Evde geçen günlerimiz bir fotoğrafçının gözünden nasıl kaydediliyor. Bu sorunun cevabını fotoğraf sanatçısı Nevzat Yıldırım’a sorduk. Görev nedeniyle bu süreçte Ankara’da olan İstanbul, Ankara ve Londra şehirleri arasında gidip gelen Yıldırım’ın gözünden salgın hastalığın kareleri ve bu karelerin hikayesi. Buyrun.
Sanatçılar için kuluçka dönemi olabilir bu dönem. Sanatsal projeleri üzerine tekrar tekrar düşünmek, detaylarına odaklanmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Ben kovid19 pandemisi sürecinde cam gözümü, toplumumuzun güvenliği ve ihtiyacı için çalışmak zorunda kalan insanlara ve şehir meydanlarına çevirdim. Örnek verecek olursak; Doktorlar, sağlık çalışanları, eczacılar, emniyet mensupları, fırıncılar... Işığın bir şiirselliği vardır. Işığın şiirselliğini kullanarak çektiğim fotoğrafların ortak bir dil etrafında şekillenen imgelerden oluşmasını, bir döneme, bir tarihe işaret etmesini, iz bırakmasını ümit ediyorum. Belgesel fotoğrafın imkanlarıyla salt bir anlatı ile yaşanan süreci doğrudan anlatmanın tek başına yeterli olduğunu düşünmüyorum. Elbette ki çok fazla görsel var, fazlaca fotoğraf üretiliyor. Bu da bir görsel kirlilik riski taşıyor. Dünya nasıl koronavirüs karantinasıyla nefes aldıysa görsel iletişimde de, biraz nefes alması iyi olabilir. Bütün bunları göz önünde bulunduruyorum ve daha çok düşünüyorum ama felsefesi olan fotoğraflar çekiyorum.
Geçtiğimiz Şubat ayında Londra’da bir dergide İstanbul’u Sevmek isimli projeniz ile seri fotoğraflarınızla birlikte bir makale kaleme aldınız. Bugünler İstanbul’un belki de en güzel günleri. Siz de İstanbul’u görülmemiş ve farklı açılardan çeken bir fotoğrafçısınız. Ankara’dan İstanbul bu günlerde nasıl görünüyor? Londra Ankara’dan nasıl görünüyor?
İstanbul, tarihin gözüdür. Dünyanın kalbi ve tarihi güzelliklerin yaşayan şahididir. Şairlerin en güzel şiirlerini yazdığı... Ressamların en güzel resimlerini yaptığı göz kamaştırıcı gerçek anlamda özel bir şehir. Ben de çok sevdiğim Aziz İstanbul›u fotoğrafın evrensel diliyle Batı›nın önemli sanat çevrelerinde daha görünür kılmak istedim. İngiliz sanat galerisi Albumen Gallery ile birlikte hem galeride hem de Londra’daki uluslararası sanat fuarlarında İstanbul’u konu alan eserlerim izleyiciyle buluşuyor. Paris, Roma, Berlin ve Londra gibi bütün büyük şehirler İstanbul gibi korona salgınından olumsuz etkilendi. Şehirlerin en merkezi, insanların en yoğun olduğu yerler sessizlik içinde. Megakentlerin meydanları ıssız, şehirler hayalet kentlere döndü. Londra sonrası görev nedeniyle bir süreliğine Ankara’da olduğumdan başkentimizi anlamaya odaklandım. Ankara’da İstanbul’un kadim kültür ve sanat ruhundan uzakta, bazen de içinden sessizce şehri anlamaya çalışarak Ankara’nın bağları türküsü söylemiş oldum. Neyse ki tekrar İstanbul’a dönüyorum. Şimdi büyük bir özlemle sevdiğim şehrin sessizlik içindeki sürecine tanıklık edip belki 100 yıl sonra tekrar bakılacak görüntülerini çekmek istiyorum.
Fotoğrafı, sadece anlık ve gelişi güzel görsel bir kayıt aracı olarak değil, kavramsal derinliği olan, farklı duyguları barındıran görsel bir şiir ve anlatı aracı olarak görüyorum. Çok fotoğraf çekiliyor demiştim ya. Acı ama gerçek şu ki, yakında pet şişeden daha çok fotoğraf olacak dünyamızda ve bu da görsel kirliliğe sebebiyet veriyor. Her şey çekilmemeli öncesinde düşünülmeli. Ev dediniz, pencere dediniz. Önce evlerimizin, ailelerimizin özünü, hikayesini, başka evlerden farkını algılamak gerekiyor. Fotoğrafın pencerede ya da perdede değil de evin içindeki insanlarda olduğunu düşünüyorum. Fotoğraf insandır. insan ise bu dünyanın var oluşunun sebebidir. Aile bireyleri, birbiriyle ve çocuklarıyla ne kadar vakit geçiriyor, onlarla oyunlar oynamak ve öğretici etkinlikler yapmak bizatihi kendi hikayemizi yaşamak da bu süreci bir bakıma zihinlerde kayda geçirmektir. Bu doğru. Karantina günlerinde henüz iki yaşındaki oğlum Ali Bahadır’a gelecekte bakıp “Aa” diyeceği fotoğraflı görsel mektuplar bırakıyorum.
Ankara’da semt pazarlarından, meşhur sokaklarına kadar şehrin en merkezi yerlerini sokağa çıkma yasağı olduğu anlarda dahi özel izinle iyice gözlemleme fırsatı buldum. Şehirde insanlar, en başta bütün ülkede olduğu gibi endişeliydi. Fakat halk, devlet büyüklerimizin aldığı tedbirleri önemseyip kurallara uydu. Virüs sürecinde gelinen nokta umut verici. Bu vesileyle virüs yüzünden vefat eden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı dilerim.
Bunu önceden kestirmek mümkün olsaydı herkes aynı fotoğrafı çekerdi. Akıllı telefonlarla durmadan çekilen fotoğraflar bu nedenle ve ne yazık ki bir görsel enflasyona sebep oluyor. Hangi kareler kalır? Süreç devam ediyorken bunun cevabı hiç de kolay değil. Türkiye’de en iyi karelerin çoğunu salgın sürecini en iyi takip eden Anadolu Ajansı’nın foto muhabirleri çekecektir. En kritik yer ve zamanlarda çektikleri ikonik fotoğraflarla bunu defalarca gösterdiler.
Ramazan ayının manevi ruhunu yaşadığımız takdirde tutulan oruç bize pek çok unuttuğumuz duyguları hatırlatıyor. Bu ayın, çok değerli ve insanı özüne dönüştüren bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Buna örnek olarak; Açlık - Tokluk, israf - iktisat, yardımlaşma ve dayanışmaya ek olarak pek çok farklı güzelliğin ortaya çıkaran bereketli bir aydır. Kuşkusuz ki bu güzellikleri yaşayıp, kıymetini bilenlerlen olabilmek ne büyük bir bahtiyarlık ve ebedi hayatımız için büyük bir fırsattır. Kıymetini bilenlerden ve bütünüyle kalbimizde hissedenlerden olabilmek duasıyla. Herkesin ramazanını tebrik ediyorum.