Hayrettin Karaman, Mehmet Acet, Zekeriya Kurşun, Kemal Öztürk ve Merve Şebnem Oruç'un yazılarının en dikkati çeken bölümleri:
"2009 yılında ortaya çıkan ve merkezi bir yönetimi bulunmayan, hakkında çok farklı şeyler söylenen dijital para birimi bitcoin alıp-satmak, yatırım amaçlı bulundurmak (altın bulundurmaya benzer şekilde) caiz midir?”
Yukarıdakine benzer soru mektupları alıyorum. Cevap vermeden önce bu sanal para nedir, bunu uzmanlardan öğrenelim:Bu ayın 11’inde 5.719 dolardan işlem gören sanal para bitcoinin fiyatı bugünlerde 9.028 dolar olmuş, kısa sürede bu kadar değer kazanan başka bir para birimi olmadığı için de bitparaya ilgi giderek artıyor. Bilgisayar ortamında işleme konan çok sayıda sanal para içinden biri (bitcoin) öne çıktı. 2009’da kendini Satoshi Nakamoto diye tanıtan ve daha sonra ortalıktan yok olan biri Bitpara Sistemi'ni kurdu. Kurucusu 'gölge' kurucu olduğu gibi, sistem de bütünü ile 'gölge'; sorumlusu kim, merkezi nerede, hesaplarını kim denetliyor, paralar nereye gidiyor belli değil.
Kendi başımdan geçen küçük bir hadiseyi anlatarak başlayayım.7 Haziran 2015 seçimlerine gidilirken, o yılın mayıs ayında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile Trabzon ve Karabük mitinglerini izlemek üzere bir uçak yolculuğu yapmıştık.
Seçim dönemlerinde desteksiz atma konusunda daha bir coşkulu olduğunu bildiğimiz CHP lideri, o günlerde yine inanılması güç bir iddia ortaya atmıştı.Demişti ki: Türkiye’de aylık geliri 200 liranın altında olan 17 milyon insan var. İddia, dönemin Başbakanı Davutoğlu tarafından hemen yalanlanınca uçak sohbetinde konuyu açtım. Kılıçdaroğlu ile aramızda sorulu-cevaplı şöyle bir diyalog geçti:
Uzun zamandır birbirine rakip, hatta düşman olan ve vekalet savaşlarıyla birbirini tehdit eden İran ve Suudi Arabistan aynı zamanda büyük bir kimlik bunalımı da yaşamaktadırlar.
Siyasi hayatını, bürokratik oligarşi ile mücadele ederek geçirmiş Erdoğan’ın bu konuşmayı yapması, nedense beni çok etkiledi. Erdoğan çarpışarak üstesinden geldiği, bürokratik oligarşinin, bu kez kendi partisinde, kendi yönettiği hükümet ve bürokrasi içinde oluştuğunu ilk kez ve net biçimde ifade etmiş oldu.Bence büyük hayalleri olan AK Parti hareketi için son derece dramatik, acı ve düşündürücü bir durumdur bu.
Yıllarca baskı rejimlerinden, bürokratik oligarşiden, derin devletten çok çekmiş, artık özgür, adil ve güçlü bir ülkede yaşamak için yola çıkmış, her türlü fedakarlığı göze almış idealist bir ekibin büyük hayalleri vardı.O ekibin, Erdoğan liderliğinde, Cumhuriyet tarihinde yapılmamış muazzam reformları, değişimi gerçekleştirdiğine hepimiz şahit olduk. ‘Sessiz devrim’ kavramı, sanırım AK Parti’nin ilk on yılı için söylenmiş en güzel sözdü.
ABD ve İngiltere 100 yıldır uluslararası politika alanında hemen her konuda aynı saftaydı. 1. Dünya Savaşı ile başlayan ittifak, 2. Dünya Savaşı ile, –İngiltere küresel politika belirleyiciliğindeki rolünü ABD’ye bıraksa da– devam etti. ABD’nin kas gücünü oluşturduğu, İngiltere’ninse akıl hocalığını yaptığı bir ittifak gibi yorumlanan bu “özel ilişki”, İngiliz ve Amerikalılar tarafından da adeta bir kibirle doğrulanıyordu; Londra’nın ana parlamentoyu, Washington’ın yürütme gücünü temsil ettiği liberal değerler üzerine kurulu sistem tüm dünyanın takip edeceği global bir standart oluşturuyor deniyordu. Savaş sonrası dünyaya yayılan liberal serbest ticaret sistemi bir Anglosakson modeliydi; küresel ticaret, ekonomi, diplomasi ve medyanın dili İngilizce oldu. Beş Göz İstihbarat İttifakı gibi NATO, IMF ve Dünya Bankası vb. kurumların temeli de Winston Churchill ile Franklin D. Roosevelt arasında 1941’de imzalanan Atlantik Bildirisi’ne dayanır.