Aylık ekonomi dergisi Z Raporu’nun Kasım sayısında ‘Yeni enerji jeopolitiği’ başlığıyla Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki gelişmeleri ve Karadeniz'den çıkarılan gazın uluslararası enerji politikalarına nasıl yansıyacağı inceleniyor.
Ortadoğu’daki petrol havzalarını genel olarak üç büyük grupta değerlendirmek mümkündür. Bunlar İran, Irak ve Basra Körfezindeki petrol havzalarıdır. İran’daki 160 km uzunluğundaki Huzistan’daki ilk petrol yatağı 1911’de işletmeye açılmıştır. Huzistan dışında Kum kenti civarında da önemli petrol yatakları bulunduğu bilinmektedir. İran petrollerinin önde gelen ithalatçıları Günye Kore, Çin ve Hindistan’dır. İran sahip olduğu ya da Hazar Bölgesindeki ülkelerden gelen petrol ve doğal gazı tankerler ve boru hatlarıyla dünya pazarına sunmaktadır. Örneğin planlanan Neka-Jask Petrol Boru Hattı tamamlanması durumunda günlük 1 milyon varil ham petrolü Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Rusya’dan Neka Limanına kadar getirebilecektir.
Ülkedeki petroller tankerler ve Kerkük-Ceyhan, Irak-Ürdün ve Irak Stratekik Boru Hattı gibi boru hatlarıyla çeşitli pazarlara sunulmaktadır. Ancak son dönemde başta DAEŞ olmak üzere birçok terör örgütü ve muhalif Irak petrol boru hatlarına çeşitli saldırılar düzenleyerek bu enerji hatlarının güvenliğini tehdit etmektedir. Bu nedenle Irak ve Suriye’deki barış ve istikrarı sağlamaya çalışan uluslararası aktörler enerji nakil hatlarının güvenliği konusuna büyük önem vermektedir.
Üçüncü olarak Ortadoğu bölgesinde Basra Körfezindeki petrol havzaları incelenebilir. Bu bölgedeki en verimli havzalar Suudi Arabistan’da Damman, Fadhili, Haradh, ayn Dar, Katif, Abu Hadriye, Abkaik, Dahran ve Bukka; Kuveyt’te Burgan, Mağva, Ahmedi ve Wafra, Katar’da Duhan, Birleşik Arap Emirlikleri’nde Abu Dabi, Dubai ve Liva Emirlikleri çevresindedir.
Basra Körfezindeki petrol ve petrol ürünleri boru hatları ve deniz taşımacılığı ile dünyanın çeşitli bölgelerine ihraç edilmektedir. Bölgedeki petrolün deniz yoluyla taşınmasında Hürmüz Boğazı, Bab’ül Mendeb Boğazı, Süveyş Kanalı, SUMED Boru Hattı ve Türk Boğazları hayati öneme sahip transit geçiş noktalarıdır. EIA’nın raporuna göre Hürmüz Boğazından 2016 yılında günlük 18,5 milyon varil petrol geçmiştir. Süveyş Kanalı ve SUMED Boru Hattı ise bölge petrollerinin Ümit Burnundan dolaşmaya gerek kalmadan varacakları noktaya 1 ya da 2 hafta önce gitmesini sağlamaktadır. Türk Boğazları ise hem Kafkasya’da üretilen petrolün ulaştırılmasında hem de Ortadoğu petrollerinin Rus limanlarına varabilmesine olanak tanımaktadır. Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’da vuku bulan çatışmalar ve savaşlar bu enerji nakil hatlarının güvenliğini doğrudan etkilemiş ve enerji ithalatçısı aktörleri enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için yeni yollar aramaya mecbur kılmıştır.
2020’de çıkan haberlere göre Hazar Denizinin sadece Azerbaycan’a ait kısmında yaklaşık 60 milyon ton civarında yeni petrol rezervi bulunmuştur. Orta Asya ve Kafkasya bölgesi petrolleri, sürekli savaş ve çatışmalar yaşanan Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının güvenliğinin tehlikede olduğundan AB, ABD ve Çin gibi küresel aktörlerin enerji kaynaklarının çeşitliliği açısından hayati değere sahiptir. Ancak bu bölgede de SSCB’nin yıkılmasının ardından Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Rusya anlaşmazlıkları, Çeçenistan Savaşı, renkli devrimler ve terörist ve radikal grupların varlığı enerji kaynakları ve nakit hatlarının güvenliğini zaman zaman tehlikeye düşürmektedir.
Diğer yandan SSCB’nin halefi olan Rusya’nın ‘yakın çevre’ diye adlandırdığı bu bölgede kurmak istediği hakimiyet enerji politikalarında da açıkça görülmektedir. Moskova buradaki petrollerin dünya pazarına aktarılmasında tek söz sahibi olmak isterken, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan gibi yeni bağımsız devletler Batılı aktörlerle enerji işbirliğine giderek Rus çıkarlarına aykırı adımlar atmaktadır. Bu noktada Avrupalı devletler ve ABD, Rusya karşısında bölge devletlerini güçlendirecek ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı da Batı’nın Rusya karşısında enerji alanında geliştirdiği önemli bir proje örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca İran da Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin enerji politikası açısından önemli diğer bir aktör olarak değerlendirilebiir.
Son zamanlarda Libya Savaşı nedeniyle uluslararası kamuoyunun gündemine gelen Kuzey Afrika ülkeleri de petrol kaynaklarına sahiptir. Libya, Cezayir, Tunus gibi ülkeler kendi petrollerinin üretimi ve taşınması yanında Sahraaltı Afrika’dan da çeşitli petrol ve petrol ürünlerinin başta Avrupa olmak üzere farklı bölgelere aktarılmasında köprü görevi görmektedir. Ancak Arap Baharı sonrasında bir türlü durdurulamayan Libya iç savaşı gibi krizler bu bölgenin enerji güvenliğine büyük tehlike arz etmektedir.
Türkiye’nin etrafında petrol kaynakları açısından önem arz eden diğer bölgeler ise Akdeniz, Karadeniz ve Ege gibi deniz bölgeleridir. Doğu Akdeniz’de kanıtlanmış petrol kaynakları yanında Karadeniz’de de petrol arama çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Exxon-Mobil, Shell, Chevron, Total, Rosneftt ve Petrobras gibi enerji şirketleri Karadeniz’de petrol arama çalışmalarında bulunmaktadır.
Yine BP raporlarına göre, toplam yaklaşık 76 trilyon kübik metrelik doğalgaz rezerviyle Ortadoğu, bölgesi dünyanın en fazla kanıtlanmış doğalgaz rezervi bulunan bölge konumundadır. Ortadoğu’nun doğal gaz kaynakları bakımından en zengin ülkesi ise İran’dır. İran gazı çeşitli güzergahlardan dünya pazarına ulaşmakta ya da ulaştırılması planlanmaktadır. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
Korpeje–Kordkuy Boru Hattı İran, Rusya, ABD ve AB Ortadoğudaki doğal gazın çıkarılması ve taşınmasında etkili aktörlerdir. Örneğin İran’dan sonra Ortadoğu’nun doğal gaz bakımından ikinci zengin ülkesi olan Katar, ABD’nin de teşvikiyle, 2009’da bu gazını Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştıracak bir boru hattı projesini Suriye’ye önerdi. Ancak İran ve Rusya ile yakın ilişkileri olan Esed yönetimi Katar’ın bu teklifini geri çevirdi.
Diğer yandan Ortadoğu’daki doğal gaz ihraç eden ülkelerin enerji işbirliği tercihleri bölgedeki diğer ülkelerle ve küresel aktörlerle ilişkilerini şekillendirmektedir. Örneğin Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra Mısır’da iktidara gelen Abdülfettah es-Sisi, Suudi Arabistan ile yakınlaşırken bilhassa Doğu Akdeniz meselesi sonrasında Türkiye, Katar ve Libya’nın uluslararası tanınırlığı olan Serrac Hükümeti ile gergin ilişkilere girmiştir. Yine babasının ardından tahta geçe Katar Emiri El Tabi’nin İran’a yakınlaşma düşüncesi de diğer Körfez ülkelerinin tepkisine neden olmuştur.
Doğal gaz kaynaklarına sahip Libya ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkeleri Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmektedir. Yakın zamanda Doğu Akdeniz’de keşfedilen devasa doğal gaz kaynakları bölgesel ve küresel aktörlerin ilgisini bu bölgede yoğunlaşmıştır. Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları hususunda GKRY, İsrail, Yunanistan ve Mısır’ın oluşturduğu blok Fransa, Rusya ve ABD gibi küresel aktörler tarafından desteklenmektedir.
Esasında Doğu Akdeniz’deki krizin fitilinin GKRY tarafından 2007 yılında ateşlendiğini söylemek mümkündür. GKRY, KKTC’nin ve Türkiye’nin deniz sahalarındaki haklarını görmezden gelerek adanın tek söz sahibi olarak bu bölgedeki enerji kaynaklarının araştırılması ve çıkarılması hususunda ihale duyurusunda bulunmuştur. 2007 yılı sonrasında da Rum kesiminin bu tutumu devam etmiş, 2013 ve 2016 yıllarında da çeşitli enerji şirketleriyle görüşme ve anlaşmalarda bulunmuştur.
2018 yılı sonlarında Exxon Mobil’in GKRY yakınlarındaki arama faaliyetlerine cevaben Türkiye’nin bölgeye Fatih Sondaj Gemisini göndermesi Doğu Akdeniz’deki suların kaynamasına neden olmuştur. Sonrasında ise Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun bir şekilde Libya’nın BM tarafından da tanınan hükümeti ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Anlaşması Yunanistan ve GKRY tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Yunanistan, bahsedilen anlaşmada Girit, Karpathos ve Rodos Adalarının Türk kıta sahanlığı içerisinde gösterildiğini ve Yunanistan’ın egemenlik haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
Türkiye devam eden süreçte Atina’nın hak iddia ettiği bölgeye Oruç Reis gemisini göndererek arama çalışmalarını başlatmıştır. Yunanistan’ın da cevaben savaş gemilerini Oruç Reis’in çalışma yaptığı alana göndermesiyle sıcak çatışmanın eşiğinden dönülmüştür. Halihazırda Ankara ile gergin ilişkilere sahip Mısır’daki Sisi yönetiminin de Yunanistan ve GKRY tarafından yer alması da, bölgedeki krizi daha da derinleştirmiştir. Fransız Başkan Macron’un da Türkiye’nin Akdeniz’deki girişimlerine fevri bir yaklaşımla bölgedeki diğer aktörleri desteklemesi sorunu çetrefilli kılmıştır.