
Sevgili Adnan Merhaba
Dönemler geçtikçe etraf daha karmaşıklaşıyor. Ama saydamlaşıyor attığım bakışlar. Senden farklı olarak.
Okumak yazmak hevesimin büyük ideallerle örtüştüğü ilk gençliğimden bu yana. Kitaplar da her şey gibi idealist düşüncenin, tasarıların, mücadelenin bir vasıtası idi benim için. Kitaplarla yoldaşlığım rahmetli babamla başladı. Babam da senin gibi bir mücadele adamı, gazete yazarıydı. Evin bölük pörçük raflarında, oymalarında onun kitapları ve hatıralarıyla büyümekle edebiyata sadece estetik duyarlılıkla yaklaşabilmek mümkün değildi. O da tıpkı senin gibi mücadele hayatında hep hayal kırıklıkları yaşamıştı. Hayal kırıklıkları sadece hikâyeyi değil düşünceyi de katmanlı hale getiriyor. Herkesi ve her şeyi okuyup kendinde alfabeyi bile sökememek bir huy oluveriyor. Bu ülke her döneminde ideali olanlara, mücadesine anlam ve aşk katan her gence bir gün koca bir hayal kırıklığı armağan ederek onurlandırıyor.
Sevgili Adnan, ben de daha ilk gençliğimde kendimin odağında büyük fikirlere inandım. Senin köşene çekilip de bir türlü tamamlayamadığın romanın gibi kurmacalarım, şiirlerim, düşünce yazılarım vardı. Neyi, nasıl, ne kadar düşündüğünü bile henüz keşfedemeden... Yazmak aslında tamamlamakla ilgili bir şeymiş. Tefrikalardan sonra hemen hiçbir edebi metin parçalı haliyle yayımlanmadı. Teknik olarak eksilterek ama gövde olarak bütünlenerek vücuda gelen bir şeydi edebiyat. Hele ki şiir... Senin mücadele azmini, ülke sevdanı kendime örnek alırken ömrünün sonuna bırakmamayı yine senden öğrendim. Sen mücadelen ve savrulmaların arasında romanını bitiremedikçe ben yazdılarımı bir insan bedeninden sayfaların kitapların bedenine kavuşturmayı arzuladım. Çünkü senin hayatta en ihmal ettiğin şey romanın ve sağlığındı. Ben seni tanıdıktan sonra bu ikisine daha çok sahip çıkmakla yükümlüydüm artık.

Sevgili Adnan, sen ben dediğimiz işte bu topraklar, hevesler, insanlar. İşte sen nasılsan bu ülke de öyle. Dünün mağdurları bugünün mağrurları. Dünün değerleri bugünün vasıtaları. Ben bunları önce babamın hatıralarından sonra senden öğrendim. Bu kadar dalgalı denizde yol alan ülkemde olan bitene şaşırmamayı senden. Her dönemin kendine has yontulmuş doğruları ve alkışları olduğunu senden. Hayret duygusunu kaybetmeye başlamak kalbinden de kayıplar verdiriyor insana. Şaşırtmıyor kim ne yapsa. Kalbinden verilen kayıp yeni ve büyük acılara da müsaade etmiyor. Ruhu azalmış, duyguları çekilmiş, nötr mü nötr, bir çekimsizlik hali. Ne aşk, ne iş, ne sen, ne bilim, ne sanat diye boşluğa isyan ederken “Hayatımızda tek doğru şey sanattır. Hayattan bile kuvvetli olan sanat! Görüyor musun? Dışarıda ehemmiyet vermeyerek görüp geçtiğimiz şeylere sahnede ağlıyoruz.” deyişini hatırlıyorum Süheyla’nın bir tartışmanızda. Ömürde karşımıza bir Süheyla, bir Raif efendi ya çıkar ya çıkmaz. Yaşamadıkça bilinmiyor mu, ne dersin? Yitirmedikçe kıymet bilinmiyor mu, ne dersin?
Yazmakla dünyada bir yerlere ayaklarım bassın istiyorum. Hayat ve ölüm, ben ve ülkem arasındaki illiyet kopmasın; hep güçlü kalsın istiyorum. Çok şey mi istiyorum? Yine ilk senden öğrendiğim “Yığın karnıyla düşünür, gözüyle öğrenir, kalbiyle kızar” demiştin. Peki bize rağmen, her şeye rağmen güzel kalabilen İstanbul bugün kaçıncı İstanbul Adnan, ya da ne kadar İstanbul?
Sen bütün fikirleri, kahramanlıkları, eksik bıraktıkları, zaafları ve aşkı, hastalığı ile tamı tamına bir insandın Adnan. Galiba ben de öyle. Tanrı’nın mükemmelleri değil, tamı tamına insan kalabilenleri daha çok sevdiğine inanırım hep. Bu yüzden müsterihim, ikimiz için de, yazdıklarımız için de. Esenlik içinde ol...