Güzide Ertürk’ün romanı Kül Ormanı geçtiğimiz günlerde okuruyla buşuştu. Ketebe Yayınları etiketi taşıyan kitap gerçeküstü öğelerle gerçeğin, tarihle bugünün iç içe geçmiş bir hâlini sunuyor. Katmanlı veya palimsest bir yapıya sahip olduğunu söyleyebileceğimiz kitabın üzerinde durduğu önemli bir konu da iklim değişikliği, yani doğanın eskisi gibi olmayışı. Güzide Ertük’le Kül Ormanı hakkında konuştuk.
nKül Ormanı masalsı bir roman. Gerçeküstü öğelerle gerçek birbirini kovalıyor. Bugüne kadar ki yazın dilinizden biraz daha farklı bir yapı var karşımızda. Kül Ormanı nasıl ortaya çıktı?
Farklı türlerde yazan, deneyselliği seven biriyim ama zamanla büyülü gerçekçiliğin beni daha çok cezbettiğini fark ettim. Gerçekle fantastik öğeleri harmanladığımda, “İşte tam istediğim gibi,” diyorum. Kül Ormanı gerçekçi yapısını, mekân ve coğrafyadan alıyor. Yosunlu Köy, her ne kadar hayali bir yer olsa da Ege denizinin dalgalarıyla buluşuyor ve çocukluğumun geçtiği yerlerden önemli izler taşıyor. Coğrafya konusunda çok hassas davranıp haritaya sadık kaldım. Köyün konumunu, ağaçların bulunduğu yerleri, geçilmesi yasak olan duvarı hatıralarım doğrultusunda işledim. Romandaki incir, erik ve zeytin ağaçları maalesef artık yok ama “bir zamanlar vardı, işte tam da şuradaydı,” diyerek coğrafyanın sessiz dilini, yok olmaya yüz tutan ruhunu kâğıda aktardım. Karakterler ve olaylar tamamen kurgusal olduğu gibi, gerçeküstü ve fantastik öğelerle iç içe geçti. Azra, Elmados, İnci Satıcısı ve Lilith sakladıkları sıra dışı hikâyeleri zamanı gelince anlatıyorlar.
nAna karakterimiz Azra cesur bir kadın. Hayaletvari insanlarla konuşuyor. Köy için mitleşmiş duvarların üstünden atlıyor. Köylülere kafa tutuyor. Her şeyi eski hâline getirmek için çabalıyor. Gizemlerin peşinden gidiyor. Peki Azra neden bu kadar cesur? Bu cesur adımlar, atamadığımız başka adımları mı simgeliyor?
Azra, romanın başında kendi hâlinde yaşayan, Yosunlu Köy’den ötesini merak etmeyen, dalgaların getirdikleriyle yetinen bir kadın. Asi bir yönü olsa da romanın ilerleyen sayfalarında cesur olmayı öğreniyor. Bu da onun için kolay bir süreç değil. Adım atmadan önce tereddütler ve korkularla cebelleşmesi gerekiyor. Azra cesaretini kolektif bilinçten alıyor çünkü dinlemeyi seven biri. Gezginleri, denizcileri, köyün yaşlı kadınlarını, cadıları dinleyerek kendine yeni bir yol çiziyor. Bir de öfkeli bir karakter. Sanırım öfkesi korkularına ağır bastığı için adım atmayı göze alıyor. Yosunlu Köy’ün ahalisi de ondan farksız sayılmaz. Orada yaşayanlar, kendilerinden beklenmeyecek gizemli davranışları, masalsı hikâyeleri var. Denizin çalkantılı ruh hâline sahipler. Bazılarını gün yüzüne çıkardım, bazılarıysa arka planda kaldı. Azra’nın adımları atamadığımız başka adımları mı simgeliyor, sorusuna gelirsek; romanı yazarken böyle düşünmemiştim. Ama neden olmasın? Belki de atamadığımız adımları simgeliyordur. Belki de okuyucuyu adım atmaya cesaretlendiriyordur.
nYaşadığımız yerde yalnız değiliz. Sadece Yosunlu Köy’dekiler değil. Bizler de yüzler hatta binlerce yılın hatıraları üzerinde yaşıyoruz İstanbul’da, Türkiye’de. Şehirde yürürken aynı anda hem Roma hem Bizans hem Osmanlı yollarından yürümenin mümkün olduğu palimsest bir yapı içinde kalıyoruz. Romanda da bu üst üstelik hâlini görüyoruz. Yazım esnasında da bu tür bir palimsest yapı kullanmış olabilir misiniz? Hikâyeyi nasıl oluşturdunuz?
Romanı yazmadan önce tam da sizin bahsettiğiniz bu iç içe geçmişlik hâlini düşünüyordum. Kitaptaki palimsest yapıyı görmenize sevindim. Fakat Ege’yi İstanbul’dan ayıran nüanslar var. İstanbul, metropol bir düzene sahip, bir zamanların vazgeçilmez başkenti olması sebebiyle geçmişine bakarken zafer duygusuyla bakıyor. Kolay kolay silinmeyecek bir ihtişama sahip. Ege’deyse geçmişe duyulan bir saygı var. Zafer duygusundan ziyade, “Burada kimler kimler yaşamış, ne efsaneler gizli,” havasında. Kıran kırana savaşlar da olmuş ama doğası itibariyle felsefenin yurdu da olmuş. Düşüncenin hâkim olduğu bir iklim.
Hikâyeyi oluştururken tarihin girift yapısına kendi tanıklığımı dahil etmek istedim. Ege, bildiğiniz gibi Yunan Mitolojisine ev sahipliği yapıyor. Fakat bu mitler biraz hırpalandı. Romanı yazarken, Ege’yi ve içinde barındırdıklarını yeniden yorumladım. Çocukluğumdaki Ege’yle şimdiki Ege arasında aşılmaz bir uçurum var. Birçok ağacın yok olduğundan bahsetmiştim. Hayvanlar da bundan nasibini aldı. Eskiden o bölgelerde sincaplar yaşardı mesela, adını bilmediğim yüzlerce böcek, farklı cins kertenkele olurdu. Bir zamanlar şahit olduklarımın unutulmasını istemedim. Bunu yaparken de Ege’yi günümüzden bağımsız bir zaman diliminde, sanki bir rüyadaymış gibi anlattım.
nKitabın karakterlerinden biri olan Elmados’un hikâyesi “kazanma” duygusunu gözümüzde itibarsızlaştırıyor. Çünkü kazanmak ve kaybetmenin farkı silikleşiyor yüzyıllar içinde... Bana kalırsa romanın en ilginç noktalarından biri buydu. Sizin iç içe geçen bu hikâyeler, yıllar, yüzyıllar içinde okura aktarmak istediğiniz temel duygu neydi?
Elmados Elmuhattel muğlak bir karakter. Belirsizlikler içinde kendine cevap arıyor. Benim için kontrol etmesi güç bir yönü vardı. Azra, onu kara yosunlar arasında bulduktan sonra hikâye değişti. Elmados, ölümün ve yaşamın sınırlarını zorluyor. Göz ardı etmek istedikleri bir şeyi ahalinin rüyalarına sokarak, kendi hâlinde yaşayan insanları rahatsız ediyor. Elmados’un bu sorgulaması, cevabından daha önemli.
İç içe geçen hikâyeler sayamayacağım kadar çok duyguyu bir arada barındırıyor. Bazen sadece küçük bir paragrafta bile karakterler farklı bir duygudan ötekine rahatlıkla geçiş yapıyor. Okuyucuya tek bir duygu aktarmak istemedim. İniş çıkışlar kitaba farklı bir ahenk verdi. Ama romanın derinliklerine gizlenen bir yas duygusu var. Yıllar, yüzyıllar içinde kaybolup gidenlere, ölümlü dünyanın faniliğine duyulan hüzün.
nEge, yavaş yavaş dalgalarını Yosunlu Köy’den çekiyor. Sonra civarda çıkan bir yangın var. İklim değişiklikleri Kül Ormanı’nı nasıl etkiledi?
Hepimiz aynı anda tuhaf bir sürece şahit oluyoruz; yağmur eskisi gibi yağmıyor. Beklenmedik kasırgalar tahmin edilemeyecek hasarlar bırakarak sokağımızdan geçiyor. Mevsimlerin zamanı değişti. Orman yangınları dünya genelinde kontrol edilemeyecek seviyelere ulaştı. Dünya edebiyatına baktığımızda doğa olaylarının, karakterlerin ruh hâline etkisini görüyoruz. Günümüz edebiyatı da iklim değişikliklerini görmezden gelemez. Kar artık sakince yağamaz gibi geliyor bana. Doğadaki beklenmedik değişimler, metafor olarak edebiyatımıza bir şekilde sızacaktır.