıtlamaya razı mıyız? Bu noktada yapay zeka alanında çalışan uzmanlara ve politikacılarımıza büyük sorumluluk düştüğü kanaatindeyim.
Politika
Liderlik olgusu tarih boyunca, bireysel karizma ile kurumsal yapıların bir birleşimi olarak var olmuştur. Liderlik, bireysel hikayeler ve toplumsal bağlarla güçlenir. Liderler tarih boyunca duygusal bağlantılar kurarak ve hikâyeler anlatarak toplulukları harekete geçirmiştir. Yani liderliğin bağlamsal temeli oldukça kuvvetlidir.
Mantığın, duyguların ve etik değerlerin dengesi, iyi liderlik ve kötü liderliği birbirinden ayıran en temel etmenlerden biridir. Liderlik bu hassas dengenin kişisel hırslar ve siyasi çıkarlarla bozulması nedeniyle çoğu zaman layığıyla yerine getirilememiştir. Otokratik rejimlerde güç yoğunlaşması adaletin manipüle edilmesine ve kaynakların kötüye kullanılmasına yol açmıştır. Tarihte Fransız Devrimi sonucunda kurulan Cumhuriyet idaresini takip eden İmparatorluk Rejimi, Almanya’da monarşi sonrası Nasyonel Sosyalizm, Sovyetler Birliği döneminde Stalin’in uygulamaları, otoriter liderliğin adaleti nasıl zedeleyebileceğine dair çarpıcı örneklerdir. Stalin’in politikaları, milyonlarca insanın yerinden edilmesine, zorla çalıştırılmasına ve buna rağmen kıtlıklara, kitlesel ölümlere neden olmuştur. Benzer şekilde, günümüzde Libya, Irak gibi birçok ülkede sorgulanamayan yönetim ülkenin ekonomik kaynaklarının kötü yönetilmesiyle derin bir ekonomik krize sürüklenmesine yol açmıştır.
Demokrasi ise bu sorunlara bir çözüm sunmuş, gücü kontrol altına almayı ve denge mekanizmaları oluşturmayı hedeflemiştir. Ancak bu sistem de mükemmel değildir. Toplumun bilgi seviyesindeki farklılıklar, irrasyonel eğilimler ve etik olmayan ikna yöntemleri, demokratik süreçleri olumsuz etkileyebilir. Popülist politikacıların kitlelerin duygularını istismar ederek gerçeğe dayanmayan söylemlerle destek toplamaları, demokrasinin kırılgan noktalarından biridir. Bana göre insanlar kötülükle hatta kendi zararlarına bile ittifak edebilirler.
Sonuç olarak, liderliğin bu hassas dengesi bozulduğunda ister otokratik ister demokratik bir sistemde olsun, adalet ve toplumsal fayda zarar görebilir. Yazarlar, yapay zekanın liderlik ve politika alanında yeni bir çağ açmak potansiyeline sahip olduğunu ifade ediyor. Bu sistemler, devasa miktarda veriyi analiz ederek yalnızca insan sezgisine dayalı kararları desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda sonuçları çok daha geniş bir perspektiften sunuyor. Ancak bu yetkinlik düzeyi, paradoksal bir durum yaratır. Eğer yapay zeka, politik kararları insan liderlerden daha doğru şekilde temellendirirse, bu kararı hangi kriterlere göre kim değerlendirip uygulayacaktır?
Yazarlara göre politik liderliğin geleceği, insan ve yapay zekanın birlikte nasıl uyum içinde çalışacağına bağlı. Çünkü bir sistemin yalnızca mantıklı kararlar vermesi yeterli değildir; aynı zamanda bu kararların insanlar tarafından nasıl algılanacağını da dikkate alması gerekir. İnsanlar, bir öneriyi salt anlamda rasyonel olduğu için değil, duygusal ve toplumsal bağlamlar ile uyum halinde olduğu için kabul eder. Bu nedenle yapay zekanın politikadaki rolünün hassas ve etik bir çerçeve içerisinde kurgulanması özen ve uzmanlık isteyen bir süreçtir. Belki de politikacılar sayesinde yapay zeka da taraf, parti tutar. Kim bilir?!
Ama şu bir gerçek; yapay zeka tarafından toplumda bireylerin bilgilendirilmesi, değişik politik argümanların değerlendirilmesi, şimdi TV kanallarındaki her konuda uzman “konuşan kafalar” dan daha faydalı olacaktır. Hemen her konuda her bölgede anında halkın oyuna başvurulabilecektir. Tabii eğer demokrasiden murat edilen buysa?!
Güvenlik
Güvenlik tarih boyunca bireylerin, kurumların ve devletlerin en temel önceliklerinden biri olmuştur. Yazarlar, yapay zekanın gelişimi ile birlikte güvenlik anlayışının yeniden tanımlanması gerektiğini ifade ediyor. Onlara göre yapay zeka, askeri stratejiden diplomasiye kadar pek çok alanda bilgi işleme kapasitesiyle yeni bir düzen vaat ediyor. Bu yeni düzen, iki farklı yöne doğru evrilebilir: Bir tarafta gelişmiş bir sistemin savaşın yıkıcı etkilerini önleyebileceği ihtimali; diğer tarafta ise aynı teknolojinin insan hayatını değersizleştirerek büyük bir yıkıma yol açma riski var. Temel sorun kararların hangi metriklere dayanılarak verileceğidir. Zira güvenlikle alakalı kararlar genelde karşı tarafın ne yapacağı tahminine dayalıdır. Bu da çeşitli şekillerde, mesela casuslukla elde edilen istihbarata dayalıdır. Bu bilgilerin ne kadarı yapay zekaya açık olacaktır ve sonuçları kim, nasıl değerlendirecektir. Afganistan savaşını Rusya’nın kaybedeceğini söyleyen bir yapay zeka savaşı önleyebilir miydi? SSCB’nin çökeceğini yapay zeka bildirse idi, bu silah stoklarına harcanan paralar refaha harcanır mıydı? Ama ya yapay zeka da milliyetçi, bölgeci davranırsa… Sadece stratejik avantaj sağlamak üzerine kurulu bir algoritmanın ne kadar acımasız olabileceğini tasavvur etmek bile ürkütücü geliyor bana. Çünkü “gücün” ve “hırsın” dengelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tarih boyunca devletler, “gücü dengelemek” için karmaşık ittifaklar kurmuş ve düzenlemeler hayata geçirmiştir. Soruyorum, modern dünyada devletlerin güvenlik ve idari alanlarda yapay zekayla iş birliği yapması kavramsal açıdan bir ittifak olmayacak mı? O vakit bazı devletlerin ve kurumların bu ittifaktan daha fazla yararlanmasının doğal olduğunu kabul edeceğiz. Yani: Veri analitiği ve yapay zekâ alanında hizmet veren Palantir şirketinin CEO’su Alex Karp’ın dediği gibi bu teknoloji “Amerikan Yapay Zekâ Devrimi” olarak adlandırılabilir. Ona göre bu devrim, Amerika’ya ait. Başkan Trump da seçildikten sonra yaptığı konuşmada da benzer konuya değindi ve teknolojinin sahibinin ABD olduğunu söyledi.
Bana sorarsanız, yapay zekâ gibi insanlığın ortak bilgi birikimini ve küresel iş birliklerini gerektiren bir alanın, bir ulus veya bölgeye mal edilmesi teknolojinin doğasına aykırı. Yapay zekânın temel taşlarını oluşturan fikirler, sadece Silikon Vadisi’nde değil, dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlarda, üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde geliştirilmiştir. Yapay sinir ağlarıyla ilgili çığır açan çalışmalar Kanada’dan çıktı. Çin, büyük veri altyapısıyla devasa adımlar attı. Avrupa, etik çerçeve oluşturarak yapay zekâya daha insani bir boyut kazandırmaya çalışıyor. “Amerikan Yapay Zekâ Devrimi” ya da “Amerikan Teknoloji Devrimi” söylemi, bu kolektif çabaları görmezden geliyor, bilimsel ilerlemenin sınırları aşan yapısını küçümsüyor ve bilimsel bilgi üretim sürecinin en temel doğasını yok sayıyor.
Bir de işin şu boyutu var: Bu tür bir sahiplenme, iş birliği yerine rekabeti teşvik ediyor. Yapay zeka, yalnızca ekonomik kalkınma için değil; iklim değişikliği, sağlık ve savaş gibi devasa sorunlarla mücadele için de büyük atılımlar vaat ediyorsa, insanlığın bu büyük meselelerine çözüm bulmanın yolu “biz ve onlar” anlayışından değil, dayanışma ve işbirliğinden geçer, diyerek kitaba geri dönelim, “denge” den bahsediyorduk. Alex’in söylemlerinde görebileceğiniz üzere, devletlerin bu sistemleri diğerlerinden daha erken kullanmaya başlaması, küresel eşitsizlikleri derinleştiriyor.
Siber saldırılar ve bilgi manipülasyonu, güvenlik başlığı altında incelenmesi gereken başka bir boyut. Yazarlar devletlerin, yalnızca savunma amaçlı değil, rakiplerini zayıflatmak için de bu araçları kullanabileceğini ifade ediyor. Bir ülkenin bilgi sistemlerini çökertmek, yanlış bilgi yayarak toplumsal kaos yaratmak veya stratejik alanlardaki liderleri hedef almak, çatışmaları tırmandırabilir ve barış umutlarını zayıflatabilir. Savaşlar artık yalnızca fiziksel alanlarda değil, dijital dünyada da yaşanabilir.
Refah
Refah, tarih boyunca farklı kültürlerin mitlerinde ve efsanelerinde tasvir edilmiştir. Müslümanlıkta cennet bile refahın son varacağı noktadır. Ali baba ve kırk haramiler, Alaaddin’in cini, Kalevala Destanı’ndaki sınırsız servet üreten makine Sampo, Mahabharata’daki Akshaya Patra ya da İrlanda mitolojisindeki Cauldron of Plenty gibi anlatılar, yakın geçmişte con Ahmed’in makinesi bolluğun ve bereketin efsanevi kökenlerinin her uygarlık ve devirdeki yansımasıdır. Türk mitolojisindeki Dilek Ağacı, gökten düşen üç elma, insanların dileklerini gerçekleştiren ve bolluk getiren bir semboldür. İslam kültüründeki kökleri gökte meyvesi yerdeki Tuba Ağacı, cennetle ilişkilendirilen ve bereketi simgeleyen bir başka örnektir. Bu hikâyelerin konusu yalnızca refahın elde edilmesi değil, aynı zamanda dağıtımı ve kullanım amacını da tartışır.
Yazarlara göre, insanlığın hep peşinde olduğu mitolojik hayalleri gerçeğe dönüştürme potansiyeli taşıyan yeni teknoloji yapay zekadır. Yapay zekanın, ekonomik büyüme konusunda vaat ettiklerini biliyoruz, önemli olan toplumsal kapsayıcılık ile dengesini iyi kurmamızdır. Geçmişte pek çok toplum, ekonomik büyümeyi sağlamayı amaçlarken eşitsizliklerin artmasına sebep olan sistemler geliştirdi. Kapitalizm, üretkenlik ve inovasyon sağlarken gelir eşitsizliğini derinleştirdi. Yazarlara göre, yapay zeka sayesinde üretim maliyetleri düşüp kaynakların daha geniş bir kitleye paylaştırılması mümkün olabilir. Bu tarihin kıtlık paradigmasını kökten değiştirmek demektir. Ama bu potansiyelin nasıl kullanacağına karar veren, yine insanlar olacaktır.
Yazarlar bu değişimden hem ümitli hem endişeliler. Eğer başarılırsa ki bu yakın gelecekte olacaktır; bu yeni bolluk çağında, insanlık için çok önemli bir soru gündeme geliyor: Eğer yapay zeka, insan emeğine olan ihtiyacı ortadan kaldırırsa, bireyler hayatlarına anlam katmak için hangi yolları bulacak? Emek konusu önemli, çünkü tarih boyunca bireyler kimliklerini ve sosyal statülerini emek veya meslek üzerinden inşa etmiştir. Bir kişinin mesleği, yalnızca maddi üretimin bir parçası değil, aynı zamanda kendini ifade etme ve topluma katkıda bulunma yoludur. Eğer bu bağ koparsa, bireyin toplumla ve kendiyle kurduğu ilişki de ciddi bir dönüşüm geçirebilir. Bu noktada insanın kendi hayatına anlam katma çabası gündeme gelecektir.
Ben bu konuda endişeli değilim. Çünkü bu büyük değişimler hep yaşandı ve kimse işsiz kalmadı. Matbaa çıktığında katipler, bilgisayar çıktığında ofis çalışanları, laptoplar çıktığında veri girenler gibi bu liste çok uzun ama işler bereketlenir, devran döner durur.
Bilim
İlmi keşifler, insan bilgisinin sınırlarını genişleterek yeni sorular ve olasılıklara doğru anlamak ve bilmek kapasitemizi arttırır. Yazarlar, önümüzdeki dönemde yapay zekanın bilimsel keşiflerin temel itici gücü olacağını ifade ediyor. Yapay zekanın karmaşık ve büyük ölçekli sistemleri anlamak yeteneği, insan bilgisini derinleştirmek ve büyütmek potansiyelini gösteriyor. Yapay zeka, geçmişte olduğu gibi bilişim sistemlerinin mühendislik veya sosyal araştırmalarda gösterdikleri başarılarla sınırlı kalmayacak. Bilakis gelecekte, ekonomiden biyolojik yaşama, iklimden literatüre kadar hemen her sahada sistemleri yeniden tasarlayabilecektir.
Tarihin her döneminde, bilimsel çabaların odak noktasında insan sağlığının yer aldığını görürüz. Yüzyıllardır sağlıklı bir şekilde daha uzun yaşamanın çaresini arıyoruz. İnsanlık sağlık konusunda çok önemli ilerlemeler göstermiş olsa da gidilecek uzun bir yol olduğu aşikar. Yazarlar, günümüzde yapay zekanın yaşamın ve insan bedeninin kodlarını derinlemesine anlayarak tıp alanında devrim yarattığını iddia ediyor. AlphaFold gibi araçlar protein yapılarının haritasını çıkararak yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesini sağlıyor. Bu teknolojiler, sadece yeni ilaçlar bulmakla kalmıyor, tedavilerin bireylerin genetik ve metabolik özelliklerine göre kişiselleştirilmesini de mümkün hale getiriyor. Google’ın geliştirdiği yapay zekâ algoritmaları, diyabetik retinopati gibi hastalıkların erken teşhisinde kullanılabiliyor. Böylece tıp, yalnızca tedavi edici değil, aynı zamanda önleyici bir nitelik kazanıyor. Butterfly Network tarafından geliştirilen taşınabilir ultrason cihazları, yapay zekâ destekli görüntüleme teknolojisi sayesinde sağlık hizmetlerine erişimi daha kolay ve uygun maliyetli hale getiriyor.
Tıpta kaydedilen ilerlemeler, yalnızca mevcut sorunları çözmekle kalmıyor; aynı zamanda insan bedeninin sınırlarını aşmaya kadar gidiyor. CRISPR gibi gen düzenleme teknolojileri, hastalıkların tedavisinde devrim yaratırken, aynı zamanda gelecekte genetik olarak daha dirençli bireyler olmamızı mümkün kılabilir. Ancak bu tür müdahalelerin ne kadar etik olduğunun kararı gerekiyor. Ölümün, insan varoluşunun kaçınılmaz bir parçası olup olmadığı sorusu, bu tartışmaların merkezinde yer alıyor. Bu soruya yanıt vermeden önce insanın yaşamanın ne anlama geldiğini keşfetmeleri gerektiğine inanıyorum.
Bilimin hizmetinde yapay zeka yalnızca insan yaşamını dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda gezegenimizin geleceğini de şekillendirmek gücüne sahiptir, desem aşırıya kaçmamış olurum.
Yazarlar, mesela, yapay zeka destekli atmosferik modelleme ile gezegenimizin karmaşık iklim sistemini daha net anlayabileceğimizi, karbonun atmosferden yeraltına taşınması gibi süreçleri optimize edebileceğimizi, karbon uzaklaştırmak ve güneş jeomühendisliği gibi yenilikçi çözümlerle iklim değişikliğinin en ciddi etkilerini hafifletebileceğimizi söylüyorlar.
Yapay zekânın bir diğer önemli katkısı da çevresel krizlere müdahale etme yeteneğidir, diyor yazarlarımız; volkan patlamaları gibi ani doğal felaketlere veya nükleer kış tehdidine karşı gerçek zamanlı çözümler geliştirebilen bu sistemler, ekolojik yıkımları önlemek potansiyeline sahip olduğunu iddia ediyorlar. Enerji sektöründe yapay zekâ ile sürdürülebilirlik hedefleri, karbon içermeyen enerji kaynaklarının tasarımı ve üretimi ile desteklenebilir. Bu sadece gelişmiş ülkeler için değil, iklim değişikliğinden en çok etkilenen gelişmekte olan ülkeler için de büyük fayda sağlayabilir.
Ama tabii ki bunların hepsi bize ve niyetimizin ne olduğuna bağlı, değil mi?
Strateji
20. yüzyıl, insanlık için büyük zorluklar ve fırsatlarla dolu bir dönemdi. Dünya savaşları, sömürgeciliğin kağıt üzerinde sona ermesi, bağımsızlığını kazanan bir çok devletin varlığı, teknolojinin ilerlemesiyle sanayinin gelişerek sistemleşmesi, toplumsal ve siyasi yapıları köklü bir şekilde değiştirdi. İnsanlığın, bu süreçte önemli ilerlemeler kaydettiği aşikar. Ancak küresel eşitsizlikler ve küresel güçler arasındaki çatışma riski gibi sorunlar varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Tarih boyunca insanlık, geliştirdiği araçları ihtiyaçlarına göre şekillendirdi. Ancak bu kez durum farklı mı? Yazarlar, akıllı makinelerin ve yapay zekanın insanın sınırlarını artık aştığını söylüyor. Bu durumda karşımızda bir ikilem var: Makineleri daha insana benzer hale mi getirmeliyiz, yoksa insanları makineleştirmeye mi yönelmeliyiz? Bu soruya verilecek yanıt, yalnızca bir teknoloji meselesi değildir. Daha çok etik, toplumsal ve felsefi temelleri olan bir “tercihtir”. İnsanlar, makinelerle bütünleşmeyi seçebilir. Bunun beyin-makine arayüzleri ya da genetik mühendislik gibi teknolojilerle gayet mümkün hale geleceği ifade ediliyor. Peki ne pahasına? Bunu size bırakıyorum.
Yazarlar bu noktada bir stratejiye ihtiyacımız olduğuna dikkat çekiyor. Konusu teknoloji olan, ancak etik ve insani değerlere dayalı bir stratejiden bahsediyoruz. Yazarlara göre insanlık, teknolojiyi kendi değerleriyle uyumlu bir şekilde şekillendirmek ve bu sürecin kontrolünü elinde tutmak için birlikte hareket etmelidir. Kusurlarımızın farkında olmak, bu kusurları düzeltmeye çalışırken insanlığımızın özünü kaybetmemek, parıltısını söndürmemek büyük önem taşır. Teknolojiyi bir ortak olarak değerlendirirken, kendi değerlerimizi ve insan kimliğimizi korumayı öğrenmemiz, daha da önemlisi öğretmemiz gerekiyor.
Önümüzdeki dönemin yalnızca mantık, matematik ve algoritmalar üzerine değil; aynı zamanda insan olmanın ne olduğuna, yani özüne dair daha derin bir anlayışa ihtiyaç duyduğuna inanıyorum."