Türkiye’de uzun yıllar süren başörtü yasağı 2013 yılında serbest kalmasına rağmen içinde bulunduğumuz çağda hala kendini laikçi tarif eden insanlar tarafından bir propaganda aracı olmaktan kurtulamadı. Başörtülü çalışmanın kamuda sıkıntı teşkil edeceğini söyleyenlere karşın başörtü serbestliği sonrası hiçbir kaos yaşanmadı. Aksine başörtü karşıtlarının bitmek bilmeyen kin ve nefretleri her gün bir yerde kendini gösteriyor. Gün geçtikçe artan bu vakalar akıllara 28 Şubat sonrasındaki günleri getirmediği değil.
Karanlık zihinlerdeki başörtüsü yasağını yenisafak.com olarak hukukçularla konuştuk. Başörtülü kadınlar başta olmak üzere kılık kıyafetinden dolayı toplum içinde tacize uğrayan bireylerin ne yapması gerektiğini avukat Pınar Kandemir Hacıbektaşoğlu ve Beybin Somuk anlattı. Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin ise kamuda kılık kıyafetinden dolayı tacize ya da haksızlığa uğrayan insanların yasal haklarından bahsetti.
Hacıbektaşoğlu, yaşanan taciz olaylarının kesinlikle yargıya taşınması gerektiğini söylerken Somuk, taciz olayının muhakkak kayıt altına alınması gerektiğini anlattı. Zengin ise yasalarda başörtüsünü yasaklayan hiçbir madde olmadığını aksine hakarette bulunanlara karşı yaptırımların olduğundan bahsetti.
Kamusal alandaki yasakların kaldırılmasına rağmen özellikle son iki üç yıldır kılık kıyafetinden dolayı başörtülülere karşı bir saldırı başladığını söyleyen avukat Pınar Kandemir Hacıbektaşoğlu, bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Başörtülü hemcinslerimiz mahkeme kürsülerinde hakim, devlet dairelerinde memur, hastanelerde doktor, hemşire olarak görünür hale geldikten sonra ne yazık ki başörtüsüne karşı bir saldırı başladı.”
Türkiye’de yaşanan bu üzücü tabloyu sadece kendi iç dinamiklerimizle mikro ölçekte değerlendirmemek gerektiğini belirten Hacıbektaşoğlu, “Avrupa’da başlayan ve çok ırkçı bir saldırı halinde sürdürülen İslamafobik hareketlerle beraber bizde başörtüsüne karşı şiddet vakalarıyla karşı karşıyayız. Avrupa’da bu şu an belli mecralarda da tartışılıyor.
Ama o milletvekili belli bir süre sonra tehdit aldığını da söyledi. Yani şu an içimizde yaşananları Avrupa’da yaşananlar bağlamından koparmadan ve kendi içimizde de görmemiz lazım.”
Hukuken tanınan hakların bir süre sonra ayrışmayı ortadan kaldırmadığını belirten Hacıbektaşoğlu, “Biz yıllarca başörtüsü nedeniyle eğitim hakkından mahrum edilen kızlarımızın, hemcinslerimizin, kadınlarımızın haklarını her düşünce platformunda konuştuk. Yani muhafazakar camia da bunu konuştu. Liberaller de bunu konuştu. Sosyal demokratlar da konuştu ve bir yerden sonra dediler ki “Büyük bir haksızlıktı.” Ama şu an bir bakıyorsanız metroda bir bakıyorsunuz minibüste başörtülü bir kızımızın kendinin bayrağı olan başörtüsünün başka bir hemcinsi tarafından neredeyse saçı kopartılarak çekilip alındığını görüyoruz. Bunun nedeni ben şöyle görüyorum:
Bugün siyaseten bükemedikleri bileğin bir yerde o siyasi dünyanın en kalbinde duran başörtüsüne saldırarak yapıyorlar. Yani o bir dışa vurumculuk aslında.
Bu ülkede dinin, inancın, başörtünün üstünde Demokles'in kılıcı gibi duran o vesayetçi zihniyetin orada dışa vurum halidir. Yani aslında halen o vesayetçi anlayış o toplumu tek tipleştirerek dize getirme anlayışı halen siyaseten bir yerlerde kendini canlı tutuyor.”
Hacıbektaşoğlu, kılık kıyafetinden dolayı tacize uğrayan insanların yapması gerekenleri ise şöyle sıraladı: “Başörtüsüne ya da ibadetini yaparken onu bölen ona karşı bir hakarette bulunan herkese karşı yapacağımız şey onu o an da bırakmamak. Bunu muhakkak yargı önüne taşımak. Türk Ceza Kanunu’nda bu suçlar farklı 3 maddede toplanmış. Halkı kin ve düşmalığa alenen tahrik etme, halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılıklarına dayanarak alenen aşağılama ve son olarak inanç, düşünce, kanaat hürriyetini kullanmasını engelleme olarak 3 madde halinde düzenlenmiş suçlar kapsamında bu hareketler soruşturmaya tabii tutulur ve kovuşturması yapılarak bunu yapan kişi hakkından bir yıldan az olmamak üzere başlayan müeyyideler uygulanır.”
Böyle durumlarda çok dikkat etmemiz gereken konular olduğunu da vurgulayan Hacıbektaşoğlu, “Bu saldırıya maruz kalan arkadaşlarımız lütfen olabildiğince kamera kaydı yapın, yanınızda bunu gözlemleyen birileri varsa muhakkak tanık olarak destek isteyin. Ve kısa bir dilekçe ile en yakın Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek bir dilekçe verin. En son Cumhuriyet gazetesinin bir yazarı bir nitelendirme yaptı başörtülü kardeşlerimize ve hakaret etti. Bir yıl altı ay hapis cezası aldı. Bu örnek teşkil etmeli” ifadelerini kullandı.
“Kadınlar her gün sokakta bir sürü kılık kıyafetinden dolayı şiddete maruz kalıyor. Bunlar bazen sözlü taciz şeklinde olduğu gibi bazen fiziki münakaşaya dönüşebiliyor. Eğer bir fiziki müdahale söz konusuysa ilk yapılması gereken şey en yakın hastaneye gidip birinin tacizine uğradığına söylenmesi ve muayene edilip darp raporu alınması” diyen Avukat Beybin Somuk, sözlü tacizler karşısında insanları bilinçlendirdi:
Her zaman için kamasal alanda bu işin yayılması ve insanların neler olup bittiğini görmesi adına sosyal medyada yayılmasının mağdur açısından iyi bir şey olduğunu belirten Somuk, “Fail, halkı kin ve nefrete teşvik gibi suçlar işlendiği zaman bunları basın yayın yoluyla yaydığında bir de yarısı oranında cezası artırılıyor. Bunları bir şekilde ifşa etmeleri mağdurun yararına oluyor. Çünkü aslında bir delil elde ediliyor. Delillendirmek adına o an videoya çekmek iyi bir şey” dedi.
Türkiye’de uzunca yıllar kaynağını yasadan, anayasadan almayan bir yasağın yaşandığını söyleyen Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin de kamudaki bu yasağın temelinde ne olduğunu açıkladı: “Kenan Evren’in 12 Eylül döneminde 1982 yılında çıkardığı ‘Kamuda Kılık Kıyafet’ yönetmeliğine dayalı olarak yasak uzun yıllar sürdü. Bu yönetmelik yasadan kaynağını almıyordu. Örneğin 657 sayılı devlet memurları kanunu bu yönetmeliğe atıf yapıyor ama başörtüsünü bu yasada yasaklayan herhangi bir hüküm yoktu. Yine çalışanları ilgilendiren 4857 sayılı yasada İş Kanunu’ndan başörtüsünü yasaklayan hiçbir madde yoktu. Bugün de yok. Aksine bu tür baskıları yasaklayan maddeler olmasına rağmen uzun yıllar keyfi bir biçimde yürütülen başörtüsü yasağı oldu.
Kadına seçme ve seçilme hakkının 85 yıl önce verildiğinden dem vuranların bir kadının nasıl giyinmesi gerektiğinin konuşulmasının insanlık haklrına saygıyla ifade edilemeyeceğini anlatan Zengin, şöyle konuştu “Hukuk bunların yıllardır söylediğine 2018 yılında Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu bir karar ile tamamen çürüttü. Daha önce başörtüsü nedeniyle işten atılan bir memurun açtığı davayla ilgili kararın özeti şu: ‘Başörtüsü kullanması nedeniyle memuriyetten çıkarılmanın dinini açığa vurmaya bir müdahaledir. Anayasanın 24. maddesinde güvence altına alınan din özgürlüğünün ihlalidir. Kamu hizmetlerinde başörtülü çalışmak laiklik ilkesine aykırı değil’.”