Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Ofisi'nde, TBMM Başkanlığının katkılarıyla İstanbul Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi tarafından düzenlenen Tarih, Siyaset ve Ülkelerarası İlişkiler Bakımından "Uluslararası Deniz Hukuku ve Doğu Akdeniz Sempozyumu"nda konuştu.
Erdoğan, "Bölgede Dağlık Karabağ'ın işgaliyle başlayan krize artık bir son verilmesinin vaktinin gelmiştir. Ermenistan'ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarını derhal terk etmesiyle bölge yeniden barışa ve huzura kavuşacaktır. Bunun dışındaki tüm dayatmalar ve tehditler sadece haksız ve hukuksuz olmakla kalmayacak, Ermenistan'ı şımartmaya devam edecektir. Yaşanan son gelişmeler, bölgede nüfuz sahibi tüm ülkelere gerçekçi ve adil çözüm yöntemlerini devreye sokmaları konusunda bir fırsat tanımıştır. Bu fırsatın en iyi şekilde değerlendirilmesini umuyoruz" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Minsk üçlüsü denilen Amerika, Rusya, Fransa'nın 30 yıldır sorunu çözmediğini belirterek, şunları söyledi:
"Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar" yani hakikatin kıvılcımı farklı fikirlerin çarpışmasıyla ortaya çıkan sözünü hatırlatan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Hangi konuda olursa olsun, istişare etmek, farklı fikirlere ve tekliflere kulak vermek, tenkitleri dikkate almak gerekir. İstişare eden, Peygamber Efendimizin buyurduğu üzere, hiçbir zaman pişmanlık duymaz. Biz de 40 yılı aşkın süredir içinde bulunduğumuz siyasette ve hayatımızın diğer alanlarında daima istişareye önem verdik. İlim meclislerinin bereketinden istifade etmenin hep çabası içinde olduk. Özellikle ülkemizi ve milletimizin geleceğini ilgilendiren meselelerde farklı görüşleri her zaman dikkate aldık. Bu hassasiyetimizin meyvesini hem siyasi hayatımızda hem de devlet idaresinde sürekli olarak neticesini topladık. Sizlerden vicdanınız ve fikirlerinizle sözleriniz arasına sütre çekmeden, kanaatlerinizi açık yüreklilikle paylaşmanızı istirham ediyorum. Unutmayınız, ülkeyi yönetme sorumluluğunu omuzlarında taşıyan devlet adamları olarak bizim burada dile getirilecek önerilere çok ihtiyacımız var. Sizlerin samimiyetle ortaya koyacağı her alternatif bizim için değerlidir, yol gösterir. Sempozyumun sonuçlarının sadece bilim insanlarımızın, tarihçilerimizin, diplomatlarımızın, öğrencilerimizin değil, biz siyasetçilerin de ufkunu genişleteceğine inanıyorum."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Akdeniz'e dair konuların son dönemde Türkiye ile beraber dünyadaki birçok devletin de ana gündem maddesini oluşturduğunu belirtti.
Kıyısı olsun olmasın pek çok ülkenin, burada yaşanan hadiseleri yakından takip ettiğini aktaran Erdoğan, küresel siyasetin, özellikle son bir aç aydır Akdeniz eksenli gelişmelerle şekillendiğini söylemenin yanlış bir tespit olmayacağını dile getirdi.
Akdeniz'in en uzun kıyı şeridine sahip bir ülkesi olarak elbette Türkiye'nin de gündeminde bu bölgedeki gelişmelerin önemli yer tutuğunu ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
Uluslararası enerji şirketlerinin de devreye girmesiyle Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz jeopolitiğinin merkezine oturmuştur. Burada bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Türkiye'nin bölgeye yönelik ilgisini, sadece enerji kaynaklarıyla sınırlamak, sığ bir değerlendirme olacaktır. Her şeyden önce Türkiye, bir Akdeniz ülkesidir. Biz burada tarih boyunca olduğu gibi misafir değil, ev sahibiyiz"
Dün 482. yıldönümü kutlanan Preveze Deniz Zaferi'nin, ülkenin Akdeniz'deki köklü varlığının en görkemli sembollerinden olduğunu belirten Erdoğan, "1538 senesinde Barbaros Hayrettin Paşa'nın komutasında kazanılan bu şanlı zaferle Akdeniz'deki Türk hakimiyeti tesis edilmiştir. İnsanlık tarihi boyunca pek çok medeniyete beşiklik etmiş bu coğrafya, asırlarca sürecek bir barış, huzur ve istikrar iklimine kavuşmuştur. Literatüre Osmanlı Barışı olarak geçen bu dönem, aynı zamanda Akdeniz'in ticari ve siyasi bakımdan altın çağıdır. Bu asırlar, Akdeniz havzasıyla beraber Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın da en huzurlu dönemidir. Bu vesileyle vefatının 500. yıldönümüne ulaştığımız Osmanlı'nın denizlerdeki hakimiyetinin öncüsü Yavuz Sultan Selim Han'ı da rahmetle yad ediyorum. Kısa sayılabilecek padişahlığı döneminde ülkesinin doğu sınırlarını güvenlik altına alan, Mısır'ı feth ederek Hilafeti Osmanlı'ya taşıyan Yavuz'u içi boş hamasetle değil, mirasına sahip çıkarak anıyoruz" diye konuştu.
Erdoğan, İstanbul Boğazı'na yaptıkları 3. Köprü'ye, bu şanlı padişahın adını vermiş olmalarının ona olan hürmetlerinin en son örneği olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonraki asırlarda Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla Akdeniz'de tesis edilen Osmanlı barışının maalesef büyük yara aldığını ve sömürgecilik faaliyetlerinin hız kazandığını söyledi.
Son günlerde Akdeniz'de gerilimi tırmandıranların da yine aynı zihniyetin temsilcileri olduğunu ifade eden Erdoğan, "Akdeniz'de Osmanlı medeniyetinin ve barışının mirasçısı bir millet olarak bu coğrafyada huzur ikliminin yeniden tesis edilmesini istiyoruz. Türkiye, Akdeniz'de gerilimden değil, barıştan, işbirliğinden, hakkaniyet ve adaletten yanadır. Doğu Akdeniz'de emperyalist yayılmacılığa nasıl karşıysak, tek taraflı emrivakilere de aynı şekilde karşıyız. Akdeniz bizleri ayıran değil, bizi birbirimize yakınlaştıran, birleştiren, işbirliğimizi güçlendiren bir denizdir. Öyle olmalıdır, öyle kalmalıdır. Cezayir'den Mısır'a, Libya'dan Tunus'a, Filistin'den, Türkiye'den Yunanistan'a, İtalya'dan İspanya'ya kadar tüm ülkeleri ve halklarıyla Akdeniz büyük ailemizin çatısıdır, yuvasıdır. Akdeniz'deki sorunları birbirimizi dışlayarak değil, bölgedeki tüm aktörleri aynı masa etrafında buluşturarak çözebiliriz. Türkiye'nin ve KKTC'nin içinde adil şekilde yer almadığı hiç bir denklemden Akdeniz barışı çıkmaz" diye konuştu.
Sevilla Haritası'na da tepki gösteren Erdoğan, şöyle devam etti:
"Kim nerede, nasıl bu haritanın çizgilerini çekti? Bunlar zor iş değil ki. Hemen biz de şimdi İstanbul Üniversitesi ile Marmara Üniversitesine 'Siz de şöyle bir harita çalışması yapın.' diye bir ricada bulunsak, herhalde süratle bir harita bu iki güzide üniversitemizde hazırlar, biz de bunu dünyaya sunarız. Bunlar zor işler değil. Bunların yaptığı da bu zaten. Bütün mesele bunlar için öncelikle bakış açısının değişmesi gerekiyor. Doğu Akdeniz meselesi çok boyutlu, geniş bir perspektifle ele alınmalıdır. Bu meselenin 20 yılda nasıl çıkmaza sürüklendiğine bakmadan, doğru ve hakkaniyetli bir çözüme ulaşılamaz."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsviçre Bürgenstock'ta yapılan Kıbrıs görüşmelerinde yaşananları da anlatarak, şunları kaydetti:
"O zamanlar tabii Kofi Annan sağ idi. Çalışmalarımızı geceli gündüzlü orada yaptık ve bu çalışmalardan sonra masaya oturuyoruz ve Güney Kıbrıs tarafı, 'Biz çekiliyoruz.' dediler. Kofi Annan dedi ki 'Benim sözüm var. Erdoğan'a ben birkaç kez (Bu işi yapmak için gayret ettim başaramadım. Tekrar bu işe girmek istemiyorum.) dedim. Erdoğan da bana, (Masadan kalkan Türkler olmayacak.) dedi. Ben de kendilerine söz verdim. Tekrar bu sözden dönemem. Bu iş bu akşam burada bitecek.' dedi. Bu kadar ısrarlı olunca Kofi Annan, bu defa onlar da artık geri adım atamadılar. Ama ne oldu? Tabii referandum var haftasında, referanduma gidildiğinde bu defa Türkiye tarafı bu işe yüzde 65 'Evet' derken, Güney Kıbrıs tarafı yüzde 75 'Hayır' dedi ve buna rağmen Güney Kıbrıs Avrupa Birliğine kabul edildi. Burada bir de bir söz vardı. O da 'İdari ve mali bütün sorumluluklar Avrupa Birliği tarafından yerine getirilecektir.' dendi. Kuzey Kıbrıs'a karşı bunlar da yerine getirilmedi. O zamanlar komisyon içinde olan Alman Verheugen birçok kez Türkiye'deki üniversitelerde verdiği konferansta da bunları hep anlatmıştır. Türkiye'nin haklılığını anlatmıştır. Bunlar her zaman yalandan yana olmuşlardır. Dürüst davranmamışlardır. Bundan sonra da dürüst davranmayacaklardır. Çünkü bu bir karakter meselesi."
Erdoğan, Kıbrıs meselesi Türkiye ile Yunanistan bağlamında tartışılsa da meselenin temelinde Yunanistan ve Rum yönetiminin 2003'ten bu yana devam eden "haksız ve maksimalist deniz sınırı iddiaları" olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
"Kıbrıs meselesi çözülmeden, Avrupa Birliği'ne üye yapılan Rum kesimi Kıbrıs Türkleri'ni yok sayarak, 2003'te Mısır ile 2007'de, Lübnan ile 2010'da İsrail ile anlaşmalar imzalamıştır. Rumlar kanunla da yetinmemiş, 2007 yılında ruhsat sahaları belirlemiş, uluslararası ihaleler açmış ve 2011 yılında ilk sondajı gerçekleştirmiştir. Türkiye'nin ve Kıbrıs Türkleri'nin bu süreçte gösterdiği iyi niyetli çabalara gereken önem verilmedi. Özellikle Avrupa Birliği, diplomasi fırsatlarını değerlendirmediği gibi Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin şımarıklıklarına boyun eğdi. Avrupa Dayanışması adı altında uluslararası hukuk ayaklar altına alındı. Bu tablo karşısında biz de 2018 yılından itibaren kendi yolumuzda ilerlemeye başladık. Özellikle Libya ile imzaladığımız Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma Anlaşması ile ülkemizin ve Libya'nın Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerini koruduk. Uluslararası Deniz Hukuku açısından ülkemizin elini daha da güçlendirdik."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs meselesinde hem uluslararası hukuk hem de deniz hukuku açısından haklı olmanın getirdiği özgüven ile hareket ettiklerini dile getirerek, şunları söyledi:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sempozyumun başarılı ve verimli geçmesini diledi.
TBMM Başkanlığının katkılarıyla İstanbul Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi tarafından düzenlenen Tarih, Siyaset ve Ülkelerarası İlişkiler Bakımından "Uluslararası Deniz Hukuku ve Doğu Akdeniz Sempozyumu"nun açılışı konuşmaları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından yapıldı.
Bugün "Geçmişten Bugüne Doğu Akdeniz ve Deniz Hukuku" başlıklı oturumun gerçekleştirildiği sempozyum kapsamında yarın online olarak "Uluslararası İlişkiler Bakımından Doğu Akdeniz ve Oniki Ada", "Uluslararası Deniz Hukuku: Sorunlar, İlkeler ve Çözümler" ile "Uluslararası Deniz Hukuku Bakımından Doğu Akdeniz'de Türkiye ve Komşu Kıyıdaş Ülkeler" başlıklı oturumlar gerçekleştirilecek.