Dünyada ABD dolarının bol olduğu dönemlerde sadece faizi kullanarak içeri çekilen sıcak para ekonomiyi dışa bağımlı hale getirdi. Sıcak para girişi azaldığında kur arttı, büyüme düştü ve cari açık sorununa kalıcı bir çözüm üretilemedi.
Çok hareketli bir haftanın içindeyiz. Geçtiğimiz hafta sonu Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınıp yerine Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun atanması yeni bir süreci de beraberinde getirdi.
Elbette Sayın Kavcıoğlu’nun işi zor. Zira hem pandeminin ekonomi tarafında Merkez Bankası’nın üzerinde oluşturduğu yük hem de Ağbal’dan kalan miras çok ağır. Çünkü Ağbal ayrılırken ardında %19 politika faizi, buna rağmen düşmeyen enflasyon ve bir türlü tersine dönmeyen dolarizasyon bıraktı.
Dahası Ağbal’ın uyguladığı IMF tandanslı neo-liberal reçeteye iman etmiş piyasa aktörleri, Ağbal’ın görevden alınmasının cezalandırılacağına yönelik ifadelerle kurun hareketlenmesine ve ülke risk primlerinin artmasına neden olan açıklamalar yaptı ve adımlar attılar.
SERMAYE KONTROLÜ YAPILACAK MI?
Geçtiğimiz hafta pazar günü Asya piyasalarının açılmasına saatler kala New York merkezli bir danışmanlık şirketi artık Türkiye’de temel senaryonun “sermaye kontrolleri” hatta daha fazlası olabileceğine yönelik bir rapor yayınladı. Peki ne demek bu sermaye kontrolü?
Sermaye kontrolünü kabaca; döviz kurunun seviyesini kontrol etmeye ve sermaye giriş-çıkışlarını engellemeye yönelik olarak yapılan yasal düzenlemeler veya düzenleyici kurumların aldığı önlemler olarak ifade edebiliriz.
Peki Türkiye’de sermaye kontrolü olacak mı? Cevap kesin bir şekilde “hayır”. 2018 Ağustos’undaki spekülatif kur atağının ardından da çokça dile getirilen ancak hiçbir şekilde hükümetin gündemine dahi gelmeyen bu uygulamaya gerek olmadığını sanırım aklı başında herkes biliyor. Ama amaç başka tabii.
YÜKSEK FAİZ İŞE YARADI MI?
Bu sorunun da cevabı “hayır”. Çünkü daha önce de ifade ettiğim gibi Türkiye’nin enflasyon kompozisyonu salt talep bazlı şekillenmiyor.
Türkiye’nin enflasyonla mücadelede başarılı olması için atılması gereken çok daha yapısal adımlar var. Ancak Ağbal’ın benimsediği ekolün kullandığı “sıcak paracılık” palyatif bir tedbir.
Bu yüzden etkili olması mümkün değil. Tıpkı geçmişte kalıcı bir etki oluşturmadığı gibi…
Daha açık yazayım, dünyada ABD Doları’nın bol olduğu dönemlerde para politikası araçlarından sadece faizi kullanarak içeri çekilen sıcak para ekonomiyi dışa bağımlı hale getirdi. Sıcak para girişi azaldığında kur arttı, büyüme düştü ve cari açık sorununa kalıcı bir çözüm üretilemedi. Oysa söz konusu dönem Türkiye’nin pek çok yapısal sorununu çözmesi için inanılmaz fırsatlar sunmuştu. Bu bakımdan; o günlerde bu fırsatları kullan(a)mayan isimlerin bugün çıkıp kendilerini çözüm için adres göstermesi ve TCMB’deki başkan değişikliğini eleştirmesi samimi bulmadığımı ifade etmeliyim.
Öte yandan şunu ifade etmeliyim; vadedilenleri yerine getirmek için yüksek faiz işe yaramadı ama sıcak paracıların çıkarları adına görevini layıkıyla yaptı.
FAİZİ ARTIRINCA MI KREDİBİLİTENİZ ARTIYOR?
Meseleyi asla kişiselleştirmiyorum ancak ilginçtir ki Merkez Bankacılığı ve hatta bankacılık tecrübesi olmayan Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı'na atanmasına gösterilmeyen tepkinin hem pratik hem de akademik olarak bankacılık bilgi ve birikimine sahip Kavcıoğlu’na gösterildiği bir sürece şahitlik ediyoruz. Biraz samimi olursanız bunun piyasalara “güven” vermekle hiçbir ilgisi olmadığını bunun yerine para politikasının piyasalar(!) her istediğinde istenilenden daha fazla “faiz” verecek bir eksene oturtulmasından kaynaklandığını anlarsınız. Elbette Merkez Bankası bağımsızlığı önemli bir kavram. Ancak bağımsızlık şemsiyesi altında ülke ekonomisini sıcak paraya ve finans sektörünün çıkarlarına bağımlı hale getirmenin de kabul edilemez olduğunu ifade etmeliyiz.
#ABD
#Dolar
#Faiz
#Sıcak para
#Ekonomi