Ashraf Mashharawi Filistin, Ukrayna, Yemen, Afrika ve Suriye gibi savaş bölgelerini ele alan, Gazzeli film yapımcısı ve gazeteci. Ashraf Mashharawi’nin filmleri, Asya ve Avrupa’da uluslararası ödüller almış. 2009 yılında, Gazze savaşını ele aldığı haberleriyle Londra’da onurlandırılmış ve bölgedeki film endüstrisindeki öncü rolü nedeniyle de Saraybosna Film Festivali’nde de tanınmış. “Gazze Yaşıyor”, “Boş Bağırsaklar”, “Yemen’de Kölelik” belgesel filmleriyle tanınan Mashharawi, son olarak, “Filistin 1920” filmiyle Silver Dolphin Ödülü’nü kazanmış. Ashraf Mashharawi, geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle, 15 Temmuz Derneği tarafından bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen “On5Sıfır7 Film Haftası” kapsamında “Direnişin Anahtarı Sinema” paneline katıldı. Panel sonrası Gazzeli film yapımcısı ve gazeteci Ashraf Mashharawi ile konuştuk.
Çocukluğum ve gençliğim İsrail işgali altında farklı dönemlerden geçti. İlk çocukluk yıllarımda işgalciler, devriyeleri ve hapishaneleri ile Gazze’nin içinde rahatça geziyordu. En bariz olaylardan biri de benim Birinci İntifadayı (1987) yaşamış olmam. 1990’dan itibaren hatırlıyorum, zor günlerdi. İşgal askerleri bir çocuk onlara taş attı diye çoğu kez okulları kuşatıp gaz bombaları atıyordu. Bazen tutukladıkları çocukların kemiklerini kırana kadar dövüyorlardı. Çocuk esirler vardı. Tutuklanıp sonra serbest bırakılan bazı arkadaşlarımın işkence izlerini hatırlıyorum. Çok kere okul çıkışında göstericiler ile askerler arasında çatışmaya şahit oluyorduk. Bize karşı gaz bombaları ve plastik mermi kullandıklarını hatırlıyorum, gaz bombaları göz ve boğazda şiddetli ağrı ve acılara neden oluyordu. Bazen sokağa çıkma yasakları aralıksız 20 gün sürüyordu. Bu yasaklar nedeniyle ortaokul ikinci sınıfta tüm eğitim yılında belki sadece 2 ay okula gidebilmiştik. Sokağa çıkma yasağında günde sadece 1 veya 2 saat dışarı çıkmaya izin vardı, bunun haricinde çıkan tutuklanıyordu.
Korkunun hakim olduğu zor bir dönemdi. Tutuklamak için neden arıyorlardı. Filistin bayrağı açan veya çizenin evine askerler baskın düzenliyordu. Böylece çocukluk dönemim çocukluktan mahrum geçti. Yani gezi yok, oyun yok, işgalin baskısı sonucu imkanlar kısıtlıydı. Bu durum toplumun tüm kesimleri için geçerliydi. Genelde akşam dokuzdan sabaha kadar sokağa çıkma yasağı oluyordu. Bu da zor bir durumdu, bu durum 1993’te Oslo Anlaşması sonucu işgal güçlerinin bir kısmının Gazze’den çekilmesiyle son buldu. Ama yerleşim alanları ve bazı noktalarda varlıkları hâlâ devam ediyordu. O dönemin de ırkçı davranışlar, ulaşım zorluğu ve kısıtlamalar gibi zorlukları vardı. İşgalin ikinci döneminde ise Gazze’yi Batı Şeria’dan tamamen ayırdılar. Ramallah, Kudüs veya sürüldüğümüz yurdumuza gitme umudumuz vardı. Ancak Gazze’den Filistin yönüne geçiş yasaktı. Mesela El-Halil’de bir arkadaşım olsa görüşmek için ikimizin de farklı bir ülkeye mesela İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Ancak öyle buluşabiliyorduk. 2000 yılında ilk defa Filistin’e gitme izni aldım ve çok sevinmiştim. İlk defa Gazze haricinde bir Filistin şehri görmüştüm. Tabii tüm bunlar bizde derin izler bıraktı.
Tabii ki Gazze ilham verici hikâyelerle dolu, ancak film yönetmenlerinin çoğunun ulaşmadığı, uzun süredir kısıtlanan bir bölge Gazze. Bizde tüketicilikten üreticiliğe nasıl geçeriz onun üzerine çalıştık. Çünkü Gazze hikâyeler yönünden çok zengin, çok detaylı, trajedili, insani ve derin hikâyeler barındırıyor. Bu derin insani durumu nasıl değerlendiririz de burada yaşananları dünyaya duyururuz bunun üzerine çalıştık. Elbette kolay olmadı, bu aşamaya gelmek için küçük ve yavaş adımlarla başladım ancak geldiğimiz bu aşamada çalışmalarımız sadece Filistin ile sınırlı kalmayacak. Biz film yapan insanlar olarak biliyoruz ki korku, dram, romantik veya herhangi bir filmin amacının insanın kendi normal hayatından çekip çıkarıp o duruma, o atmosfere sokmaya çalışmaktır ve böylece bu durumun bir parçası olmuş olur.
Sinemada bir boşluk var. “Filistin 1920” ve Filistin’deki açlık ile ilgili filmlerim var. Birinci filmim “Filistin 1920”de insanların hayatını, yaşam biçimlerini anlatıyor. İkinci filmimde de Filistin’de yaşanan açlıktan ve işgale karşı gelmeye çalışmaktan bahsediyorum. Bu filmler herhangi bir baskı olmadan çekilmiş filmlerdi. Bu filmler sinematik bir şekilde çekilebilseydi Filistin’deki yönetmenler olarak zorlukları aşarak çekmiş, detayları aktarabilseydik, daha büyük sahnelerde sahnelenebilirdi. Şahsen batı tarafından öyle belli başlı kurallara tabii tutuluyorum ki filmi yapmaktan vazgeçiyorum. Ben batılı yönetmenlerle çalıştım. Birçok zorlukla karşılaştım. Belli başlı kurallar altında benim filmlerimi, detaylarını çürütmeye çalıştılar. Daha çok kısıtlamaya çalıştılar, alanımı daralttılar. Evet gerçekten iyi filmler var. Ama yine de gerçeği tam anlamıyla aktarabiliyor mu desem, bir kısmına evet bir kısmına hayır derdim ve burada önemli olan şey bizim odaklanmamız gereken çok daha önemli konular var. Konu seçme ve hayatta geçen belli başlı detaylara dahi batılı yönetmenler karışıyor ve biz de Filistinli yönetmenler olarak çok dar bir dairede çalışıyoruz.
“On5Sıfır7 Film Haftası” kapsamında “Direnişin Anahtarı Sinema” panelinde konuşan Ashraf Mashharawi, “İsrail bizi sadece yeryüzünden değil, sinemadan da silmeye çalışıyor. 1948’de Filistin halkı başka yerlere göçmek zorunda kaldı. Bazıları yerlerinde kaldı ama ben dahil birçoğumuz 1967 olarak bilinen topraklara gönderildik. Şu an 1948’de orada kalmış ve İsrail vatandaşı olan, Batı Şeria’da yaşayan, Gazze’de yaşayan ve farklı devletlerde bulunan Filistinliler olarak dört kısma ayrıldık. Böylece sanki tek halk değil, dört farklı halk olmuş olduk. Bu sinemada da kendi aramızda farklılıklar oluşturmaya başladı. Çünkü farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle yaşıyoruz” ifadelerini kullanıyor.
Film yönetmenliğine eğitim yıllarımda başladım. Lisede film yönetmenliği yapmayı çok istiyordum. Hikâye ve edebi metin alanında başarılıydım. Filmler de zaten hikâye anlatımına dayanır, hikâyemizi nasıl ifade ettiğimiz çok önemlidir. Güzel bir hikâye yazmak güzel bir film çıkaracağın anlamına gelir. Bazı film yapımlarında gönüllü oldum. 90’larda kullanılan montaj cihazları vardı çok karmaşık ve zordu, bende çok çalıştım teknolojide de iyiydim, arkadaşlarımdan borç alarak Gazze’ye ilk bilgisayarlı montaj cihazını ben getirmiştim. Bir montaj şirketi bilgisayarımı ödünç almıştı. Bu da benim bu alana daha hızlı atılmamı sağladı. Tüm paramı Gazze’de dijital sistemi geliştirmek için harcadım. Montaj sayesinde de film yapımının diğer aşamalarını da öğrendim. Bazı batılı kanallarla çalışma imkanım oldu, onların deneyimlerinden yararlandım. Sonra çekim aşamasının inceliklerini öğrendim. En son da film hikâyesi nasıl yazılır onu öğrendim, böylece bir film üretecek yetkinliğe geldim ve 2006’da benim yönetmenliğimde ilk film yayınlandı.