
Fransız filozof ve yazar Claude Romano, İstanbul’daydı. Ketebe Yayınları tarafından okurla buluşan “Yaşamın Ezgisi” kitabını anlattı. Romano, edebiyat ile felsefeyi “hakikate yönelmiş iki düşünme biçimi” olarak konumlandırırken, düşünceyi edebiyatın diliyle keşfetmenin önemini vurguladı.
Fransız filozof ve yazar Claude Romano, Ketebe Yayınları’nın düzenlediği söyleşide Türkçede ilk kez yayımlanan kitabı Yaşamın Ezgisi üzerine konuştu. “Edebiyat ve Felsefe Üzerine” başlıklı sohbetin moderatörlüğünü Kadir Filiz üstlenirken Robinson Crusoe 389 Kitabevi edebiyatla felsefenin kesiştiği söyleşinin ev sahibi oldu.
Romano, edebiyat ile felsefeyi “hakikate yönelmiş iki düşünme biçimi” olarak konumlandırırken, düşünceyi edebiyatın diliyle keşfetmenin önemini vurguladı.

“Faulkner’da naif bir fenomenoloji buldum”
Romano’nun odağında Yaşamın Ezgisi kitabının merkezinde yer alan William Faulkner bulunuyordu, Proust ya da Musil gibi “filozofça” yazarların aksine Faulkner’ın “felsefeye mesafeli bir otodidakt” olduğunu anımsatan Romano, “Tam da bu yüzden onun betimleme gücünde, deneyimin doğrudan anlatıldığı bir tür naif fenomenoloji keşfettim” dedi.
Faulkner’ın düşünceyi kavramlarla değil yaşamın içinden anlattığını “Fenomenolojinin özü budur: Yaşantıyı olduğu gibi betimlemek,” cümlesiyle ifade etti. Romano için fenomenoloji yalnızca bir yöntem değil, öze yönelmenin biçimi. Faulkner’ın dili kavramlardan arınmış bir düşünme biçimini mümkün kılıyor, bu yalınlık felsefenin yitirdiği sadeliği yeniden çağırıyordu.
Romano, Faulkner kitaplarıyla geçirdiği o uzun yaz anısını da okurlarıyla paylaştı: “O zamanlar 2004 yazındaydım ve Faulkner’ın bazı romanlarını okumuştum, ancak Fransa’da tuhaf bir dönem yaşanıyordu çünkü aşırı sıcak bir yazdı. Okumak dışında bir şey yapmak neredeyse imkânsızdı. O sırada Paris’te mahsur kalmıştım. Kendime bu dönemde ne yapmalıyım diye sordum. Faulkner’ın romanını, her şeyini kapsamlı bir şekilde okumaya karar verdim. Öyle de yaptım. Başlangıçta Faulkner hakkında kitap yazmayı planlamıyordum. Ama onu okumaya başladığımda ne kadar güçlü bir fenomenolog olduğunu keşfettim. Güçlü betimlemeler yapma yeteneğine kesinlikle hayran kaldım. Böylece sadece okuduklarımı hatırlamak için hiçbir plan yapmadan birkaç not almaya başladım. Sonra tüm bu notları tekrar okumaya başladım ve belki de bu gerçekten bir kitaptır, dedim. Yaşamın Ezgisi böyle ortaya çıktı.
Edebiyat ve felsefe: Aynı dünyanın iki aynası
Romano, konuşmasının devamında edebiyat ile felsefe arasındaki bağı ele aldı. Ona göre her iki alan da “insanın varoluşu” sorusunun etrafında dönüyor.
“Edebiyat da felsefe de insanın varoluşsal sorunları anlatır; edebiyat imgelerle, felsefe kavramlarla. Yöntem farklı ama konu aynıdır.”
Fransız düşünce geleneğinde edebiyatın felsefeyle iç içe olduğunu hatırlatarak “Derrida, Deleuze, Ricoeur… Hepsi edebiyatı bir düşünme biçimi olarak görmüştür” diye ekledi. Sanatı yalnızca duyguların, felsefeyi ise aklın alanı olarak sınırlamanın yanlış olduğunu vurguladı.
“Sanat da hakikatin bir yoludur. Bir roman, kavramsal düşüncenin ulaşamadığı derinlikleri gösterebilir.”
Romano, Faulkner’ı bu nedenle evrensel bir yazar olarak tanımladı. Mississippi’nin küçük kasabalarından konuşsa da insanlığın ortak vicdanına seslenip köleliğin yalnızca siyahlar için değil, beyazlar için de suçluluk duygusu yarattığını hatırlattı.
“Faulkner kendi kültürünün içinden konuşur ama mağdurun bakışına tahakküm etmez. Toni Morrison’un dediği gibi onun bakışı, gözünü kaçırmadan bakabilen bir bakıştır.” Romano’ya göre bu bakış edebiyatı ahlaki bir alana dönüştürür. “Edebiyat, okurunu başkalarının acısına tanık olmaya çağırır. Bu yüzden edebiyat, hakikatin en güçlü tanığıdır.”
Okumak hâlâ özgürleşmenin yolu
Romano, çağın hızla değişen düşünme biçimlerine dikkat çekti ve dijitalleşmenin okuma alışkanlıklarını yüzeyselleştirdiğine değindi.
“Kitapların merkezde olduğu bir çağda yetiştim. Bugün öğrencilerim internette buldukları bir kesiti kitabın kendisi sanıyor. Oysa bir metnin düzenlenmiş, sorumlulukla yayıma hazırlanmış olması bile başlı başına bir kültürdür.”
Okumayı yalnızca bilgi edinmek değil, insanın kendisiyle kurduğu bir bağ olarak tanımlayan düşünür, yapay zekâ ve sosyal medyanın düşünme özgürlüğünü tehdit ettiğini vurguladı.
“Düşünmek yük değil, özgürlüğün kendisidir. Bir makineye soru sorduğunuzda sadece bilgiyi değil, kendi düşünme zevkinizi de kaybediyorsunuz.”
Hakikat, gözümüzün önündedir aslında
Romano konuşmasının son bölümünde ise hakikat kavramına yöneldi. Günümüz dünyasında hakikat kavramının yorgun düştüğünü, Nietzsche’den Foucault’ya uzanan bir geleneğin onu “önemsiz” ya da “ulaşılmaz” ilan ettiğini belirterek bunun felsefede ciddi bir boşluk yarattığını dile getirdi.
“Hakikat, en basit olgularda başlar” diyerek devam etti “Şu anda bir odadayız, bu doğrudur. Birbirimizin karşısındayız, bu da doğrudur. Hakikat ne zor ne de erişilmez bir şeydir.”
Asıl sorunun hakikatin görünmezliği değil ona bakma cesaretinin olduğunu vurguladı ve Belçikalı sinolog Pierre Ryckmans’ın sözünü hatırlattı. “Hakikat karanlıkta değil, gözümüzün önündedir. Zor olan ona bakabilmektir.”
Romano “Bugün entelektüel olmanın anlamı, gözümüzün önündekine bakabilmektir,” diyerek düşüncesini Faulkner’la örtüştürdü “Faulkner’da insan deneyimini doğrudan görme cesaretini buluyorum. Fenomenoloji tam olarak bu: Öze yani yaşanan hakikate ulaşma çabası.” Ona göre fenomenolojik düşünme, akademik bir yöntemden çok insanın kendine yönelmesinin bir biçimiydi.
İstanbul Boğazı’nın güzelliğinden çok etkilendim
“Yalnızca üç gündür buradayım; bu benim İstanbul’a ilk ziyaretim.
Şehrin güzelliğinden, Boğaz’dan çok etkilendim.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni gezdim, olağanüstü etkileyiciydi.
Tanıştığım insanlarda büyük bir merak, felsefeye ve edebiyata karşı canlı bir ilgi gördüm. İlerleyen zamanlarda İstanbul’da daha uzun süre kalıp daha çok deneyim kazanmak isterim.”
Romano, İstanbul’a dair izlenimlerini dinleyicileriyle samimi bir üslupla paylaştı. Ketebe Yayınları’na Claude Romano’nın ilham verici ve keyifli sohbetine tanık olmamızı sağladığı için teşekkür ederiz.






