1976-1990 yılları arasında okurla buluşan Mavera dergisinin Türk edebiyatına katkıları Gölcük Belediyesi’nin ev sahipliğinde iki gün boyunca konuşuldu. 7 Güzel Adam olarak tanıdığımız derginin kurucu kadrosunu bir de çocuklarından dinledik.
Mavera, bir yaşama biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını güdenlerin edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir. Bu sözlerle 1976 yılının Aralık ayında Mavera dergisini kuran ekibi biz Yedi Güzel Adam olarak tanıyoruz. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan tarafından Ankara’da yola çıkan Mavera dergisi daha sonra yayın hayatına İstanbul’da devam etti. 1990 yılında kapanan dergi edebiyat dünyasına da pek çok yeni isim kazandırdı. Mavera dergisinin edebiyat dünyasındaki yeri geçtiğimiz hafta sonu Gölcük Belediyesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen Mavera Dergisi Sempozyumunda akademisyenler tarafından sunulan bildirilerle ele alındı. Bu sempozyumun ev sahibi olan Gölcük Belediye Başkanı Ali Yıldırım Sezer hem gelen konuklarla tek tek ilgilendi hem de bir ezber bozarak sempozyumu iki gün boyu tüm oturumları takip ederek notlarını aldı. Sempozyumun bir başka önemli ismi ise Anadolu Mektebi Kurucusu Prof. Dr. Saim Güçlü’ydü. Prof. Dr. Ali Kurt’un editörlüğünde sempozyumdaki sunumlar ise önümüzdeki aylarla kitap olarak okurla buluşturulacak.
Gölcük Belediyesi tarafından Türk edebiyat tarihini dergiler üzerinden ele alan sempozyum serisinin altıncısı olan Mavera Dergisi Sempozyumu’na paralel Alim Kahraman ise özel koleksiyonundan Maveradan adlı bir sergi açtı.
Mavera’nın hikayesi Maraş’a uzanır
Bugün üzerine pek çok akademik tez ve kitap çalışması yapılan Mavera Dergisinin kurucu ekibinin hikayesi Maraş’a uzanıyor. Nesilleri yazdıkları şiir, roman ve hikayelerinin yanında aktivist kimlikleriyle de etkileyen Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören ve Akif İnan Maraş Lisesi’nde öğrencilik yıllarında tanışıp arkadaş olurlar. Lise yıllarında ilk yazılarını Maraş’ta çıkan Hamle dergisinde yayımlayan ekip üniversiteyi okumaya İstanbul’a gelirler ve burada Nuri Pakdil ile Sezai Karakoç’un yönlendirmesiyle Necip Fazıl Kısakürek ile tanışırlar. Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu dergisi bu genç ekip için büyük öneme sahiptir. Necip Fazıl ile tanışmalarını Alaeddin Özdenören ile yaptığım bir söyleşi de şöyle anlatmıştı: “Nuri Pakdil, Bitlis’te askerde iken bize mektup gönderiyor ve İstanbul’a gittiğimizde Sezai Karakoç’u bulmamızı istiyordu. Biz de Cahit’le İstanbul’da ilk iş olarak Sezai Karakoç’un yanına gittik. Sezai abi de bizi bir gün sonra Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştıracağını söyledi. Cahit gelmedi. Sezai Karakoç ve ben, Üstad›ın Kızıltoprak’daki evine gittik. Necip Fazıl da o günler cezaevinden yeni çıkmıştı. Karşımda üstadı görünce çok heyecanlanmıştım.”
Halıcı dükakınında kurulan dergi
Öğrencilik yıllarında Necip Fazıl’la dostluk kuran ekip, Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş ve Nuri Pakdil’in çıkardığı Edebiyat Dergisi’ni de ilgiyle takip eder buralarda da yazılarını yayımlarlar.Okul bitince Ankara’ya taşınıp burada işe girerler. Dostlukları ise devam eder. Bu edebi dostluk yeni bir dergi ve yayıncılık fikrine evrilir ve 1976 yılında Mavera dergisini ve Akabe Yayınlarını kurarlar. O günleri yıllar sonra bir röportajında Rasim Özdenören şöyle anlatıyor: “Nasıl edelim nasıl olur derken bir gün bir fırsat zuhur etmiş. Ben Maraş’taydım. Bizim Bünyan Halıcı Saim Altunbaş, halıcılığı bırakıp traktör römorku imalatına başlamış. Saim Beyin Bayındır Sokak 30/C’de bir dükkanı vardı. Kızılay’da bazen vakit dara düştüğü zaman oraya gidip namaz kılardık. Saim Bey işte bu dükkanı, bizimkilere isterse kullanabileceklerini söylemiş. Cahit durur mu? Kendine has gözü karalığıyla hemen koşmuş ‘Akabe Kitap-Yayınevi’ diye bir levha yazdırmış. Bir çivi bulundu ya gerisi kolay. Dört nal beş çivi bir at nasıl olsa bulunur. Derken herkes seferber olmuş. Kimi hanımının bilezikleri, kimi maaşını kimi emekli sandığından aldıkları borç paraları koymuşlar. Bu arada belediyeye ait Zafer Çarşısı’nda 8 metrekarelik bir kitapçı devren kiralık olduğunu duşmuşlar. Gözü kara Cahit koşmuş, 10 dakikada anlaşmış, taksitlerle ödenmek üzere 110 bin lira hava parasına. Senet sepet bono borç derken bir anda iki dükkan çıkmış meydana. Daha önceki bir gelişimde Cahit benden bir dilekçe almıştı. ‘Ankara Valiliğine’ hitaben. ‘Mavera aylık edebiyat dergisini çıkarıyoruz, bilginize arz ederiz’ mealindi. Ben bir dahaki gelişimde Mavera’nın ilk sayısı çıkmış Akabe ve Akabe 2 isimli dükkanları açılmış buldum. “
Ekip memuriyetten dolayı derginin işlerini yürütmekte zorlanınca derginin başına Erdem Bayazıt’ı geçirirler böylece 1977’de Erdem Bayazıt Maraş’tan Ankara’ya taşınır. 1990’a kadar okurla buluşan derginin etrafındaki edebi dostluk Yedi Güzel Adam imzasıyla hafızalara yazılır.
Bu güzel adamların hikayesini sempozyumda bir de çocuklarından dinledik.
En büyük gayreti Müslümanca düşünmek ve yaşamaktı
Necip Fazıl, İstanbul’dan Ankara’ya her geldiğinde ya Akif İnan’ın ya da Rasim Özdenören’in evinde kalırmış. Rasim Özdenören’in kızı Merve Özdenören İlter yine Necip Fazıl’ın Ankara’ya bir ziyaretinin anne ve babasının da Maraş’tan düğün dönüşüne denk geldiğini söylüyor. Babasının annesini o gece evde bırakıp Necip Fazıl ile buluşmaya gittiğini anlatıyor. “O yıllarda cep telefonu yok, ev telefonu yok. Annem gecenin bir yarısına kadar babam gelmeyince epey merak etmiş” diyerek o ilk geceyi anlatıyor. Babasının iyi bir Müslüman olarak yaşamaya gayret ettiğini ifade eden İlter, “Babam Müslümanca yaşamayı ve düşünmeyi öğütlerdi. Kendisi de öyle yaşamayı önemsedi. Gelecek nesillere ve bize de bunu aktarmaya çabaladı” diye konuştu.
Necip Fazıl’la evcilik oynadık
Dergi ekibinden Akif İnan yazar ve şair kimliğinin yanında iyi bir hatipmiş. Bu yüzden de dergi adına yapılan söyleşilerde, konferanslarda genelde Akif İnan konuşurmuş. Aynı zamanda aktivist de olan İnan sendikacılık da yaptı. Özellikle 28 Şubat döneminde eğitim alanında verdiği mücadele unutulmaz. Akif İnan’ın kızı Banu İnan babasını “cömert, fedakar ama otoriter” bir insan olarak tamamlıyor ve ekliyor: “Evlat olarak çok düzgün yetişmemizi isterdi. Çok merhametliydi, otoritesini de sevgi ve saygı üzerinden göstermeyi önemlerdi. Banu İnan Necip Fazıl ile ilgili ise dört beş yaşındaki bir anısını şöyle anlatıyor: “ Bir gün Necip Fazıl, babam ve ben evdeyiz. Babamın bakkala gitmesi icap edince evde Necip Fazıl ile birlikte kaldık. Necip Fazıl’a benimle masanın altında evcilik oynamasını istedim. O da kabul etti masanın altına girdik bebeğimi ona verdim ayağında sallıyor. O sırada babam geldi “Üstadım” diye seslenip evde Necip Fazıl’ı arıyor. Necip Fazıl da masanın altından seslenince babamın o şaşkınlığını unutamam. Necip Fazıl Amca çocukları çok sever gelişte hediyeler getirirdi.”
Şiir şölenlerine giderdik
Ortaokul, lise yıllarında şiirden ve kompozisyonlardan derece aldığını bu ilgisini de ailece gittikleri şiir şölenlerine bağlayan Banu İnan “Ben de şiir yazıyorum inşallah bir şiir kitabı çıkaracağım” diye ekliyor. İnan, ilk şiir defterini ise Rasim Özdenören’den hediye aldığını ve o şiir defterini özenle sakladığını dile getiriyor. Nuri Pakdil’in Fransa’da olduğu yıllarda ise ondan bebek istediğini ve kendisine bebek hediye getirdiğini söyleyen İnan, Erdem Bayazıt’ın ise kendileriyle oyunlar oynadığını yine hatırlıyor. “Babam ve arkadaşları arasında çok iyi bir dostluk vardı. Maddi ve manevi birbirlerine destek oldular. Aynı zamanda dava adamlarıydılar. Aralarından en erken Cahit Zarifoğlu ayrıldı. Hatırlıyorum da Cahit Amcanın vefatından sonra babam aylarca gülmedi, konuşmadı, yemek yemedi. Çok büyük bir üzüntü yaşamıştı” diyen İnan hepsini hayırla yad ediyor.
Kitap okumamızı öğütlerdi
Erdem Bayazıt’ın oğlu Ökkeş Yusuf Bayazıt babasını 16 yaşındayken kaybettiğini ancak bu 16 yılı da dolu dolu yaşadığını söylüyor, Erdem Bayazıt’ın ilk evliliğinden iki kızı var. Eşi vefat edince ikinci defa evlenen Bayazıt’ın bu evliliğinden de iki oğlu dünyaya gelmiş. Ökkeş Yusuf Bayazıt, “Ben doğduğumda babam 53 yaşındaymış. Babamın emeklilik dönemine çocukluğum denk geldi. Benimle futbol ya da basketbol oynayamasa da hep pencereden izler hatta taktikler verirdi.“ Babasının en büyük öğüdünün kitap okumak olduğunu söyleyen Bayazıt, “Babam hangi mesleği seçersek seçelim kitap okumanın insanı mesleğinde iyi bir yere getireceğini söylerdi” diyor ve babasının son derece mütevazı bir insan olduğunun altını önemle çiziyor. Amcası Ahmet Bayazıt’ın ise Mavera ekibindeki görünmez kahraman olduğunu belirtiyor.
Şiir gibi bir babaydı
Betül Zarifoğlu Cahit Zarifoğlu’nun dört çocuğundan en büyüğü. Babasını erken yaşta kaybetmenin hüznünü yaşasa da o yılları evde babasıyla dolu dolu geçirdiğinin altını çiziyor. Zarifoğlu, “Babasımı erken yaşta kaybettim ama yazan bir babanın evladı olarak onun eserlerinde yıllar sonra da biz evlatlar olarak sorularımızın cevaplarını bulduk. Onunla sohbet etme imkanını kitaplarında bulduğumuz için kendimizi şanslı buluyorum” diyor. Babası ve arkadaşlarının memurluk görevinin yanında gazetede yazmaya, dergi ve yayıncılık yapmaya devam ettiklerini ve bir yandan da aktivist gibi yaşadıklarını ifade eden Zarifoğlu, şunları söylüyor: “Bu yoğunluğuna rağmen evde çocuklarıyla oynayan bir babaydı. Biz çocukların babama ayrı bir düşkünlüğü vardı. Öyle ki annem bizlere yaptırmak istediği şeyleri babama söyletirdi. Her akşam onu karşılamak için kapıya koşar yine her sofrada kim yanına oturacak diye yarışırdık. Babam eve gelince evde büyük bir coşku olurdu. Şiir gibi bir babaydı. “
Necip Fazıl babamın nikah şahidi olmuş
Yazdığı kitapları ailesine de imzaladığını söyleyen Zarifoğlu babasının Ağaçkakanlar adlı çocuk kitabını kendisine “ bir gün senin de çocuklar için yazacağını hayal ediyorum” temennisiyle imzaladığını söylüyor. Mavera ekibiyle ilgili ise Zarifoğlu şunları hatırlıyor: “Erdem Bayazıt amcalarla bir dönem aynı apartmanda oturduk. Rasim amcanın evinde çok sık toplantılar olurdu ve ailece edebiyat toplantılarına giderdik. Biz çocuklar bir odada oynarken onlar da diğer odada toplantılarını yaparlardı. Yine ekibin içindeki isimsiz kahramanlardan birisi de Erdem Bayazıt Amcanın kardeşi Ahmet Bayazıt’tır. Hepsi Necip Fazıl’a çok önem verirdi. Anne ve babamın evlenmesinde de o aracılık etmiş. Dedem babamı Necip Fazıl’a sorunca o da “ben de nikah şahidi olurum” diyerek kefil olmuş. Van’daki düğüne nikah şahidi olarak gitmiş. Bizim aile için bu anlamda da çok kıymetlidir. Babam ve arkadaşları için Necip Fazıl her zaman çok önemliydi.”