Türkiye’nin 2016’da karşı karşıya kaldığı 15 Temmuz hain darbe girişimi, ülke ekonomisinde de olağanüstü bir dönem yaşattı. Artan riskler, ekonomik göstergeleri negatif yönde etkiledi. Türkiye ekonomisi, aradan geçen dört yıllık sürede tortularını hala atamadığımız mali dengesizliklerle karşı karşıya kaldı. Darbeyi püskürtmeye çalıştığımız ilk günlerde mali piyasalarda yaşadıklarımız; daha sonra üretim, istihdam, ihracat, yatırım gibi ekonominin temel dinamiklerinde kalıcı hasarlar bıraktı.
Darbe ve darbe girişimlerinin; bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketler olduğunu 15 Temmuz hain kalkışmasından önceki yaşadıklarımız itibariyle iyi bilen bir ülkeyiz. 15 Temmuz öncesi yapılan operasyonlarla ekonomik açıdan Türkiye’ye zarar vermeye çalışan FETÖ şebekesi, 15 Temmuz'da askeri bir darbe ve işgal planı uyguladı. Türk halkının basireti ve vatanseverliği sayesinde bu girişim başarısız oldu ancak sonrasında ekonomik açıdan ablukaya alınmaya çalışılarak yöntem değişikliğine gidildi. Bu darbe girişiminin hedefinde sadece mevcut siyasi istikrar değil, istikrarlı bir şekilde büyüyen Türkiye ekonomisinin de olduğu sonraki gelişmelerden çok net ortaya çıktı. Türkiye’nin ekonomik büyüme performansı, artan refah seviyesi, dış yatırımcılar için cazibe merkezi olmasıyla sürekli yükselen bir grafik çizmesi, birilerini ciddi şekilde rahatsız etmişti.
Darbe girişimi olarak dillendirilse de perde arkasına bıkıldığında bu kalkışmanın bir ‘işgal projesi’ olduğunu net. Anadolu topraklarını içimizdeki ihanet şebekeleri üzerinden ele geçirmeye çalışanlara fırsat vermedi bu millet. Aynı anlayışla ihanetin ekonomik zararlarını azaltmak için de çalıştık. Ancak yedi düvele karşı direnerek savuşturduğumuz ihanetin bir maliyeti ve ekonomiye faturası vardı. Bunu bugün daha iyi anlıyor ve bu konuda daha net hükümlere varabiliyoruz.
Türkiye’yi işgal etmek isteyenlerin elinde şüphesiz ki sadece tank, top, uçak ve helikopter yoktu. İşgalin en önemli boyutu belki de nihai hedefi ekonomik olanıydı. On yıllarca Türkiye’nin kaynaklarını faizle sömürenlerin amacını tam da burada iyi anlamak lazım. 90’lı yıllarda merkezi hükümet bütçesinin yüzde 105’ini faizle aşıran sistemi unutmadık. Gezi olayları öncesinde faizler yüzde 4,6’ye indiğinde nasıl çılgına döndüklerini gördük. Dört yıl önce karşı karşıya kaldığımız ihanetin en önemli amaçlarından birinin de yüzde 8,4’e kadar gerilemiş faiz oranlarını zıplatmak olduğunu da biliyoruz. Yüzde 11-12 bandında hareket eden faiz oranlarının Türkiye’ye maliyeti büyük. Özet formülü şöyle: Bir puanlık faiz artışının Türkiye ekonomisine yıllık maliyeti 5 milyar dolar.
Anadolu insanını emeğini çalanlar; boğazın sırtlarında purolarını yakıp kadehlerini tokuştururken kurdukları menfaat çarklarının duracağını anladıklarında fitne ateşini yakmakta gecikmiyorlar. Geriye dönüp baktığımızda bunun ‘iki kere iki dört’ derecesinde değişmeyen bir işgalci taktiği olduğunu anlamakta zorlanmıyoruz.
Milletin feraseti ve inancı ile üstesinden geldiğimiz işgal hareketinin maddi boyutu sadece mali piyasalardaki kayıplarla sınırlı değil tabi ki… 3 bin dolarlık milli geliri 10 bin dolara çıkarın ve dünyanın 16'ıncı büyük ekonomisi olan Türkiye; 2023 hedeflerine doğru koştuğu bir anda büyük bir çelme yedi. Çok kapsamlı bir teşvik ve yatırım seferberliğini başlatmaya hazırlanan Türkiye; 16 Temmuz sabahında büyük bir işgali önledi. Önemli ekonomik kayıpları olan bir ülke olarak yoluna devam etmek zorunda kaldı Türkiye. Geleceğimize kast etmek isteyenler emeğimize göz dikmişti çünkü. Enerjimizi ve zamanımızı çaldılar. Bizi üçüncü dünya ülkelerinin listesine yazmak isteyenler; amaçlarına tam olarak ulaşmasalar da büyüme hızımızı frenlediler maalesef. Önemli rakamlarla yatırımcı çektiğimiz bir dönemde, bizi kanatlandıracak rüzgarın yönü tersine çevrilmeye çalışıldı.
Art niyetli derecelendirme kuruluşlarının darbecileri desteklercesine Türkiye’yi kötü gösterme çabası sonucunda doğrudan yabancı sermaye girişi azaldı. Sıcak para akımları da geçmiş yıllara oranla azalarak çok düşük seviyede kaldı. Vatandaşlarda ve kurumlarda güvensizlikten kaynaklanan önemli bir döviz talebi oluştu. Dünyanın önemli ekonomileri arasında yer alan Türkiye, küresel boyuttaki stratejik önemi ve cazibe merkezlerinden biri olması sebebiyle dış etkenlerden ister istemez etkilenmektedir. Dolayısıyla, bu süreçte Türkiye ekonomisinde yaşananlara, darbe girişimi sonrası gelişen diğer olaylar etrafında da bakmak gerekir. Darbe girişiminin ekonomiye etkileri alınan kararlarla zayıflatılmaya çalışılsa da Türkiye’nin darbeden sonraki ilk bir yılda yaklaşık 50 milyar dolara yakın bir kayıp yaşadığı biliniyor.
İhracatçımız pazar kaybetme tehlikesi yaşadı. Hükümetin ve iş dünyasının yurt dışında yürüttüğü imaj düzeltme çabaları aylar sürdü. Bunu çok önemsiyorum. Çünkü yurtdışından siparişler iptal oldu. Alım grupları gelmemeye başladı. Sokaklarında tankların olduğu, Meclisinin bombalandığı bir ülkeye kim gelir? Türkiye için önemli bir kırılma noktası olan bu konuda gerçekten büyük emekler verildi. İhracat kanalları açık tutuldu. Aslında Türkiye’de ekonominin çarkları hiç durmadı. Ürettiğimizi pazarlama ve satma noktasında önemli bir iş başarıldı.
Bugünkü tablo bir bakalım. Türkiye ekonomik olarak ayakta kalmayı başardı. Borsa İstanbul, 15 Temmuz ihanetinden bir yıl sonra tarihinde ilk kez 100 bin puan sınırını aştı. Bu yılın başında ise 122 bine kadar yükseldi. Ekonomimiz büyümeye devam etti. Mega proje yatırımları sürüyor. İstanbul Havalimanı’nı gibi bir dünya devini hizmete aldık. Yediğimiz çelmeyle tökezledik. Ancak kısa sürede toparlandık ve bugün daha güçlüyüz. Türkiye yeniden yükselişte.