Cumhuriyetin 100. yılında büyük hazırlıklar yapan Türkiye, bu amaçla Türkiye Yüzyılı vizyonunu ortaya koydu.
Maarif Platformu Başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak da Türkiye’nin Türkiye Yüzyılı vizyonundaki en önemli eksikliğe dikkat çekerek, yer alması gereken asıl önceliklere dair bir yazı kaleme aldı. Türkiye Yüzyılı projesindeki “maarif davamız” boşluğunu anlatan Çakmak, bu amaçla hazırlanan “Maarif Platformu Milli Eğitim Çağrısının” muhtevasını özetledi.
Çakmak, 'milli eğitim' vurgusu yaptığı yazısında “Türkiye eğer kendi eğitim ve bilim-üniversite modelini teşkil ederse, önce gönül coğrafyamızda sonra, Dünyada bir eğitim merkezi haline gelebilir; ülkemiz eğitim model ve araçlarının en büyük ihracatçısı halini alabilir. Ancak bu yolla dolayısıyla bir medeniyet ve kültür merkezi haline gelebilir”. dedi.
"Maarif Platformu, “Türkiye Yüzyılı Projesi”nin en önemli basamağının yerli ve milli bir muhtevaya sahip eğitim sistemi ve müfredatı olduğunu düşünüyor. O yüzden eğitimden maarife, öğrenciden talebeye, öğretmenden muallime, ilimden irfana geçişi önceleyen, eğitimi bilgi meselesi olmaktan çıkarıp medeniyet meselesi haline getirilmesini isteyen bir 'milli eğitim' çağrısı yaptı.
Platform olarak, “Türkiye Yüzyılı Projesi”nin en önemli basamağının yerli ve milli bir muhtevaya sahip eğitim sistemi ve müfredatı olduğuna inanıyoruz.
Milli Eğitim Çağrısında, eğitimi tekniğe ve sathi çözümlere boğulmaktan kurtaracak esaslı formülleri gündeme getirilmektedir. Medeniyetimize, kültürümüze, değerlerimize ve çağa muvafık bir anlayışla ders kitapları ve müfredat geliştirme üzerine de ilmi ve felsefi çalışmalar yapılması teklif edilmektedir.
Çağrıda, son seçim sonuçlarının iyi analiz edilmesi ve çıkarılan derslerden ortaya çıkan çözümlerin bir an evvel uygulamaya geçirilmesi de yer almaktadır.
Son seçimin verdiği en çarpıcı dersin şu olduğuna inanıyoruz: Hükümetin yürüttüğü kalkınma hamleleri maarif ve kültür dikkate alınmadan yürütüldüğünden “fikri iktidar” henüz tesis edilemedi. Son yirmi yıl içinde dev hizmetlerin altına imza atıldı. Hayal denilenler gerçekleştirildi. Terör bastırıldı. Bütçeden en büyük pay eğitime ayrılmıştı.
Bu başarılara rağmen ülkenin ulaştığı seviyeyi takdir etmeyen, savunma sanayiin yüz akı projelerle iftihar edemeyen, hatta ülkede mutlu olmayan ve dışarıya kaçmak isteyen gençlerin çoğalmasını nasıl açıklayabiliriz? Refahı artan kesimi ve özellikle gençlerin tercihlerine baktığımızda son derecede düşündürücü bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Son yirmi yılda Hükümet diğer alanlarda onca yenilikler ve gelişmeler ortaya koyduğu halde eğitimin çağdışı felsefi temellerini ve geri kalmış epistemolojik esaslarını yerinden oynatamadı.
Gençlik arasında inançsızlık, kimliksizlik ve sorumsuzluk dalga dalga yayılıyorsa; aşağılık kompleksi umumi bir araz halini almışsa bunda, tarihi gerçeklere, kültür ve medeniyetimize, inanç ve değerlerimize ayna olamayan mevcut müfredatın payı büyüktür.
Bu çerçevede kendimize soracağımız en önemli bir soru şu olmaktadır: Büyük bir çaba ile tarihimizdeki ve medeniyetimizdeki zenginlikleri ortaya çıkaran günümüzün en büyük bir bilim tarihçisi Fuat Sezgin’in ortaya çıkardığı bilim tarihi gerçekleri müfredatta hak ettiği yeri alamadı. Dünyaca ünlü bilim tarihçisi Fuat Sezgin, Ortaçağda bilimin kurucularının ecdadımız ve Müslümanlar olduğunu kapsamlı çalışmaları ile ortaya çıkardı. Bu gerçekler Batılılarca da kabul edildiği halde müfredatçılarımızca hala görmezden gelinmektedir.
Sezai Karakoç, eğitimin hedefini yitirdiğine, amaçsız ve misyonsuz sürdürülen bir faaliyet halini aldığına dikkat çeker. Türkiye'nin Maarif Davası başlıklı eserinde Nurettin Topçu, 'hedefsizliği” temel sorun olarak görür ve “eğitim sisteminin bütün kademelerinde 'ruhsuzluk' hâkim” diyerek eğitimin kökündeki probleme dikkat çeker.
Bediüzzaman “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır” derken; bu düşmanlara karşı “sanat, marifet ve ittifak” üçlüsünü çözüm olarak sunar. Çünkü okullarımızın yetersizliğinin kaynağı; (1) Öğrenilenlerin marifete dönüşememesi (hikmet/ marifet/ideal yerine kuru bilgiye/sınava odaklı eğitim) (2) Sanat ve meslek öğretememesi (meslek okulların ölüme mahkum edilmesi; uygulama ve araştırmadan yoksunluk) (3) Eğitimin muhakeme ve düşünme yeteneğini geliştiremeyen ezberci-tek doğrulu yapısı ile ihtilafların ve karmaşanın kaynağı olmasıdır.
Çağın İmam-ı Gazalisi gibi, günümüz problemlerine reçete sunan Bediüzzaman sadece itikat konusunda değil, eğitim/bilim, hakikat, edebiyat, sanat ve belagat konularını yeniden fikir süzgecinden geçirdi ve kendi bakış açımızı teşkil etti. Başta Türkiye olmak üzere İslam âleminin geri kalmışlığına-fakirliğine, ihtilaf ve ırkçılık illetine ve cehalete karşı çözüm formülü ve çıkış yolları sundu.
Hulasa, Türkiye'deki eğitim sisteminin temel çıkmazı, yönsüzlüğü, medeniyet iddialarını yitirmesi ve kendi değerli fikir adamlarımızı dikkate almamasıdır. O halde asıl ihtiyacımız olan şey, insanımızı içine düştüğü taklitçilik ve eziklik komplekslerinden kurtaracak, kendi kurucu şahsiyetlerini ve kendi bilimini ve kendi referans sistemlerini kuracak bir modelinin hayata geçirilmesidir.
Eğitimi okula ve binalara hapseden merkezi sınavlar, kanser gibi eğitim sistemini çürütmekte, içini yiyip bitirmektedir. Zorunlu eğitim; meslek icrasını, ziraat faaliyetlerini, üretim ve girişimcilik duygusunu öldürmekte ve herkesi üniversitede okumaya ve terlemeden kazanma yollarına yönlendirmektedir. Her girenin mezuniyetine yol veren üniversite eğitimi ve mevcut merkezi sınav sistemi, alakasız kesimlerde bile üniversite diploması alma isteğini doğurmaktadır. Bu yüzden ülkemiz Almanya ile yaklaşık aynı nüfusa sahip olduğu halde üç kat daha fazla üniversite öğrencisine sahip bulunmaktadır.
Mevcut müfredat ve ders kitaplarından tarihimize ve kültürümüze ait değerleri ve kutsalları kovan mevcut müfredatla yol alamadığımız ve başkalarının kuralları ile kral halini alamadığımız yıllarca görüldü. Çözüm sanatı ve bilgiyi ahlak ve maneviyat içerisinde öğretecek, eğitimi bir medeniyet yürüyüşü haline getirecek yeni bir yapılanmada görülüyor.
Sağlık, hukuk, eğitim gibi akla gelen her kamu kesimi ticaret alanı haline gelmişse, her fırsatı menfaate dönüştüren ticaret anlayışının ortadan kalkması için yapacaklarımız belli: Eğitim; yaratılış, mizaç ve öğrenme profilini esas alan düzleme çekilirse; “kuşu yüzmeye ve balığa uçmaya” zorlayan yapıdan kurtarılacaktır. Aynı şekilde bizden Batı’ya geçen ve bugün Almanya gibi Batı ülkelerinde başarılı bir şekilde uygulanan usta-çırak ilişkisine dayalı mesleki eğitim usullerinin çağa uygun olarak yeniden gündeme getirilecektir.
Kutsalı kalmayınca müfredatın, millisi kaybolunca eğitimin makamını her türlü menfaate alet eden yetkililer çoğalmaktadır. Sadece bilgi öğreten ve malumat istifçiliği ile yetinen eğitimin ticarete ve her türlü ilişkilere ahlakî otorite getirmesi mümkün olamamaktadır. Malumat istifçiliği ile yetinen eğitim yolsuzluklara çare olamamakta; helal ve haramı, töre ve ahlakı yerleştirmek mümkün olmamaktadır. Çözüm, ecdadımızın geçmişte Lonca teşkilatı (ahilik okulu) örneği ile gösterdiği gibi sanat ve mesleği ahlak içinde öğretmektir. Çünkü öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir.
İlmin kadın ve erkeğe farz olduğu medeniyetimizde “eğitim” ve “zorunlu” kelimesinin yan yana gelmesi, ülkemizdeki en büyük eğitim yanlışlarından birisidir. 4+4+4 zorunlu eğitimi köyü boşaltmanın ve mesleği öldürmenin aracı oldu. Sanayici esnaftan sürekli duyduğumuz söz: “Çırak bulamıyoruz“. Hangi iş verenle karşılaşsanız nitelikli ara işgücü bulamamaktan şikayet etmektedir. Diploma fabrikaları haline gelen üniversiteler nedeniyle, buradan mezun olan gençlerin ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Bu mezunlar ara iş gücüne talip olmuyor. Hâlbuki bir üniversite mezununa karşılık piyasada en az beş on kat insan gücüne ihtiyaç var. En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olmasına bakarsak plansız yükseköğretim SOS veriyor. Üniversite mezunlarına ülkenin ihtiyacı yok. Çocuklarınızı üniversitelere gönderip hayatlarını karartmayın çağrısında bulunuyorlar işverenler. Mesleki eğitimin değil lisenin zorunlu olduğu şu ortamda meslekler yavaş yavaş ölüme mahkûm oluyor.
Ülkemizde yerli ve milli eğitim/maarif potansiyellerinin ve alternatiflerinin yönünü/önünü tıkayan tevhid-i tedrisat, Milli Eğitim Temel Kanunu ve tekelci müfredat; halka rağmen, kendi halkını dışlayan ve ona güvenmeyen uygulamalardır. Ülkemiz için yerli eğitim modelleri geliştirenler hiç gündemde olmadıysa, sebebi Tevhid-i Tedrisat uygulamasıdır.
Müfredat üzerindeki tevhid-i tedrisat gibi tekelci yapının, merkezi müfredat uygulamalarının kalkmasının en önemli getirisi kendimize ait özgün modelleri hayata geçirme şansının doğması olacaktır. Çözüm insanımıza bırakılsaydı, bin yıldır ülkeye âlim, arif ve hâkim insanlar yetiştiren ecdadımızın büyük bir muvaffakiyetle uyguladıkları okul sistemleri, çağın gerekleri ile birleşerek yeniden arz-ı endam edecekti.
Tevhid-i tedristla öğretmenlerin modern dünyada vizyonlarını daraltan müfredat tekelini kaldırdığımızda çocuklara hayattan uzak çağdışı müfredatlar, dayatılmış olmaktan kurtarılacaktır. Okullarımızın, kendini besleyen kaynaklarına dönerek, köklerini bulması ve ruhuna/manaya kavuşmasının kısa ve kestirme bir yolu varsa o da: Müfredat tekelinin kaldırılması, tevhid-i tedrisat uygulamasına son verilmesidir.
Türkiye eğer kendi eğitim ve bilim-üniversite modelini teşkil ederse, önce gönül coğrafyamızda sonra, Dünyada bir eğitim merkezi haline gelebilir; ülkemiz eğitim model ve araçlarının en büyük ihracatçısı halini alabilir. Ancak bu yolla dolayısıyla bir medeniyet ve kültür merkezi haline gelebilir.
Türkiye tarihi ve kültürel birikimi ile geçmişte İslami değerlerle insanlığı kucakladığı aslî misyonuna, yüzyıllar boyu verdiği karşılıksız hizmet rolüne tekrar çağrılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın sadece İslam âlemi ve Afrika’dan değil, Balkanlardan ve dünyanın pek çok yerinden, hatta uzak kıtalardan bile gördüğü büyük teveccühün arkasında bu çağrının olduğunu düşünüyoruz.
Dolayısıyla Türkiye yüzyılı sadece ülkemizde değil tüm diğer ezilen ve sömürülen insanlığın kurtarılmasına ve bu tarihî role bir çağrı anlamına geliyor.
Ülkemize eğitimle ilgili konularda fikir, düşünce, plan, proje ve bilgi üretmek için bir araya gelmiş hamiyetperver gönüllülerden oluşan Maarif Platformu olarak, ömrünü vatan ve milletine adayan çok kıymetli Cumhurbaşkanımıza ve yürütmeyi elinde bulunduran kadrolarımıza güveniyoruz ve Türkiye yüzyılı hedefinin en kısa zamanda amacına ulaşacağına inanıyoruz.
Bu nokta-i nazardan Maarif Platformu olarak müktesebatımızca ortak derdimiz, ortak meselemiz olan maarif davamıza elimizden gelen her türlü katkıyı sunmak noktasında hazır olduğumuzu maalmemnuniye ifade etmek isteriz."