Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin ABD’den F-16 talebine ilişkin yaptığı açıklamada, F-35 programına ödenen 1,4 milyar doları hatırlatarak, “Ödediğimiz para karşılığında mevcut F-16 filomuzun genişletilmesi alınması ve elimizdeki F-16’ların modernizasyonu bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Mesele daha yeni şekilleniyor” dedi.
Türkiye, Rusya ve ABD ilişkilerine ilişkin soruları yanıtlayan Kalın, Türkiye’nin ABD’den F-16 talebi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden ile yapacağı ikili görüşmede ele alınacak konulara ilişkin önemli mesajlar verdi.
Milliyet'te soruları yanıtlayan Kalın şunları söyledi:
F-35 tabii ki önemli bir teknoloji ve bizim birinci tercihimiz, hakkımız olan F-35’leri almaktır. Fakat yaptırımlardan dolayı savaş uçakları filomuzu güçlendirme projesinden vaz geçecek değiliz. ABD ile bu kriz aşılırsa Türkiye tekrar programa girer, oradaki F-35’lerimizi alırız; çözülmezse ve sorun bir müddet daha böyle kalırsa, biz de alternatif arayışlarımıza devam ederiz.
Türkiye’yi S-400 almaya sevk eden süreci herkes biliyor ve biz hala bunun müzakere yoluyla çözülebilecek bir sorun olduğu kanaatindeyiz. Ama Amerika tarafının, özellikle Kongre ayağında Türkiye karşıtı belli çevrelerin, bunu bahane ederek yaptırım uygulamak gibi bir yola tevessül ettiğini de üzülerek görüyoruz. Bu müttefiklik ilişkisine sığan bir şey değil, Türk-Amerikan ilişkilerine zarar veren bir durum. Bu bölgede ortak yapabileceğimiz, atabileceğimiz adımları da engelleyen ve öteleyen bir yaklaşım tarzı bu. Türkiye kendi savunma ihtiyaçlarını egemen bir ülke olarak belirler ve buna göre gerekli adımları atar. Bizim öncelikli tercihimiz tabii ki müttefiklerimizle birlikte hareket etmek, onlarla ortak projeler yapmaktır. Biz kimseden hibe istemiyoruz, ‘favor’ (iyilik) beklemiyoruz. Biz kendi paramızla bu teknolojiyi almak ve geliştirmek istiyoruz. Caatsa yaptırımlarının haksız, yersiz ve hukuksuz olduğunu defalarca ifade ettik ve biz de bu konuda ısrarcı bir şekilde Amerikan yönetiminin bu tavrını gözden geçirmesi gerektiğini söylüyoruz. Türkiye’nin stratejik önemini görmemek, ancak stratejik körlükle izah edilebilir.
Türkiye’nin Suriye’de yaptığı askeri operasyonlar meşru müdafaa hakkı çerçevesinde yapılan müdahalelerdir. Çünkü Türkiye’ye dönük terör tehdidini biz yaşıyoruz, sınır güvenliğimizi sağlamak bizim en doğal hakkımızdır. Bunların hepsi meşru nefs-i müdafaa çerçevesinde değerlendirilmesi gereken müdahalelerdir. Orada yaptığımız hiçbir müdahale DEAŞ ile mücadeleyi zayıflatmamış, tersine teröre çok ciddi darbe vurmuştur. Bu temelsiz ve talihsiz ifadeler aslında Trump döneminde de kullanılmıştı. Argümanlarına baktığınızda bunun ne kadar zayıf olduğunu görüyorsunuz, Trump döneminde kullanılan dilin hemen hemen aynısını orada da tekrar etmişler. Bizim açımızdan bunun bir bağlayıcılığı yok, çok bir önemi de yok açıkçası. Çünkü biz kendi ulusal güvenliğimizi, sınır güvenliğimizi, Suriye’nin barış ve istikrarını sağlamak için atmamız gereken adımları egemen bir ülke olarak kendimiz kararlaştırıp atarız.
Mevcut savaş uçaklarının ötesinde teknolojiler geliştirmek mümkün. Son olarak envantere alınan Akıncı TİHA bu alanda atılmış çok önemli bir adım. 5-10 yıl sonra Türkiye yerli ve milli teknoloji hamlesiyle bu alanlarda çok daha ileri projelere imza atacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Dolayısıyla F-35 ve diğer alanlarda elbette hakkımızı savunacağız ama ambargolar bizim kararlılığımızı asla azaltmayacak.
İlişkilerimizi darboğaza sokan iki tane temel konu var. Birincisi FETÖ terör örgütünün Amerika’daki mevcudiyeti ve buna karşı herhangi bir ciddi adım atılmamış olması, ikincisi ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği desteğin devam etmesi. Buna ilave olarak S-400 meselesinden dolayı uygulanan CAATSA yaptırımları ve Türkiye’nin F-35 programından çıkartılması var. Stratejik öncelikler doğru belirlenirse, Amerikan yönetiminin atması gereken adımlar bellidir. FETÖ’ye karşı kararlı adımlar atılması, onların oradaki Türkiye aleyhine faaliyetlerine son verilmesi, ayrıca PYD/YPG’ye verdikleri desteği sonlandırmaları. Son tahlilde bunları da biz müzakere ederek, konuşarak çözeceğiz. Dolayısıyla Roma’da yapılacak ikili görüşme, bunun için de önemli bir fırsat. Cumhurbaşkanımız oraya iyi bir hazırlıkla gidecek ve yapılacak görüşmeden sonra pozitif bir gündemle bu ilişkileri daha iyi bir zemine oturtmak ve ilerletmek için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Tabi muhataplarımızın Cumhurbaşkanımızın ve Türkiye’nin bu konudaki iyi niyetini doğru okuması gerekir. G-20 ve hemen ardından Glasgow’da yapılacak İklim Zirvesi münasebetiyle Cumhurbaşkanımızın özellikle küresel ekonomi, pandeminin etkileri, salgın sonrası toparlanma, iklim ve diğer konularla ilgili de tabii ki muhatabına ileteceği konular var.
Türkiye savunma sanayinde ve diğer alanlarda alternatifsiz bir ülke değildir. Bu alternatifler yerli milli ürünlerimiz olabilir, Rusya olabilir, Avrupa pazarı olabilir, başka yerler olabilir. Burada biz kendi ulusal çıkarlarımız ve önceliklerimiz çerçevesinde bize en uygun şartlarda getirilen teklifleri her zaman değerlendirdik. Yani aynı teklif Amerikalılar için de geçerli, uygun şartlarda bize bir teklif getirmeleri halinde Patriotları almamız da söz konusudur. Buna olumlu bakarız, ama bunun bizim beklediğimiz, kabul edebileceğimiz şartlarda olması gerekir. Nedir bu? Fiyattır, teslim tarihidir, ama en önemlisi de ortak üretim yani teknoloji transferidir. S-400 konusu devam ediyor bir süreç olarak, ama biz diğer alternatiflerin hepsine yakından bakmaya devam ediyoruz.
Özellikle İdlib’de son dönemde yaşanan ateşkes ihlalleri ve saldırılar konusundaki hassasiyetimiz Cumhurbaşkanımız tarafından dile getirildi. İdlib’de temel kaygımız bir bölgeyi kontrol etmek değil, yeni bir göç dalgasını önlemek. Bunun sahada doğru yönetilmesi için ilgili arkadaşlarımız Rus mevkidaşlarıyla yakın temas içinde olmaya devam ediyor. Terör unsurları var ise bunlara karşı alınacak tedbirler de görüşülür, ama bunu bahane ederek ateşkesin ihlal edilmesi ve saldırı yapılması sürece zarar verir. Bu mesajı net bir şekilde ilettik.