Çok satan kitaplar listesinden uzun süre düşmeyen Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek kitabında, “Pazar günleri dostluk, komşuluk günleriydi” cümlesine rastlarız. Gerçekten bugünün ruhunu çok iyi anlatıyor! Pazarlar hem ruhumuz hem de dünyamız için bir dostluk günü olabilir. Diğer günlerden daha yakındır bize. Öyle ki kimi zaman “dost acı söyler” diyebilecek kadar... Bu hafta pazarları yazar Sıddık Yurtsever ile masaya yatırıyoruz.
Eğer bu köşenin müdavimi iseniz, ilk soruyu biliyorsunuz: “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” Yurtsever bu soruya şu cümlelerle yanıt veriyor: “Uzun zamandır pazar günleri, uyumak demek benim için. Bir müddet sadece pazar günü haftalık izin kullanmamın sonucu bu durum. Şimdilerde farklı olsa da hâlâ günlerden pazarsa uyumak isterim. Öğlene doğru kahvaltı yaparız eşimle. Hafta içi evde kahvaltı yapmadığım için dinlene dinlene çay içmek çok hoşuma gider. Mümkün olduğu müddetçe evden çıkmam. Galiba bu biraz benim evi sevmemle de alakalı bir durum. Eşimle bir programımız yoksa eğer kahvaltı sonrası salonun yolunu tutarım. Salonun görece geniş olması çok hoşuma gidiyor öteden beri. Püfür püfür esen rüzgâr gibi. Sonra film saati. Filmi genelde eşim seçer. Ben ona ayak uydururum. Yorumlaya yorumlaya film izleme alışkanlığımız olduğu için onu bitirmek de epey uzun sürer. Sonra işte vakit akşam.”
Peki pazarları sıkıcı olmaktan kurtaracak önerileri var mı acaba kendisinin... Yurtsever, “Çalışmayı çok seven biriyim” diye devam ediyor ikinci sorumuza yanıt verirken. Sonrasında “Biraz da abartıyorum galiba” diyerek şunları anlatıyor: “O sebepten pazar günleri de sıkılmıyorum. Mecburi bir çalışma olmadığı için. İnsanlara durup beklemek iyi gelmiyor. Geçenlerde ufak bir hastalık geçirmiştim. Birkaç gün evde istirahat ettim. Bir şeyler yapmaya mecaliniz yok, keyfiniz yok. Oturuyorsunuz, yatıyorsunuz, vakit geçiyor bir şekilde ama zor. Önce sağlık dileyelim. Sonra da olacaksa iş kaygısı olsun diyelim. Tabii bu arada evli insanlar pek de sıkılmıyorlardır bence. Muhakkak hanımların bir tasarıları vardır.”
Gelelim beyaz perdeye... Pazar günlerinin en güzel etkinliklerinden biri de evde film izlemektir. Bu nedenle konuklarımıza bu soruyu sormayı çok seviyoruz: “Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir?” Yurtsever, bu soruya yanıt verirken pek çoğumuzu da çocukluk günlerine götürüyor: “Çocukluğumda gözümü açtığımda içeriden televizyon sesleri duyardım. Kapı aralandığında TRT’nin kovboy filmlerini izlerken bulurdum bizimkileri. O sebepten pazar günleri kovboy filmleridir benim için biraz da. Çok sevdiğimden değil. O görüntü beni uzak bir kış günü sobanın sıcaklığıyla sersemlettiği için belki.”
Sırada matbuaat dünyası var. “Pazar günü hangi kitabı okursunuz?” diye soruyoruz. Yurtsever, “Böyle bir rutinim yok aslında. Fakat haftanın son günü olduğu için muhakkak elimdeki kitabı bitirmek gibi bir alışkanlığım var.” diyor. Bunu da şöyle açıklıyor: “Yarın pazartesi, yeni bir kitaba başlamak için ideal bir gün. Sonrasında kütüphanemle göz göze geliyorum. Genellikle okuyacağım kitap önceden belli oluyor ama belli olmadığı zamanlarda kitapları karıştırıp yeni bir kitaba karar vermek heyecanlandırıyor beni.”
Gezmeden, tozmadan pazar günü geçer mi? Kimimiz için öyle... Bu nedenle meraklı bir biçimde, “pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” diyoruz. Yurtsever, “Zamanla değişti galiba bazı alışkanlıklarım. Önceden bu soruya muhakkak cevabını verebilirdim. Ama illa pazar değil.” diyor ve devam ediyor: “Şimdilerde pazar günleri görmek isteyeceğim arkadaşı uzun zamandır görmediğim bir arkadaş olarak tanımlayabilir, art arda cümleler sıralayabilirim: Çok uzun zaman olmuş arkadaşı görmeyeli. İşe girmiş, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. Saçları dökülmüş, kilo almış. Ben de eski ben değilim. Bir sürü değişmeyen şey değişmiş. Eh napalım görüşelim madem.”
Alışkanlıklarımızı belirleyen genelde “favorilerilerimiz” oluyor. Biraz da bunu anlamak için “Pazarları favori mekânınız neresidir ve neden?” sorusuyla devam ediyoruz. Yurtsever, diğer cevaplarında bize hissettirdiği gibi “Evim” diye yanıtlıyor ve şöyle sürdürüyor cümlelerini: “Mümkünse evimin salonu. Ayaklarımı uzatıp televizyon karşısında birkaç saat vakit geçirmek çok iyi geliyor bana. Haftanın yorgunluğunu böylece çıkarmış oluyorum. Ancak ev dışında bir mekândan bahsetmek gerekirse Ankara’nın sokaklarını adımlamayı çok seviyorum. Hacı Bayram’ın arka taraflarında kurulan pazarları, Ulus çarşısını, Hamamönünü görmek istiyorum.”
En çetrefilli soruya geliyor sıra... “En güzel ve en kötü geçen Pazar gününüz hangisi?” Yurtsever, mizacı gereği kötü günleri pek hatırladığını belirtiyor ama evden okumak için çıktığı o günü de unutamadığını anlatıyor: “O pazar gününü unutamıyorum. Üniversite okumak için ilk defa şehir dışına çıkıyorum. Kapının önündeyiz. Kardeşim ağlıyor. Bir yandan çok mutluyum, bir yandan da ilk defa ayrılacak olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Koca adamım ağlamamam lazım. Annemle göz göze gelmemeye çalışarak araca biniyorum. Araç uzaklaşana kadar dönüp bakmıyorum arkama. Sonra yol boyunca keşke uzun uzun baksaydım diyorum.” Sevdiği pazarlar ise pek çoğumuz gibi çocukluğuna ait... Şöyle diyor Yurtsever; “Genelde birbirine benzeyen, hatta birbirinin aynısı pazarlar. Yine de oradan hızla uzaklaşmak daha çok sevdiriyor o günleri. Gailesiz, tasasız günler.”
Pazar günleri genelde çalışan yazar, son beş yıldır tercih tamamen kendisine bağlı olmasına rağmen içinden pazarları da çalışmak geldiğini söylüyor. “Bir dönem pazarları da çalışmıştım mecburiyetten. Çok sıkılırdım o zamanlar. Şimdilerde yaptığım iş gereği istediğim zaman istediğim yerde çalışabiliyorum. Pazarları da dahil.” diyor.
Ve son soru kapımızı çaldı: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” Yurtsever’in cevabı şöyle: “Bence pazar günleri sürekli değişme potansiyeline sahip bir gün. Ancak zaman aralığı geniş. Tıpkı bir insan gibi. Yaşıyor, nefes alıyor. Kaygıları, korkuları var. Öfkeli, üzgün, huzursuz, mutlu, şen şakrak. Hayatla bu kadar özdeş, bu kadar kendisi olabilen başka bir gün bilmiyorum ben.
Yıllar içinde değişip dönüşebilir. İçimizde taşıdığımız nice inancı pazarlara ekleye ekleye çoğaltıyoruz sanki.”