1990’lı yıllar Doğu ve Güneydoğu’da JİTEM ve faili meçhullerle özdeşleşen ‘beyaz Toros’lar ile anılır.
Hiç polise benzemeyen kişilerin, “Polisiz, bizimle Emniyet’e kadar gelmeniz gerekiyor” diyerek beyaz Toros’lara bindirdiği insanlardan bir daha haber alınamadığı hadiseler, faili meçhuller listesine eklendi. Terörle mücadele için kurulan JİTEM, eylemleriyle terörle mücadeleye ciddi zarar verdi.
1991 yılının en önemli olayı, hiç şüphesiz, 6 yıl sürmesi hasebiyle en uzun koalisyon olarak tarihe geçen DYP-SHP koalisyonu oldu. Merkez sağ partiyle merkez sol partinin birleşmesi, Süleyman Demirel ve Erdal İnönü başkanlığında başladı, daha sonra başkanlar değişerek devam etti.
Halkın çoğunluğunun oylarıyla kurulan bu birliktelik, normal şartlarda Türkiye’nin en güzel yılları olması gerekirken, en karanlık yıllarının olması tesadüften ibaret olmasa gerek. Çetelerin devlete sızmasının önü bu koalisyonla mı açılmıştı?
Herkes birbirine göz yumarken, icracı bakanlıklar pazarlık konusu yapılırken, mafya yolunu mu bulmuştu? Türkiye dibi görmüştü, orası kesin, 1990’lı yıllar Türkiye tarihine atılan kara bir imzaydı.
Hiç polise benzemeyen kişilerin “Polisiz, bizimle Emniyet’e kadar gelmeniz gerekiyor” diyerek beyaz Toros’lara bindirdiği insanlardan bir daha haber alınamadığı hadiseler, çok uzak geçmişten gelmiyor.
Varlığı her zaman inkar edilen bir yapı ve bu yapının sebep olduğu eylemler, Türkiye gündeminden hiç düşmeyecek gibi. Jandarma teşkilatı bünyesinde kurulan gizli ordu JİTEM’in hikayesi, esasında bir terörle mücadele hikayesi. Ancak yozlaşma, 90’lar Türkiye’sinin her kademesinde kaçınılmaz.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte NATO üyesi ülkelerdeki Gladio tarzı örgütler açığa çıkartılıp dağıtılırken, Türkiye’nin Özel Harp Dairesi güçlendirildi. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın yeni temel görevi PKK’yla mücadele oldu.
JİTEM oluşturulurken Özel Harp Dairesi’nin yapısı örnek alındı. İlk hali olan İstihbarat Grup Komutanlığı’nın kurulmasını (1987) sağlayan isim de Jandarma Kurmay Başkanı Tümgeneral Hulusi Sayın’dı.
Daha sonra Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM) olarak adını değiştirdi. JİTEM bir istihbarat örgütü olarak kurulsa da, operasyon yapma yetkisi vardı. Sadece Jandarma Genel Komutanı bu ekiplere hesap sorabilme yetkisine sahipti. JİTEM’in kurulmasıyla birlikte güneydoğuda faili meçhul cinayetler başladı.
Terörle mücadele için kurulan JİTEM, eylemleri nedeniyle terörle mücadeleye zarar verdi. Kürtlerin devlete ve silahlı kuvvetlerine olan güvenini sarstı. Kurucu unsurların subaylar olması sebebiyle bölge halkı bu yapıyı orduyla bir tuttu.
‘Devamı gelecek’ notlu suikastlar
91’in karanlık olayları, generallerin suikastında gizliydi. 1991’de peş peşe işlenecek cinayetlerin ilki olan emekli Korgeneral Hulusi Sayın, 30 Ocak 1991 tarihinde Ankara’da evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü.
Gazeteleri arayan kişi eylemi Dev-Sol adına üstlenirken, Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican ise olay yerinde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Örgütü’nün bildirisinin bulunduğunu açıkladı.
Sayın’ın adı kontrgerilla olarak zikredilen derin devletle anıldığı için, Dev-Sol’un her zaman hedefindeydi. Hulusi Sayın, aynı zamanda JİTEM olarak bilinen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele’nin de kurucusuydu.
Dev-Sol’un general suikastlarından ikincisi Tümgeneral Memduh Ünlütürk oldu. Kontrgerilla ve darbelerle özdeşleşen Ünlütürk, 12 Mart 1971 darbesinden sonra Ziverbey Köşkü’nde uygulanan korkunç işkence yöntemlerinin mimarlarındandı. 7 Nisan 1991 akşamı Üsküdar’daki evinde öldürüldü. Ardından Tuğgeneral Temel Cingöz ve Emekli Korgeneral İsmail Selen, Mayıs ayında öldürüldüler.
Her suikasttan sonra “devamı gelecek” notu bırakılıyordu.
Güneydoğu’da görev yapan generaller arasında korku gün geçtikçe artıyordu. Sıradaki isim hem üst düzey rütbeli, kilit ve askeri görevlerde bulunmuş, hem de MİT Müsteşarlığı yapan Orgeneral Adnan Ersöz.
13 Ekim 1991 akşamı evinde televizyon izlerken ensesinden tek kurşunla öldürüldü. 29 Temmuz 1992’de de Oramiral Kemal Kayacan suikasta kurban gitti.
Bütün general ölümlerini Dev-Sol üstleniyordu. Ancak generallerden bazıları solcuydu, yani Dev-Sol’un hedefinde olamazdı. Bu generallerin tek ortak özelliği vardı, o da Eşref Bitlis’in veya Hiram Abas’ın birlikte görev yaptığı isimler olmalarıydı.
Hem ülke karışıktı, hem de siyaset. Güneydoğu zaten savaş alanı. PKK’nın iyice gemi azıya aldığı dönemler. Her yerden katliam haberleri geliyor. Nevruz Katliamı olarak anılan 21 Mart 1992 olayları böyle bir ortamda gerçekleşti.
Van, Şırnak, Cizre ve Adana’da Nevruz kutlamaları sırasında çıkan olaylarda onlarca kişi öldü. PKK’lı teröristler, 11 Haziran 1992’de Tatvan’da durdurdukları minibüsteki 13 kişiyi, 27 Haziran 1992’de ise Diyarbakır Silvan’a bağlı Yolaç (Susa) köyü camisini basıp cemaatten 10 kişiyi kurşuna dizdiler. Bu olay zamanla Hizbullah aidiyetinin en önemli sembolüne dönüştü. Adına ezgiler yazıldı. Şırnak’ta 18 Ağustos 1992’de başlayıp 3 gün 3 gece süren olaylarda 54 kişi öldü.
Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olayı “300 PKK’lının şehri bastığı bir isyan” olarak nitelendirdi. PKK ise eylemi reddetti. Şırnak’ta yaşanan, çok sayıda sivilin canına mal olan ve büyük oranda hala aydınlatılamamış olan olaylarla ilgili, dönemin Şırnak Valisi Mustafa Malay bir röportajda, “O dönem asker çok insan öldürdü; bunları Ankara’ya anlattım, ama kimse ilgilenmedi” dedi.
Musa Anter’in öldüğü saldırıda yaralı kurtulan Orhan Miroğlu, doksanlı yıllarda Doğu ve Güneydoğuda ölümün kol gezdiğini, beyaz Toros’larla simgelenen bir dönem yaşandığını ifade etti:
“İnsanlar evlerinden alınıp dağ başlarında infaz ediliyordu. Kimse de bunun akıbetini soramıyordu. Hala kayıp çok sayıda insan var. Diyarbakır Cezaevi çok özel bir yerde duruyor. Ben o cezaevinde 6 yıl kaldım. Buradan çıkan samimi itirafçılar dediğimiz gruplar, daha sonra devlet içine çöreklenmiş gizli örgütlerle işbirliği yaptı. PKK’nın da içinde olduğu ortak cinayetlere, suçlara imza attı.”
O KARANLIKTAN AK PARTİ ÇIKARDI
Millet İttifakı’ndaki partilerin, bilhassa CHP’nin, doksanlı yılların bir numaralı sorumlusu olan PKK’nın kontrol ettiği oylarla iktidar olmak istediğini belirten Miroğlu, şunları söyledi:
“CHP’nin bir vekili SİHA ve İHA’ların doksanlı yıllardaki görevi gördüğünü, faili meçhul cinayetler işlediğini iddia etti. O yıllarda faili meçhullerin nasıl işlendiğini herkes bilir. Musa Anter suikastından yaralı kurtuldum. Vücudumda 5 kurşun yarası taşıyorum. Doksanlı yılların en önemli tanıklarından biriyim. O yıllarla bugün arasında ilişki kurmak, algı operasyonundan başka bir şey değil. Doksanlı yılları bilmeyen gençlere, o yılların failiymiş gibi AK Parti iktidarını tanıtma çabası içindeler. Oysa doksanlı yılların konseptinden Türkiye’yi çıkartan AK Parti’ydi.”
JİTEM’le birlikte en çok ismi anılan kişi Binbaşı Cem Ersever’di. JİTEM bir nevi Ersever’in raporlarıyla şekillendi. Kendisi her ne kadar
“JİTEM diye bir örgüt yok”
dediyse de, Soner Yalçın’a verdiği röportajda,
“JİTEM’in kurucusu benim, patronu benim”
demiş, ama söylendiği gibi bir örgüt olmadığını da ilave etmişti. Sahi JİTEM nasıl bir örgüttü? Jandarma subay, astsubay ve uzman çavuşların görev aldığı bir yapıydı ama bir de sivil ayağı vardı. PKK’dan ayrılan itirafçılar ve korucular sivil unsur olarak görev yapıyor, askeri unsurlarla birlikte operasyonlara katılıyordu. İtirafçı geleneğini başlatan isim Cem Ersever’di. Dönemin OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun da desteğiyle, itirafçılar bir dönem devlet memuru yapıldı. OHAL Valiliği personeli için ayrılan güvenlikli lojmanlar itirafçılara tahsis edildi. Askerler arasındaki aile yemeklerine JİTEM elemanı itirafçılar da dahil ediliyor, eşleri subay eşleriyle ev ziyaretlerine gidiyordu.
İTİRAFÇILAR PERVASIZLAŞTI
İtirafçılar pervasızlaştıkça, kendi başlarına operasyon yapıyor, istedikleri kişiyi gözaltına alıp kaybedebiliyorlardı. Bir dönem işi ileriyi götürüp, öldürmeme karşılığında kaçırdıkları kişilerin ailelerinden para almaya başladılar.
JİTEM’i kuranlar arasında Veli Küçük ve Albay Arif Doğan da vardı. 1992 yılında “Güneydoğu kontrgerillası” diye deşifre olan Cem Ersever’i uzaklaştırıp, yerine kendilerine yakın olan kod adı Yeşil’i yani Mahmut Yıldırım’ı getirdiler. İşkence sorgularının aranan ismiydi.
Mahmut Yıldırım’ın etkinliği arttıkça, Cem Ersever devre dışı kaldı. Nitekim Ersever’in ölümü için Çiller’in “iç hesaplaşma” diye kastettiği şey, muhtemelen buydu. JİTEM’in varlığı dava dosyalarındaki belgelerle birlikte inkâr edilemeyecek kadar ortada olduğu halde, ordu resmen hiçbir zaman kabul etmedi
. JİTEM liderlerinin adları, Susurluk kazasında da kirli ilişkilerle anıldı.
Tarihler 5 Temmuz 1991’i gösterdiğinde, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın kapısı çalındı. Sivil silahlı 3 kişi,
“Polisiz, bizimle Emniyet’e gelmeniz gerekiyor”
dedi. 2 gün kendisinden haber alınamadı. Cesedi Maden-Ergani arasında bir köprü altında bulundu. Polise benzemeyen, hatta içlerinde PKK kıyafetli biri olan, telsizleri bulunan bu grup kimdi? Benzer ekip, yaşayan en önemli Kürt aydını 72 yaşındaki Musa Anter’i de 20 Eylül 1992’de öldürdü. O dönem JİTEM’de etkili olan isim
kod adlı Mahmut Yıldırım’dı. Yeşil’in ekibindeki Hamit Yıldırım, Anter’in kaldığı otele gidip “İtirafçıların pişman olduğunu, JİTEM’den ayrılmak istediğini, kendisinden yardımcı olmasını” istedi.
1,5 saat sonra randevulaşıp otelden ayrıldılar. Anter’in yanında tesadüfen Orhan Miroğlu da vardı. Hamit Yıldırım ticari taksiyle girdiği ıssız sokakta önce Anter’e, ardından Miroğlu’na ateş etti.
Miroğlu yaralı kurtuldu, Anter 15 dakika içinde öldü. Anter’i öldüren silah, JİTEM’in itirafçılara dağıttığı tabancalardan çıktı. 1992, terör olaylarının tırmandığı bir yıldı. Terörün ülkemizde çok ağır hissedildiği ve devletin de sert karşılık verdiği döneme rastlıyor. 93’ün geleceği, 92’den belliydi aslında.
Bunlar ülkenin daha iyi günleriydi. “93’ü gör, aklını oynatırsın” dedirtecek cinsten bir yıl yaşadı bu ülke. Oysa 93’ü de gördü, 97’yi de.
#Beyaz Toros
#JİTEM
#Polis
#Doğu
#Güneydoğu
#Terör