Küçük yaşlardan itibaren tabiat içinde yetişen Prof. Dr. Aydın Tüfekçioğlu, akademi alanında da doğa ile iç içe. Farklı türdeki çiçek, ağaç, bitki, meyve hakkındaki bilgilerini sosyal medya hesabı ve youtube kanalından binler ile paylaşıyor. Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin farklı bölgelerinde yürüyüşler yapıyor; dağlar, nehirler, ovalar, mağaralar geçiyor. Ekolog, Toprak ve Doğa Bilimci, doğa fotoğrafçısı olan Tüfekçioğlu Artvin Çoruh Üniversitesi’nde görev yapıyor. Tüfekçioğlu ile tabiat, teknoloji ve pandemi üzerine konuştuk.
Tabiata ilgim çocukluğumuzdaki köy yaşantısı ile başladı. Evimizin kuzey tarafı rüzgârdan korusun diye karayemiş ağaçları ile perdelenmişti. Çok boylanmadığı için yazları bu ağaçların üzerinde oyunlar oynardık. Yakınımızdaki derede yüzer ve elle balık tutardık. Sapanla kuş avlamayı çok sevdiğimden, sabahları erken kalkar üzüm ve incir ağaçlarına gelen kuşları avlamaya çalışırdım. Doğayla hep iç içe oldum ve bunu hep devam ettirmeye çalıştım.
Akademiye başlayınca suya toprağa ağaca daha farklı bakmaya başlıyorsun. Artık onları anlaman veya çözmen gereken nesneler olarak görüyorsun. Aralarındaki etkileşimleri merak ediyorsun. İçinden çıktığın toplumun yararına onları nasıl kullanabileceğine yoğunlaşıyorsun.
Ülkemiz esasında dünya ekosistemlerinin küçük bir maketidir. Bir tarafında çöle yaklaşan iklimler, diğer tarafında Kaçkar buzulları olan ekosistem çeşitliliği ve biyoçeşitliliği çok zengin bir ülkedir. Ancak gerek ekonomik yetersizlik ve gerekse de okuma alışkanlığımızın düşük olmasından vatandaşımız bundan çok haberdar değil. Ülkemizin ekolojik, kültürel ve tarihi değerleri altın değerinde gerçekten. Ben tam da bu noktada bir eksiklik olduğunu ve doğada gördüklerimi insanımıza ulaştırmamız gerektiğini düşünerek yola çıktım. Mesleğimiz gereği zaten doğadaydık ama bu güzelliklerden haberdar olmayan büyük bir kitle vardı ve ben o boşluğu doldurmayı bir nebze olsun hedefledim.
Teknolojik gelişmeler araştırmalarımıza çok ciddi katkı yaptı, yapıyor ve yapmaya devam edecek. Ben akademiye başladığım 90’lı yılların başında yabancı bir makaleye ihtiyacımız olduğunda mektup yazar isterdik ve yaklaşık bir ay sonra eğer lütfedip gönderirlerse yayın bize gelirdi. Veya kütüphane o dergiye abone ise oradan temin etmek mümkün oluyordu. Şimdi bir tıkla bütün makaleler elinizin altında ekranınızda oluyor. Bu müthiş bir kolaylık ve bilime çok ciddi bir hız kattı. Artık internet üzerinden sempozyumlar yapılıyor. Bunlar çok önemli gelişmeler. Diğer yandan doğa fotoğrafçılığına da çok katkısı oldu. Eskiden altimetre, pusula, fotoğraf makinesi, video gibi dört cihazla doğaya çıkıyordunuz. Şimdi bunların hepsi bir telefon aygıtında toplandı. Oradan canlı yayın yapıyorsunuz. Baskı, yayınlama diye bir derdimiz kalmadı. Artık herkes kendi gazetesine sahip. İsteyen bir blog açarak köşe yazarı olabilir.
Bulduğumuzda en çok heyecanlandığımız Artvin Şavşat Yoncalı köyündeki yaklaşık 7 m çevresi olan Dünyanın en yaşlı Armut ağacıydı. Müthişti. Yaklaşık bin 100 yaşındaydı. Hala üzerinde armutlar vardı. Onu koruyan vatandaşımızı alnından öpmek istedim.
Artvin Murgul Kokolet Vadisindeki 11.3 m. çevresi ve 3.5 m. çapı olan dünyanın ikinci en büyük çaplı porsuk ağacı da beni çok heyecanlandırdı. Şimdiye dek gördüğüm en büyük çaplı ağaçtı. İçi kovuktu ama kovuk kısmının ortasında başka bir ağaç gövdesi çıkıyordu. Hala ikinci ağacın gizemini tam anlayabilmiş değilim. Fırsat bulduğumda tekrar gidip tepe kısmından inceleme yapmak istiyorum.
Beni heyecanlandıran bir tür de “şeytan mantarı(Boletus satanas)” idi. Mantarı şapkasını kırdığınızda mavi renge dönüyordu. Çok şaşırmıştım. Çok ilginçti. Artvin Murgul Karagöl’de tespit ettiğimiz böcek yiyen, etcil “güneş gülü(Drosera rotundifolia)” bitkisi de çok ilginçti. Azotca fakir turba toprağı üzerinde yetişen bitki azot ihtiyacını böceklerden karşılıyordu. Böcekler yapışsın diye yaprakları üzeri yapışkan benzeri sıvı ile kaplanmış ve böcek yakalama aygıtına dönmüştü.
Ben tabiata iç huzurumu şarj ettiğim mekan olarak bakıyorum. 3 bin metre rakımda kamp kurup gece milyonlarca yıldızın gökyüzünde sevgi yumağı gibi dizilerek oluşturduğu muhteşem görüntüyü izlemenin zevkini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Karçal Dağları eteklerinde kamp kurup vadiyi kaplayan sis bulutu üzerinden güneşin batışını izlemenin zevkini başka nerde bulabilirsiniz. Tabiat bana şartlar ne olursa olsun hayata tutunmayı ve mücadele azmini, kanaatkar olmayı, farklı olana saygıyı, uyumu ve ahengi öğretti. Bana dertlerimi unutturdu, huzur ve mutluluk verdi.
Pandemi süreci bize gerçekte ait olduğumuz yerlerin kırsal alanlar olduğunu çok acı şekilde bir kez daha hatırlattı. İnsan kırsaldan gökdelene olan yolculuğunda yalnızlaştı, topraktan uzaklaştı, ağacı yeşili unuttu maalesef. Bu durum, yeni nesil açısından alarm veren düzeylerde. Tabiattan kopuk, bilgisayar, tablet veya telefon bağımlısı bir gençlik yetişiyor. Ormanı ayının mekânı gören, tarlayı toprağı çamur olarak algılayan, ottan, böcekten korkan bir gençlik bu... Acil olarak okullarda kamp, izcilik gibi faaliyetleri artırmamız gerekir. Üniversitelerde doğa sporlarına ve faaliyetlere öncelik vermemiz gerekli.
Su altında kalan ekolojik ve tarihi değerleri taşıyarak su altında kalmalarına izin vermemeliyiz. Her büyük barajın yanında suya gömülen ekolojik ve kültürel değerlerin sergilendiği müzeleri yapmalıyız muhakkak. Güneş, rüzgar, biyokütle gibi alternatif enerji kaynaklarına yönelerek tabiata daha az zarar veren yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık vermeliyiz.